Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Uyuşturucu bağımlılarını hayata kazandıran bilge bir imam: Emin Kır hoca

Eyüpsultan'da 15 yıldır Hz. Kaab Camii'nin imamlığını yürüten Emin Kır hocayı biz imamlığı ya da vaazları ile değil öncelikle güzel bir bahçe içerisindeki bu küçük bir camide sabah-akşam ikram ettiği çorbalarla tanıdık.

Uyuşturucu bağımlılarını hayata kazandıran bilge bir imam: Emin Kır hoca

Lacivert Dergisi'nden SenanSubaşı, Eyüpsultan Hz. Kab Camii İmam-Hatibi Emim Kır hoca ile, yardım faaliyetleri konusunda bir röportaj gerçekleştirdi...

Eyüpsultan'da 15 yıldır Hz. Kaab Camii'nin imamlığını yürüten Emin Kır hocayı biz imamlığı ya da vaazları ile değil öncelikle güzel bir bahçe içerisindeki bu küçük bir camide sabah-akşam ikram ettiği çorbalarla tanıdık. Sonrasında bu sıra dışı imamın fakir fukaraya düzenli olarak çorba dağıtmakla kalmayıp etrafına topladığı gençleri kötü alışkanlıklardan kurtarmak için çaba gösterdiğini, sadece çaba ile de kalmayıp birçok genci hayata kazandırdığını gördük. Gidip yerinde tanıyınca aslında Emin Kır'ın bu küçücük camide çok yönlü bir insan kurtarma sistemi ve bunu destekleyen bir ağ kurduğuna şahit olduk. Son dönemde maruz kaldığımız olumsuz ve iç burkan onca haberin yanında Emin hocanın hikâyesi nadirattan olsa da sadece cemaatini değil, bizim de içimizi ısıtan bir istisna oldu. Emin Kır hoca ile imamlığa, hayata ve her şeyden öte insanseverliğe farklı bir renk ve çeşni getirdiği caminin şirin bahçesinde samimi bir söyleşi gerçekleştirdik.

Emin Hocam sizi yaptığınız güzel işlerle tanıdık. Nasıl bir ihtiyaç görüp bu yardımlara başladınız?

Ben 1965 Trabzon doğumluyum. 12 yaşımda ailemle İstanbul'a geldim. 1986 yılında imamlık görevime başladım. Alibeyköy'de Ulubatlı Hasan Camii'nde 20 sene kadar görev yaptım. Orada görev yaptığım süre boyunca kimseyi ayırmadan, dilini, dinini, ırkını sormadan yoksullara yardım etmeye çalıştım. Cami ortamı da genellikle mütedeyyin insanlardan oluşurdu. Benim de 20 senem o insanlara yardım ederek geçti. 2006 yılında hâlâ görev yaptığım Hz. Kaab Camii'ne tayinim çıktı. Burası gündüz cemaati az olan, akşam ve yatsıda neredeyse hiç olmayan sessiz, sakin küçük bir camiydi. Yoldan geçen insanlar bile buranın cami mi, müze mi olduğunu pek anlamıyordu. İlk geldiğim zaman daha önce hiç başıma gelmeyen durumlarla karşılaştım. Sabah camiye gelirken ya da yatsı namazını kılıp eve giderken madde bağımlısı olan, içki kullanan gençler önümü kesip para istiyorlardı. Önceleri bayağı tedirgin oldum. Belki de açtırlar diye düşünüp karınlarını doyursunlar diye birkaç kere para verdim. Bir ara buradan gitmeyi bile düşündüm çünkü önceki görev yerlerimde hiç böyle bir çevreyle karşılaşmamıştım. Burada önceki görev yerlerimin tam aksine her türlü insan vardı. Hanımla da "Her gidiş gelişimde önümü kesip para istiyorlar, ne yapacağız?" diye konuştum en son. Eşim de "İmkânın varsa onlara bir çorba yapsana?" dedi. Bu fikir benim de kafama yattı. Bu insanlara çay verelim, çorba dağıtalım, banyo yaptıralım, yardım edelim diye bir arkadaşımla konuştum. Böylece işe başlamış olduk.

Bu camide neler oluyor peki? Bize burada hayata geçen projeleri biraz anlatır mısınız?

Önce çorbayla başladı ve bu başlangıç bir süre sonra cemaatteki iş adamları sayesinde daha profesyonel bir hal almaya başladı. Eyüp Müftülüğü çorba dağıttığımız kulübeyi verdi, maddi manevi yardımcı olan diğer vatandaşların da yardımıyla biz de sabah akşam çorba dağıtmaya başladık. Ancak bir süre sonra bu insanların dertlerini sadece çorbayla çözemeyeceğimi anladım. Bunun üzerine banyo hizmeti de vermeye başladık. Ama baktık ki bu insanlar sokakta kalıyor. Bunun üzerine geceyi geçirebilecekleri bir yatak da vermeye başladık. Daha sonra yatakhane kurduk ve çorba içmeye gelenleri yargılamadan, kim olduklarını sorgulamadan onlara "İstersen burada sıcak yatak var" diye teklifte bulundum. Geceyi soğukta dışarıda yatarak geçiren insanın psikolojisi bozulur ve bir insanın aklı başında değilse zaten dinimiz onunla muhatap değildir. Din, akıllı insanlara geldi. O yüzden önce dinlenmesi, aklının başına gelmesi gerek. Onlara "Sen burada sabah akşam çorba içebilirsin, banyo yapabilirsin, kıyafet alabilirsin, burada yatabilirsin, sana iş de bulabiliriz ama biz senden sadece şunu istiyoruz: Sahip olduğun kötü alışkanlığını bırak." dedik ve böyle çok kişiyi kurtardık, hatta iş bulduk. Camideki panoya işi olmayan arkadaşların isimlerini, vasıflarını, numarasını yazıyoruz. Camiye gelen iş adamları kendilerine uygun buldukları işçiyi hemen arayıp işe alıyor. Maaşını alana kadar misafir ediyoruz, sonra da yine cemaate haber salarak ona ev buluyoruz. Mesela yanımda 10 sene kalan genç bir arkadaşımız vardı, şimdi Niğde'de bor fabrikasında çalışıyor.

Bazen de iş bulamadıklarımız ya da çalışacak durumda olmayanlar oluyor. Onlar için de burada bir marangozhane açalım dedik. Masa, sandalye, dolap yapıp satışa sunalım istedik. Eyüpsultan müftümüz Mustafa Bey "Siz yapın, ben alırım" dedi. Onların Kuran kursları, camileri var sonuçta. Onun yapımına şu an devam ediyoruz. Bunun yanına bir de sera yapalım dedik ve onu da bitirmek üzereyiz. Oradan çıkan sebzeleri satışa sunacağız. Amacımız şu; burada çalışan insanların hem ellerine para geçsin hem de insanlar iş öğrensin. İş öğrenen insan her yerde iş bulur. Köyüne döner, seracılığı orada yapar. Marangoz zaten her yerde kendine iş bulabilir. Ben "Hz. Kaab Camii'nde evsizlere yardım ediliyor" densin istemiyorum. Benim isteğim buradaki insanların kendi yağıyla kavrulmaları. Zaten ülkemizde herkes yardım ediyor. Ben kalıcı bir şeyler yapmak istiyorum. Böyle bir sistem kurduk. İnsanları hayata tutundurmak için önce sevgiyle yaklaşıyoruz, sonra adım adım ilerliyoruz. Bunların hepsi birer birer trene eklenen vagonlar gibi. Sıradaki ihtiyacımız nedir diyoruz, gerisi geliyor zaten. Bunların hiçbiri benim fikrim değil, insanların ihtiyaçları. İnsanlara faydalı olabilecek eksik ne varsa her şeyi yapmak istiyorum burada.

Siz topluma insan kazandırmayı görev edinmişsiniz kendinize. Bunun altında yatan sebebi nasıl açıklarsınız?

Biz geçmişte çok yokluk çektik. Buna rağmen benim babam Ramazanlarda insanların yolunu keser iftara çağırırdı, ekmeğimizi paylaşırdık. Ben babamdan böyle gördüm. Biz Trabzon'dan İstanbul'a geldiğimizde evimiz bile yoktu, yani o yoksulluktan geldim. Ben de şimdi elimden geldiğince başkalarına yardımcı oluyorum. Bana "hocam" değil, "baba" diyorlar. Pandemi dinlemeden yolda görünce hemen sarılırlar. Benim için kimse "Hz. Kaab Camii'ne gittim, oradaki imam bana ters davrandı" diyemez.

Bir anımı anlatayım sana; bir iş adamı bize her ay 10 tane erzak gönderiyor. Biz de onu ailelere gönderiyoruz. Beylikdüzü'nden gelen bir ablamız var, her zaman gelir, erzağını alır gider. Bir gün yine geldi, erzağını verdik. O erzakla metrobüs durağına doğru giderken bir genç bıçağı çıkarıp önünü kesmiş. Para ve erzağı istiyor. Abla da demiş ki: "Ben bu yardımı aşağıdaki Emin Hoca'dan aldım." O delikanlı da şöyle bir şey söylemiş: "Abla biz o camide çorba içiyoruz. O imam gelen giden herkese güler yüzle bakıyor. Ver şu torbanı, ben seni metrobüse bırakayım." Yani önyargısız bir şekilde kim olduğuna bakmadan insanlara güler yüz göstermek gerekiyor demektir bu. Bizim o gence davranışımız o hanımın hayatını kurtardı belki.

Caminin bulunduğu çevre sebebiyle bahçesinde yatan bir hayli insan var galiba. Çok kişi gelip gidiyor yanınıza. Biraz anlatır mısınız neler yapıyorsunuz gün içinde? Burada hedeflediğiniz şeyler nedir?

Benim gayem şu; burada kurduğumuz yardım sisteminin Türkiye'deki bütün ilçelerin merkezlerindeki uygun camilerde uygulanmasını hedefliyorum. Camilerin fonksiyonu ortaya çıksın, insanlara faydamız dokunsun. Zaten camilerin görevi budur. Adam sahilde içiyor, sonra gidip meyhanenin önüne değil, camiye gelip yatıyor çünkü buranın güvenli olduğunu biliyor. Sarhoş kafayla bile adam "camideki insanlardan bana zarar gelmez" diye düşünüyor. Bu camide 16 tane kamera var. Ben de camiyi 24 saat izlerim telefondan. Geçen kış kar yağdığı dönem yine açtım telefonu, baktım bir aile caminin önünde oturuyor. Hemen atladım arabaya geldim, camiyi açtım, "Burada yatın, dışarıda olmaz" dedim. Yine bir gün camiyi izlemek için açtım telefonu ama program silinmiş, camiyi izleyemiyorum. Camiye geldiğimde yine birisini caminin önüne yatmış halde gördüm. 24 yaşlarında, soğuktan büzüşmüş bir haldeydi. Sabaha kadar dışarıda olduğu için ne sorsam bana çok ters cevap veriyordu. Ona dedim ki: "Delikanlı ben bu caminin imamıyım. Senden özür diliyorum. Benim telefonum bozulmasaydı ben seni burada yatırmazdım." "Ne yapacaktın ki?" dedi. "Bizim yatakhanemiz var. Şimdi kalk, banyonu yap, çorbanı iç, elbiselerini değiştir, uyu. Yarın görüşürüz." İki gün boyunca hiç yataktan kalkmadı. Yanıma geldikten sonra ilk tanıştığımızdaki kişiyle iki gün sonraki kişi arasında çok farklılık vardı. O çocuk hâlâ benim yanıma gelir. İyilik unutulmuyor çünkü. Sadece madde bağımlıları ya da sarhoşlar değil, Anadolu'dan iş için İstanbul'a gelmiş ama kalacak yeri ve parası olmayanlar da geliyor buraya. Biz de "gel içeride kal" diyoruz.

Bir gün Adana'dan kaynak ustası evli bir arkadaş geldi buraya. Dışarıda yatmış yine. Ben de sordum; "Ne yapıyorsun, neden geldin buraya? İş için mi?" "Yok hocam, ben Çukur dizisinde oynamak için geldim." Aldım karşıma anlattım; televizyonda görüldüğü gibi olmadığını, dizide oynayıp para kazanıp buradan geçinemeyeceğini söyledim ama ikna edemedim. "O zaman bugün burada biraz yat dinlen, gözlerin kızarmış. Yorgun argın karakterini oynayamazsın" dedim. Çocuk ertesi gün sete gitti. Ondan bir ücret istemişler. O da tabii geri yanıma geldi. Hâlâ görüşüyoruz, "Hocam senden Allah razı olsun" der hep.

Bu kadar insana nasıl yetişebiliyorsunuz, bu işin birçok ayağı olmalı. Nasıl bir organizasyon kurdunuz, nasıl bir ağ oluşturdunuz?

Camiye gelen bu insanları desteklemek bizim görevimiz. Maddiyat yüzünden insanların bu halde olmasını, ailelerin bozulmasını istemiyorum. Şu anda müftülük, kaymakamlık, sağlık müdürü, emniyet müdürü, hepsine ihtiyaç durumunda ulaşabiliyoruz. Mesela ilaca ihtiyacı olan şeker hastası bir genci görüyoruz, hemen yetkililerle iletişime geçiyoruz. O gencin ihtiyacını gideriyoruz. Cumhurbaşkanlığı'ndan da aradılar, bu hayır işlerini yayarak büyütelim dediler. Böyle bir ağ kurduk. Bu iş sadece Emin Hoca ile olacak bir iş değil çünkü. Biz haberlerde devamlı şiddet haberleri görüyoruz. Hep kötülük görünce izleyen insanların da psikolojisi bozuluyor, morali kalmıyor. Bizim bu haberlerimizi duyduktan sonra eminim ülkenin başka yerlerinde bu tür çalışmalara başlayanlar olmuştur. O yüzden ara sıra insanlara mutluluk veren haberleri ön plana çıkarmak güzel oluyor. Hem de birilerine vesile oluyoruz. İyilik bulaşıcıdır. Herkese önce insan olarak bakıyorum. Tebessüm etmek sadakadır ama selam veremeyecek haldeyiz. Tebessümü birbirimizden esirgiyoruz. Önyargılarımızla hareket ediyoruz. Önyargıyı kaldırdığın zaman karşındaki insanı kazanıyorsun. Bazen istismar edenler de oluyor. Bize gelip memlekete gideceğim diyene harçlık veriyoruz. Daha fazla almak için en uzak ili söylüyor mesela. Ama ben anlayamam ki niyetini. Konuşuyoruz, muhabbet ediyoruz, ne olduğunu anlıyoruz. Görünüşe aldanmıyoruz.

Tüm bu projelerinizde size karşı gelen, desteklemeyen kişilerle de karşılaştınız mı?

Tabii ki beni yolumdan çevirmek isteyen çok insan oldu. "Sen neden uğraşıyorsunuz? Bu iş olur mu hiç" diyenler oldu. Şunu diyenler de da var: "ABD'de yapılan araştırmalara göre bu iş başarılı olmamış. Bunu biz yapmayalım. Böyle bir şey yok." Neden başarmayalım? Ben belki daha başka davranacağım ve başarılı olacağım. Benim bunu denemem lazım. Ben bu memlekette tek başıma da kalsam bu işi deneyeceğim. Şimdiye kadar da iyi gidiyor. Ya vazgeçip şimdi başardıklarımızı yapmasaydım? Hayata kazandırdığımız insanlar hayatlarını başka türlü kazanmaya devam edeceklerdi. Birilerine bıçak çekmeye devam edecekti, yemek için başka birilerini gasp edecekti, hırsızlık yapacaktı. Benim yanımda 10 sene kalan bir arkadaş vardı. Yanıma gelmeden önce iki-üç aylık bir hapis geçmişi vardı. Bazıları hiç bahsetmez neden girdiklerinden ama bir insanla gerçekten samimi olduğun zaman o sana dertlerini anlatır. Bir gün oturduk, ben de sordum; "Sen neden hapse girdin? Anlat da dinleyelim." Bana dedi ki; "Hocam ben aç kaldım. Otobanın kenarlarındaki aydınlatma direklerinin kablolarını çaldım. Polis de yakaladı beni." Çaresizlik işte. Sonra ne oldu biliyor musun? Benim yanıma geldi, 10 sene kaldı. Ona güvenip her şeyi teslim ettim. Bir örnek daha vereyim; biz burada banyo yapanların isimlerini alıp kayıt tutuyoruz. Ailesiyle arası bozuk olup evden kaçan olursa bu kayıtlardan çıkıyor. Geçen gün yaşı küçük bir kız çocuğu gelmiş burada oturuyor. Gittik yanına, "Ailen nerede, evin nerede" diye sorduk. Bize "Şimdi eve gideceğim, yoruldum" diyor sürekli. Ben anladım evden kaçtığını, polisi aradım, gelip aldılar kızı. Sabahtan da Esra Erol'da gördüm kızı. Meğer ailesi programda kızı arıyormuş. Böylece ailelere de yardım etmiş oluyoruz. Bu camiye çok enteresan insanlar gelip gidiyor. Burayla alakalı hayata tutunma projelerimizi tamamladıktan ve sistemimizi oturtup insanları meslek sahibi yaptıktan sonra bir kitap yazmayı düşünüyorum.

Kaynak: Laciver Dergisi



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER