Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi ve “Dil Yarası” kitabının yazarlarından Doç Dr. Vahap Coşkun ile Türkiye’de Kürtçenin kamusallaşması talebinin siyasi ve hukuki boyutlarını ve Kürt sorununun Türkiye siyasetindeki mevcut durumunu konuştuk.
Türkiye’de anadil talebinin güvenlik meselesi olarak algılandığını belirten Coşkun, ülkedeki Kürt korkusunun, Kürtlerin haklı taleplerini kriminalize ettiğini söyledi.
Coşkun, HDP’nin anadil alanındaki çalışmalarının yetersiz olduğunu belirterek, anadilin kamusallaşması mümkün olmadan, sivil alandaki tüm çalışmaların eksik kalacağını ifade etti.
Muhalefetin var olan milliyetçi dalgada tabanından çekindiğini belirten Coşkun, bu partilerin Kürtlerin hak ve talepleriyle ilgili söylemlerden uzak durmasının, Kürtler için soru işaretleri yarattığına değindi.
Vahap Coşkun’un K24’ün sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
Anadil sorununun Türkiye’de konumlandığı yer neresi? Sorunun siyasi ve hukuki boyutlarını birbirinden ayırmak mümkün mü?
Türkiye’de anadil sorunun siyasi ve hukuki boyutunu birbirinden ayırmak mümkün değil. Anadilde eğitimin sorun olarak karşımıza çıkmasının en büyük nedeni Cumhuriyetin kuruluşu dönemindeki siyasal tasavvur. O dönem toplumdaki farklı kimliklerin, farklı etnik veya mezhebi aidiyetlerin problem olacağı düşünülerek tek kimlik üzerinden yeni bir devlet inşa edilmeye çalışıldı. Bu siyaset buna uygun bir hukuki yapıyı da beraberinde getirdi. Dolayısıyla o güne kadar herhangi bir şekilde kendi anadillerini konuşma konusunda bir sıkıntı yaşamayan veya rahatsızlık hissetmeyen toplumsal kesimler, birden kendi dillerinin kamusal alandan silindiklerini kendi dillerini konuşma konusunda çok ciddi problemlerle karşı karşıya kaldıklarını görür oldular. Dolayısıyla bugün, geldiğimiz noktada bu meseleye baktığımızda, hem siyasi hem hukuki açıdan bakmak mecburiyetindeyiz. Siyasi olarak özgürlükçü bir tasavvur inşa etmek, bunun da hukuki düzenini kurmak zorundasınız. Eğer zaten herkesin hak sahibi olduğu bir siyasal düzen veya her kimliğin kendi kimliğine ait değerleri koruyabileceği iyileştirebileceği özgürlükçü bir siyasi düzen tasavvur ederseniz, hiç kuşkusuz hukuk mevzuatı da buna göre oluşur. Dolayısıyla şu anda mevzuattan kaynaklanan sorunlar bu meselenin bir hak meselesi olarak değil de daha çok bir güvenlik meselesi olarak algılanmasındaki temel neden bu siyasal tasavvur, bu siyasal projedir.
‘TÜRKİYE’DE ÖTEDEN BERİ KÜRT KORKUSU VAR’
Bunu biraz daha açar mısınız? Anadil sorununun Türkiye’de güvenlik meselesi olarak algılanmasının sebebi nedir? Herhangi bir ülkede anadilde eğitim talebi, ülkenin bölünmesine sebep midir?
Değildir, bugün yine dünya ülkelerine baktığınızda karşımızdaki temel tablo şu: Hiçbir ülke homojen bir ülke değil. Hiçbir ülkede tek bir kültür yok, hiçbir ülkede tek bir dil yok. Her ülkede farklı diller konuşulur ülkelerin sosyolojisine ve tarihine bağlı olarak kendisini gösterebilir ya da sınırlı olabilir ama tek bir kimlik yok, tek bir dil yok dolayısıyla her ülke bu sorunla bir şekilde karşılaşır. Bununla karşılaştığınızda temelde iki tür düzenleyici işlem yapabilirsiniz. Bir taraftan bunu yasaklayarak bunu kamusal alandan, hak alanından silerek yapabilirsiniz veya bunu kamusal alana entegre ederek, bir hak olarak yeniden düzenleyerek yapabilirsiniz. Bugün dünya anayasalarına bakıldığında birden fazla resmi dili olan çok sayıda ülke var, çok sayıda dile kendi yasal mevzuatlarında yer veren ülkeler var. Dolayısıyla tek başına bir dil talebi, bir ülkenin bölünmesine neden olmaz. Fakat Türkiye’de öteden beri bir Kürt korkusu var. Kürt korkusu da Kürtlerle ilgili hak taleplerini güvenlik meselesine indirgemektedir. Bu ülkede başka bir dille konuştuğunuzda, bir İngilizce, bir Almanca veya başka bir dilde konuştuğunuzda bu herhangi bir problem yaratmaz, ama Kürtçe konuşulduğunda insanların aklına bölünme yarılma vs. gibi korkular gelir.
Ben bunun tam tersinin geçerli olduğunu düşünüyorum. Kürtlerin kendi dillerini kullanma konusunda yaratılacak özgürlükçü bir düzen, Türkiye’nin bölünmesine parçalanmasına değil tam tersine birleşmesine hizmet eder. Çünkü insanlar kendi aidiyetlerine ait bir değerin, korunduğunu geliştirildiğini hukuk tarafından muhafaza edildiğini, siyasi aktörlerin buna saygı gösterdiğini görünce o ülkeye aidiyetleri bağlılıkları daha da artar. Ama kendilerine ait bir değerin ayrımcılığa uğratıldığını dışlandığını veya bir olumsuz özellik olarak yaftalandığını gördüklerinde, bazı duyguları azalır o nedenle, temel mesele Cumhuriyet’in kuruluşundan beri var olan bir Kürtlük korkusudur. O Kürtlük korkusu devletin bu konuda adım atmasını son derece güçleştirir.
Tarihe baktığınızda Kürtçenin yasaklandığı dönemler oldu. O dönemlerde en önemli iddialardan biri şuydu; “Bu konuda herhangi bir adım atarsak bu devlette bir bozulmaya, bir bölünmeye yol açar.”
1991 yılından itibaren Kürtçenin önündeki engeller peyderpey kaldırıldı. Yayın alanında olsun, eğitim alanında olsun. Peki o günden bugüne kadar Türkiye bölündü mü? Bugün üniversitelerde Kürtçe eğitim veriliyor. Türkiye bölündü mü? Üniversitelerde Kürtçe yüksek lisans ve doktora tezleri yazılıyor, Türkiye bölündü mü? Dolayısıyla bu yersiz bir korku. Bu Kürtlerin haklarını kriminalize eden bir korku. Ve bu aynı zamanda Kürtlerin haklarını tanımamak, ona hukuki ve siyasi statü kazandırmamak için öne sürülen temel iddialardan bir tanesi. Daha doğrusu temel bahanelerden bir tanesi.
Türkiye’de seçim dönemlerinde dahi siyasi partilerin Kürtçe konusunda kayda değer söylemlerden uzak durmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dil konusunda özellikle sivil alanda yapılan faaliyetlerin çok büyük bir önemi var. Mesela İspanya’ya baktığınızda burada örneğin Bask dilinin bir şekilde kendisini var etmesi, hayata tutunması, orada sivil alanda Bask diline yönelik olarak faaliyetlerin çok ciddi bir şekilde yapılmasıydı. Daha sonra hukuki konulara gelince zaten bunu geliştirme imkanı da bir şekilde doğdu. Şimdi neden Türkiye siyasetinde belirleyici olamıyor? Türkiye siyasetinde özellikle son dönemlerinde çok milletçi bir dalga var. Ve bu milliyetçi dalga sebebiyle, Kürtlere yönelik herhangi bir şekilde bir taahhüdün dile getirilmesinin partilere zarar vereceği düşünülüyor ve dolayısıyla bu partiler, bunu dile getirmiyorlar. Bu işin bir yönü. Ama diğer taraftan şunu da görebiliriz, özellikle bazı yeni partiler, Kürtçe anadilde eğitim konusunda net taahhütlerde de bulunuyorlar. Örneğin DEVA Partisi, Gelecek Partisi gibi partiler kendi parti programlarına Kürtçenin bir eğitim dili olarak kullanılması konusunda taahhütler yazdılar. Dolayısıyla bir taraftan bu anlamda bir gelişme var. Kürt meselesine ve Kürt dilinin kullanılmasına daha yakından bakan bir siyasi perspektif gelişiyor. Ama diğer taraftan sizin de söylediğiniz gibi kamuoyu gündemine bu mesele bir türlü oturamıyor.
HDP’nin Kürtçe konusundaki tutumunu nasıl değerlendirmek gerekiyor?
HDP’nin en önemli eleştirilen noktalarından bir tanesi özellikle dil konusunda gerekli hassasiyeti göstermemesiydi. Ve partinin gerek kendi çalışmalarında gerek kendi faaliyetlerinde gerekse kamuya dönük diğer faaliyetlerinde dile, uygun hassasiyetle hareket etmemesiydi. Ancak özellikle son bir iki yılda sivil toplumda dil konusunda birtakım taleplerin dile getirilmesi, kampanyaların düzenlenmesi, seçmeli dil kampanyasında olduğu gibi birtakım kampanyaların düzenlenmesi HDP’nin de bu konuya geçmişe nazaran daha ağırlıklı bir şekilde eğilmesine sebebiyet verdi. İstenilen seviyede mi diye sorarsanız elbette değildir. Bu konuda daha yapılacak birçok iş var.
‘HUKUKİ KORUMA OLMADAN DİLİN GELİŞEBİLMESİ SON DERECE GÜÇ’
Kürtler bu konuda nasıl bir tutum sergilemeli?
Asıl korunması gereken alan sivil alan. Bu alanda yapılacak olan çalışmalar… Fakat şunu da teslim edelim: Kürtçe, eğitim olanaklarına kavuşmadığı müddetçe, sadece sivil alanda ya da aile içinde geliştirilebilecek, daha da zenginleştirilebilecek bir alan değil dil alanı. Yani sizin bir dille düşünebilmeniz, o dille üretimde bulunabilmeniz, bilimsel ve sanatsal çalışmalar yapabilmenizin temel şartlarından biri anadilde eğitim almaktır. Eğitim aldığınızda hem bugüne kadar olan bakiyeyi koruma altına almış oluyorsunuz. Hem de o dili zenginleştirecek bir takım kanalları harekete geçirmiş oluyorsunuz. Dolayısıyla eğitim mevzusu bu anlamda hayati bir mevzudur. Ailelerin kendi kişisel çabaları son derece değerlidir, sivil toplumun çalışmaları da değerlidir, kıymetlidir. Dilin yaşaması açısından gerçekten önemli şeylerdir. Ama bu tür siyasi ve hukuki statü olmadan, hukuki koruma olmadan dilin gelişebilmesi son derece güçtür. Bu güçlüğü yaratan çeşitli sosyolojik gelişimler de var aynı zamanda. Televizyonların, sosyal medya organlarının son derece yaygınlaşması ve buralarda akışın Türkçe olması son derece etkili. Şehirleşmenin artması son derece etkili sosyolojik dinamiklerden bir tanesi. O nedenle bireylerin şahsi faaliyetleri, kurumların sivil alandaki faaliyetleri dili belirli bir düzeyde tutabilir. Ama onun gelişmesi kesinlikle eğitime bağlıdır.
‘BABACAN VE DAVUTOĞLU’NUN KÜRT MESELESİNE BAKIŞIYLA İYİ PARTİ’NİN BAKIŞI ARASINDA CİDDİ FARK VAR’
Biraz önce DEVA ve Gelecek partilerinden bahsettiniz. 6’lı masaya oturulduğunda Türkiye’de var olan milliyetçi rüzgar sanki bu partilerin Kürtlerin hakları konusundaki söylemlerini de savuruyor. O halde bu söylemler ne kadar gerçekçi?
6’lı masa birlikte çalışması zor bir masa. Çeşitli güçlükler içeren bir masa. Çünkü hem siyasi programları açısından birbirinden farklı, hem geldikleri gelenekler açısından birbirinden farklı partiler, bunların birlikte iş yapmaları belirli bir konuda uzlaşmaları ve birlikte harekete geçmeleri zor. Şuanda kritik konulardan ziyade daha anlaşabilecekleri toplumun tüm kesimlerinde herhangi bir sorun çıkarmayacak konular üzerinden yürümeyi doğru buluyorlar. Anlaştıkları en önemli konu ne? Parlamenter rejim. Çünkü şu anda yürürlükteki cumhurbaşkanlığı rejiminin ciddi bir problem yarattığı konusunda toplumda genel bir mutabakat var. Dolayısıyla bu konuda anlaşmak kolay. Ama ateşin üstündeki kestaneleri almaya iş geldiğinde, iş daha kritik konuları konuşmaya geldiğinde bu partiler arasında birtakım sorunlar kendisini gösteriyor. Spesifik olarak dil meselesini bir tarafa bırakalım. HDP ile nasıl ilişki kurulacağı konusunda da ciddi bir problem var. HDP anayasal bir parti, mecliste grubu bulunan diğer partilerin ne kadar anayasal hakları varsa ne kadar meşguliyetleri varsa HDP’nin de o kadar var. Ama örneğin bu masanın bir üyesi İYİ Parti, herhangi bir şekilde HDP ile bir arada bulunmayı kendisi için zül addediyor. HDP ile olabilecek bir noktada biz olamayız gibi çok net ifadeler kullanıyor. Dolayısıyla bu anlamda 6’lı masanın ortak bir siyaset geliştirmesi son derece güç. Bence 6’lı masanın yumuşak karınlarından biri Kürt meselesindeki tavırlar. Babacan ve Davutoğlu’nun Kürt meselesine bakışıyla İYİ Parti’nin bakışı arasında ciddi fark ve problemler var.
Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” söylemini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Helalleşme söylemi, söylem olarak doğru bir şey. Türkiye’de içinde CHP’nin de yer aldığı devlet aygıtı, toplumun farklı kesimlerini, farklı dönemlerde ağır mağduriyetlere uğrattı. En ağır mağduriyetleri yaşayan kesimlerden biri de Kürtler oldu. Dolayısıyla eğer bir helalleşme olacaksa bu helalleşmenin Kürtlerle de olması gerekiyor. Helalleşmeyi çeşitli şekillerde gerçekleştirebilirsiniz. Geçmişte yaşanmış olan mağduriyetleri dile getirmek, bundan dolayı özür dilemek, o toplumsal kesimlerin mağduriyetlerini giderecek, telafi edecek birtakım tedbirler almak, mekanizmalar oluşturmak, bunların kamuoyunda tartışılmasını sağlayacak olanakları açmak bunlardan bir tanesi. Ama diğer taraftan da bu helalleşmeyi gerçekten ete kemiğe büründürmek istiyorsanız, somut adımlar atmanız gerekiyor. Somut adımlar, mağdur olan kesimlerin somut taleplerini karşılamakla olur. Bugün Kürtlerin, farklı toplumsal kesimleri alın, farklı siyasi partilere oy veren Kürtleri alın, Kürtlerin genel kamuoyu üzerinde uzlaştığı en önemli noktalardan bir tanesi anadil, anadilin kamusal kullanımı. O zaman eğer helalleşmeyi gerçekten ete kemiğe büründürmek istiyorsanız, dil konusunda birtakım adımlar atmanız gerekecek. Ama şu anda görünen o, benim 6’lı masadan izlenimim o, bu tür “netameli” konulara çok fazla programatize etmeden bunlar hakkında bir takım genel geçer laflar kullanarak, toplumun rahatsız olmayacağı bir dile müracaat ederek, seçime kadar gitmek. Seçimden sonrasına ise “Bakarız” diyen bir tavır var ve bu siyasetin içerisinde sorunlu bir tavır.
İktidar ve muhalefet arasında ‘Kürt sorununa bakış bağlamında’ yapılan kıyaslamalarla ilgili ne düşünüyorsunuz? İyi Parti ve tabanının aşırı milliyetçi söylemlerinin durumu yer yer AK Parti lehine çevirdiğine dair görüşler de mevcut.
Özellikle Millet İttifakı ve İYİ Parti’nin Kürt meselesindeki duruşu, Kürtlerin önemli bir kısmı için ciddi bir soru işareti. ‘Eğer bu bakış egemen olursa, Kürt meselesinde demokratik bir adım atılabilir mi’ sorusu orta yerde duran bir soru, bu bir. İkincisi, muhalefetin AK Parti’yi, AK Parti’nin bir dönem yaptığı iyi şeyler üzerinden eleştirmesi de Kürtler açısından ciddi bir sorun. Şimdi yine benim görebildiğim kadarıyla, Kürtlerin çok büyük bir kısmı, çözüm sürecine büyük bir değer atfediyorlar. O dönemde yaşanan çatışmasızlık halinin, barış umudunun, ekonomik ve siyasi gelişmenin çok değerli olduğunu düşünüyorlar. Ama muhalefet ne zaman AK Parti’yi eleştirmeye başlarsa, çözüm süreci üzerinden vurarak bunu yapıyor. “Siz Öcalan’la görüştünüz, Şivan Perwer’i meydana getirip şarkı okuttunuz. Megri megri dediniz, analar ağlamasın dediniz” vs. Bu da önemli bir problem yani.
1- İyi Parti’nin duruşu,
2- AK Parti’nin çözüm süreci üzerinden eleştirilmesi,
Kürt seçmenlerin bir bölümü için, muhalefeti güvenilmez kılan, Kürt meselesinde ‘iş yapılamaz’ kılan, faktörleri oluşturuyor.
AK Parti’nin bu süreç içinde yaptığı çok vahim hatalara rağmen, siyasi, hukuki, ciddi ekonomik yıkıma rağmen hala Kürtler arasında ikinci parti olmasının temel sebeplerinden bir tanesinin bu olduğunu düşünüyorum: Muhalefete güvensizlik hali. Burada muhalefetin bir cazibe merkezi olamamasının temel sebebi bu. Muhalefetin burada ezberleri bozacak bir yaklaşım içine girmesi gerekirken ezberlerin içinde kalıyor. Bu da bir kısım Kürtlerin içerisinde “Bu muhalefetten bir şey çıkmaz. Muhalefet Kürt meselesinde herhangi bir adım atmaz” gibi bir sonuca ulaşmalarına neden oluyor.
Bir diğer husus, şöyle de düşünülüyor muhtemelen, “Erdoğan böyle bir programa ikna olursa adım atabilir. Ama muhalefetin böyle bir adım atabilecek siyasi bir cesaret gösterme kapasitesi sınırlı.” Bu kadar süre içerisinde muhalefetin bu açmazlarını giderememesi de bu muhalefetin ciddi bir problemi tabi ki.
Çözüm sürecinde Kürtler ile ilgili atılan adımlar, AK Parti’nin yadsınamayacak kadar Türk milliyetçisini de içeren tabanı içinde büyük bir kaosa sebep olmamıştı. Muhalefetin bu anlamda tabanından çekinmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Erdoğan, kendi kitlesini buna ikna edebildi. Bu adımların atılmasının Türkiye’nin faydasına olacağı, Türkiye’ye herhangi bir zarar getirmeyeceği konusunda kendi tabanını ikna edebildi. Bunun üzerinden de harekete geçebildi. Yeni bir siyaset üretebildi. Çözüm sürecinde de bu böyle oldu. Çözüm sürecinin başında bu sürece destek verenlerin sayısı daha azken, süreç ilerledikçe çözüme destek verenlerin sayısı arttı. Erdoğan kendi tabanını o konuda ikna etmeyi başarabildi. Muhalefetin böyle bir problemi var. Ciddi bir problemi var. Bakın bugün AK Parti’nin iktidarında Kürtlerin en temel hakkı ihlal edilmiş, gasp edilmiş durumda. Bugün Kürtlerin seçme ve seçilme hakları yok. Seçtikleri belediye başkanları görevden alınıyor. Yerlerine devlet memurları atanıyor. Böylesine vahim bir tablo var. Bu vahim tablo içerisinde dahi, AK Parti açısından vahamet arz eden bu tabloda dahi, muhalefet Kürt seçmenler için bir çekim merkezi olamıyorsa, Kürt seçmenler muhalefete baktıklarında burada demokratik bir seçenek bulamıyorsa bu, muhalefetin çok ciddi bir manada geride olduğunu gösterir.
‘TEK BAŞINA ÖCALAN İLE GÖRÜŞMEK SANDIĞA ETKİ ETMEZ’
Demirtaş’ın son açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Yeni bir çözüm süreci mümkün mü?
Türkiye’deki Kürt meselesini iki bağlamda ele almak gerekiyor. Bunlardan bir tanesi Kürtlerin anayasal hak taleplerdir. Bir diğeri ise silah meselesidir. Silahların devreden çıkartılması meselesidir. Kürtlerin anayasal hak taleplerine baktığımızda kristalize olan bazı temel hak taleplerini görüyoruz. Eşit vatandaşlık, anadilin kamusal kullanımı, kendi bölgesinde kendisini idare edebilme hakkı, yani yönetime katılma hakkı, bunlar anayasal taleplerdir. Bu konularda bütün Kürt kamuoyu muhataptır. Bütün Kürt kamuoyu aktördür. Bütün Kürtlerle ve Kürt siyasi partileri ile görüşülebilir. Sivil toplum ile görüşülebilir vs. Bir de silah meselesi var. Bu silahın bırakılması meselesi var. Silah meselesinde de muhatap silahı elinde tutan iradedir. Bu irade de şu anda kendisini iki yerde konumlandırmış; biri Kandil, biri İmralı. Dolayısıyla devlet bu meselenin silahtan arındırılmasını istiyorsa, o zaman bu yapılarla bir şekilde irtibata girer, diyalogları sürdürür ve konuşur. Ben devletin bu tür adımlardan geri durduğu kanaatinde değilim. En çetrefilli, şiddetli dönemlerde dahi devlet, bu yapılarla diyaloglarını devam ettirir. İmkan bulur ya da bulmaz ayrı bir mesele, adım atar ya da atmaz ayrı bir mesele ama buna dönük arayışlarını her zaman sürdürüyor.
Türkiye’de birtakım siyasi ezberler var. “Teröristlerle görüşülmez” vs. ifadeler var. Türkiye özelinde de bu doğru değildir. 1990’dan bu yana baktığınızda bugüne kadar devletin PKK’yle çeşitli şekilde görüştüğünü görmektesiniz. Diğer taraftan dünyadaki örneklerine bakıldığında da bu doğru değildir. Bu sorunu çözmek istiyorsanız bir şekilde bu görüşmeleri dile getirmeniz gerekir. Demirtaş’ın son söyledikleri de bu, “Silahların bırakılması isteniyorsa bu konuda Öcalan ile görüşülmeli, Öcalan bu konuda bir aktördür” diyor. Bu kendi içinde doğru bir şey. Bu konunun bu günlerde bu kadar dile gelmesi ve ilgi çekici olmasının sebebi hiç kuşkusuz seçim meselesi. Yani iktidarın bunun üzerinden bir atak yapıp yapmayacağı ve bunun seçimlerin sonucunu etkileyip etkilemeyeceği düşünülüyor. Ben tek başına bir Öcalan ile görüşmenin, ya da Öcalan ile Demirtaş’ı birbirinin karşıt kutbu olarak konumlandırıp, onlar arasında birtakım çelişkiler yaratmanın, seçmen tercihleri üzerinde herhangi bir etkisi olacağını düşünmüyorum. Daha havayı değiştirecek olan bir şeyin yapılması lazım. Bu da Kürt meselesinde daha kapsamlı adımların atılmasını gerektirir. Silahların bırakılmasından tutun, Suriye’de bir mutabakatın oluşturulmasına kadar daha geniş çaplı bir planın olması gerekiyor. Tek başına Öcalan’la görüşmek seçmen iradesi üstünde herhangi bir değiştirici etkide bulunmaz.
Kaynak: Farklı Bakış