Tarihi dizilere karşı pek bir merakım yoktur. Ne “Kuruluş”u, ne “Diriliş”i ne de “Payitaht”ı izledim. Ama “Uyanış: Büyük Selçuklu” geçen yıl gösterime girince izleme kararı aldım ve geçen hafta sezon finaline kadar, her Pazartesi akşamı televizyonun karşısına geçip seyrettim. Geriye doğru dönüp baktığımda tam 34 hafta ve bölüm olduğunu fark ettim. Uyanış, bundan sonra 3 sezon boyunca geriye gidilerek, Sultan Alparslan dönemi olarak çekilecekmiş. Yani dizi gelecek sezon da devam edecek.
“Uyanış: Büyük Selçuklu”, Akli Film imzalı, yönetmenliğini Sedat İnci’nin yaptığı, senaryosu Serdar Özönalan tarafından kaleme alınan tarih, kurgu ve drama türündeki bir televizyon dizisi. Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun devlet yapısını, siyasi olaylarını, savaşlarını ve Melikşah’ın hayatını ele almaktadır. Dizinin oyuncu kadrosu özel olarak ata binme, ok atma ve kılıç kullanma eğitimleri almış. Oyunculara, Kazakistan merkezli Ulusal Aksiyon Şirketi eğitim veriyormuş.
Benim diziye ilgim, şuradan geliyor: Dizi öyle bir dönemi ele alıyor ki, Melikşah, Nizamülmülk, Hasan Sabah, Gazali ve Ömer Hayyam gibi önemli tarihi şahsiyetleri bir araya getiriyor. Eğer bu şahsiyetlerden birisine ilgi duyuyorsanız, merak edip bakmamak elden değil. Nizamülmülk, “Siyasetname” kitabından tanıdığım bir Selçuklu veziri. Hasan Sabah, gizemli öğretisiyle Bâtınilerin lideri ve galiba herkesin merak ettiği bir şahsiyet. Ömer Hayyam, şair ve astronom. Rübaileri’ni yıllar önce bir solukta okumuştum.
Gazali derseniz hepimizin kitaplarını okuduğumuz ve aktarımlarını duyduğumuz büyük bir İslam bilgini (Hüccet-ül İslam= İslam’ın delili). Hayatını “El-Münkız Mine’d-Dalal” (Dalaletten Hidayete) adıyla kendi yazdığı küçük kitabından defalarca okudum ve derslerimde anlatıyorum. Gazali, bu kitabında kendi entelektüel hayatını ve yaşadığı büyük krizi anlatıyor. Aslına bakılırsa Gazali’nin krizi, İslam dünyasının krizidir. Bireysel olarak o bu krizi aşmıştır, ama İslam dünyası hala bu krizi aşmakta zorlanıyor.
Doğal olarak “Uyanış” dizisini izlerken, bir belgesel izlemek üzere televizyonun karşısına geçmedim. Daha önce “Muhteşem Yüzyıl” gösterilirken yapılan tartışmaları hatırlıyorum. Kimileri dizinin tarihi olay ve örgülere uymadığını ve hatta çarpıtıldığını söylerken, dizi yapımcıları bunun bir belgesel olmadığını, “tarihi şahsiyet ve olaylardan ilham alan” bir kurgu olduğunu söyleyerek kendilerini savunuyorlardı. Ben de o zaman dizi yapımcılarının haklı olduğuna inanmıştım ve eleştirileri anlamlı bulmamıştım.
Peki, 34 bölüm izledikten sonra “Uyanış” dizisinin bende bıraktığı izlenimler ve gözlemler ne oldu? Bir tarihi dizi eleştirisi yapmak istersek, nelerin altını çizmemiz gerekir?
Bir kez şunu söyleyerek başlayayım. Dizi için seçilmiş sanatçılardan, onların performansına, kıyafet ve mekânlardan, dizinin teknik tasarım ve estetik efektlerine kadar söyleyecek hiçbir sözüm yok. Dizi gayet iyi tasarlanmış ve tarihi bağlama oturtulmuş. Isfahan, Kınık Obası, Şelemzar ve Kuvel Kalesi arasında dönüp dolaşan olaylardan, tarihi mekân ve ormanlara, kılıç oyunlarından savaş meydanlarına kadar her şey güzel düzenlenmiş ve seçilmiş.
Benim asıl üzerinde durmak istediğim, bu dizinin nasıl bir tarih söylemini yansıttığı ve bununla kime hizmet ettiğidir. Evvela dizi, bir tarihi dizisi olmaktan çok bir “savaş dizisi” imgesini veriyor. Başından sonuna her dizide savaş ve çatışma var. Bu savaş ve çatışmalara bakarken hep içimden şu geçmiştir: “Ne kanlı bir tarihimiz varmış!” Bu dizi, hem oryantalistlerin tarihimizle ilgili imajlarını teyit edip pekiştiriyor, hem de tarihe merak salan ve izleyen gençlere “bayağı kanlı bir tarihimiz varmış” imajını yerleştiriyor. TRT yöneticileri, belki bu dizilerle insanlara bir tarih şuuru verdiklerini sanıyorlar, ama eğer böyle düşünüyorlarsa gerçekten çok saflar.
İkinci olarak dizi, insan zihninde öyle bir devlet tasavvuru yerleştiriyor ki, devleti fetişleştirmekten başka bir şey yapmıyor. Devlete karşı olan da, devletin yanında yer alan da yaptığı her şeyi devletin hayrına yapıyor ve kendi eylemlerini böyle meşrulaştırıyor. Marxistlerin ya da kimbilir daha başka kesimlerin söylediği ve popüler hale gelmiş olan “devlet yaptıklarını dinle meşrulaştırıyor” söylemi bu dizide tersine çevrilmiş: Herkes yaptığını devlet temelli bir söylemle meşrulaştırıyor.
Üçüncü olarak devlet içinde öylesine entrikalar oluyor ki, dışarda gibi görünen ama devlet içinde uzantıları olan Bâtıniler bir tarafa, devlet içinde de Terken hatun ve Tacülmülk merkezli bir yapı ile Melikşah ve Nizamülmülk merkezli bir yapı sürekli çatışıyor. “Bizans entrikası” denilen şeyler Bizans saraylarında değil de, Selçuklu sarayında vuku bulmuş haberimiz yokmuş! Bir de zaman zaman sahneye çıkan hanedan boyları ve liderleri var. Onlarda durmadan devleti ele geçirmek için planlar yapıyorlar. Devlet fetişizmi, entrikaların da gerisindeki ana dinamik gibi geliyor.
İçerden ve dışardan gelen tehditler, hep devlet fetişizmine hizmet ediyor. “Devlet öylesine tehditler altında ki, doğal olarak kendini savunmalı ve tedbirler almalıdır” düşüncesi içinize yerleşiyor. Hem Bâtıniler hem de devlet içi entrikalarda tarihten bugüne (15 Temmuz ve sonrası olaylara) göndermeler var. İzleyiciye şu kanaat veriliyor: Kutsal devletimiz sadece bugün değil, ta tarihten bu yana hep içimizdeki hainlerin ve dışımızdaki düşmanların tehdidi altında olmuştur. Sakın bu oyunlara gelmeyin. Sakın devletinize yan gözle bakmayın! Bu devletçi söylem dizinin ruhunu oluşturuyor.
Devlet, bu kadar merkeze konulup kutsal hale gelince, hemen herkes aniden hain olabiliyor. Bir bakıyorsunuz Melikşah ve Nizamülmülk hanedan boylarını ve liderlerini hain ilan ediyor. Bir bakıyorsunuz hanedan boyları ve liderleri (Tekiş, Turanşah vs.) Melikşah’ı devlet düşmanlarıyla mücadele edemeyen bir beceriksiz ve hain gibi görüyorlar. Bir bakmışsınız geçmişte Melikşah’ın eşi Başulu casus ve hain ilan edilip saraydan gönderiliyor ve Melikşah tüm bu entrikalardan habersiz. Oğlu Sencer, bir ara hain ilan ediliyor ve yargılanıyor. Bir bakmışsınız Nizamülmülk, mülkün nizamı, hain ilan ediliyor! Kısacası; hemen herkes potansiyel hain! Artık Bâtınileri, Kuvel Kalesindekileri ve daha nice dışardan devlete musallat olanları saymıyoruz. Onlar zaten tescilli hainler!
Peki dizide Gazali ve Ömer Hayyam gibi ilim insanları nerede?
Bu şahsiyetler hep devletle (Melikşah ve Nizamülmülk) iç içe ama daha çok dizide dolgu malzemesi olarak kullanılmış. Merkezi şahsiyetlerin etrafında duran ve onlara hizmet eden zavallılar! Bunların eğitim, bilim ve düşünce hayatında nasıl bir rol oynadıkları pek fazla yansıtılmıyor. Merkezde devlet ve siyaset olunca, onlar kıyıda-köşede kalıyor.
Evet, bir belgesel beklemiyoruz, ama bu kurgu “bize” ait bir kurgu değil! Melikşah ve Nizamülmülk kadar Gazali ve Ömer Hayyam da ciddiye alınsaydı, geçmişten günümüze görkemli bir ilim ve düşünce hayatı da yansıtılabilir ve böylece gençlere tarihimizin kanlı sayfalardan ibaret olmadığı, insanlığa ışık tutan bir tarih olduğu da anlatılabilirdi.