Fehmi Koru; büyük bir sürpriz yaptı ve “söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil” diyerek, “kalemini susturmayı” tercih etti.
Çok “ağır” bir karar aldı.
Bildiğiniz gibi, ben aslında televizyon kökenli bir medya mensubuyum. 10 yıl televizyonda habercilik ve programcılık yaptım. Hala yapmaya çalışıyorum.
“Yazmayı” hayal etmemiştim.
Üzerimde emeği olan bir “büyüğümün” tavsiyesi ve desteği ile “yazmak gerek” dedim ve yola çıktım.
Fehmi Koru, rahmetli M. Ali Birant, ömrü uzun olsun Taha Akyol, eski Mehmet Barlas gibi bir çok değerli duayen, Türkiye’deki gündeme ilişkin yaptıkları yorumlarla, bizim televizyona destek verirlerdi.
İşte ben bu yıllarda tanıdım Fehmi Koru’yu. Yıl 2009-2010.
“Yazmam gerek” kararımı verdikten sonra, Fehmi Koru’ya fikirlerimi açtım, o da sağ olsun kabul etti ve onun “ustalığının” gölgesinde yazılarımı yazmaya başladım.
Telefonla görüşmelerimiz dışında, onunla hiç yüz yüze gelmedik. Birbirimizi “metin analizlerinden” tanıyoruz anlayacağınız.
O benim yazılarımı çoğunlukla “sert” buldu. Daha uygun kelimelerle yazılarımı yumuşattı, yön verdi. Serde Arnavutluk var. Biz biraz sert milletiz. Burnumuzun dikine gideriz. İnandığımızdan kolay kolay geri dönmeyiz. Türkler o nedenle bize “Arnavut” demiş. “Geri dönmez”.
İlk yazım, 31 Ocak 2017 tarihinde; “Balkanlar: bir beraberlik hikayesi mi, bir hegemonya öyküsü mü?” başlığı ile Ocak Medya’da yayınlandı. Ve öylece devam ettik.
Anlayacağınız 3 yılı aşmış yazılarımız. Zaman hızlı geçiyor.
Bir yıl önce, “Türkiye’ye gitmek ve orada gazetecilik yapmak” kararını vermiştim.
Türkiye’de işimin “kolay” olmayacağının elbette farkındaydım. Hele benim gibi, inandığı şeylerin peşinden giden biri için.
Tarih, toplum, siyaset, uluslararası ilişkiler gibi, mesleğimde gerekli olan konularda, bilgi birikimimi daha da geliştirmeye, Türkçe’nin ve Arnavutça’nın yanına, İngilizceyi de ilave etmeye başladım. Kursa başladım.
İşte tam bu hazırlıkların içindeyken, Fehmi Koru’nun kalemini “susturma” kararını öğrendim.
Gerekçelerini “kısa” yazısında açıklamış.
Ben ne diyebilirim ki? Sarsıldım sadece.
Bir iki gün düşündüm. “Onu” anlamaya çalıştım, kusuruma bakmasın, ama “anlayamadım”.
“Usta resmen çekilmişti”
Peki, “çırak ne yapmalıydı?”
Kafam hep bu sualin cevabını aradı.
Usta yazmazsa, çırağın ne haddine dedim, kendi kendime.
Birlikte bir medeniyet kurduğumuz “büyük ailemiz-birbirlerini gördüğünde akrabasını gördüğünü hisseden insanlar topluluğu”, çok uzun zamandır; suskun, ezik, boynu bükük, çaresiz, korkak, bezgin, yönünü kestiremeyen bir vaziyette.
Milletimizin bu “garip halini” uzun zamandır anlamaya çalışıyorum. Bu toplum neden “suskun”? Bu durumun “sosyolojik tanımı” ne? Çok değer verdiğim bu “büyük aile” mi “beş para etmez”, ona “liderlik edenler mi?”.
Bu millet neden “ayağa kalkamaz”? Yoksa bu milleti ayağa kaldırabilecek liderler mi yok?
Yazarları-şairleri haykırmayan bir milletin, kendisi haykırabilir mi?
Sanırım bir yazımda “Kılıçdaroğlu hapse girmeli” diye yazdığım bir cümlemi hatırlıyorum. Yol bulamayan bu topluma, “en çarpıcı” bir şekilde bir örnek sunmalı, liderler. “İlk kurşunu liderler yemeli”, demeye çalışmıştım.
Velhasıl, toplumun büyük bir şok yemeden kendine gelmesini mümkün görmediğimi ve liderlerin öne geçmesinin zaruretini anlatmaya çalışmıştım.
Toplum, içine sokulduğu “mankurtlaştırılma sürecinde” mahvolmak üzere. 1900’lerden bu yana tam yüzyıl kaybettik, ikinci bir yüzyılı kaybetme sürecine girdik. Belki de 200 yıl. Yıkım kaçınılmaz. Ama toplum farkında değil. Kımıldayamıyor. Hipnotize olmuş vaziyette.
İşte bu “ahval ve şerait içinde”, belki liderler en kötüye maruz kalırlarsa, “beyni uyuşmuş topluma” örnek teşkil edebilirler, toplumu silkeleyebilirler diye düşündüm.
Ama olmadı, hiçbir lider kolunu bile kımıldatmadı. Hanımların “altın günü” tadında salı grup toplantılarından bir adım öteye geçemediler.
Güç, memlekette her şeye hakim oldu. Çözümün ve kararın tek belirleyicisi, adaletin tek terazisi “güç” oldu.
Oyunu kuran da “güç”, oyunu bozabilecek olan da güç.
Söz anlamsızlaştı.
Fehmi Koru da bu yüzden mi “bezdi?” Bilmiyorum.
Fehmi Koru’nun bu kararı, benim de kendime; “sen ne yapıyorsun, senin neye gücün yeter ki?”, sorusunu sormama neden oldu.
Cevabım yok, belki de bildiğim cevaptan kendim de korkuyorum.
Yenildik mi? Vatanseverler yenildi mi?
Vatana-millete kastedenler, vatanseverleri yendi mi?
Beş para etmeyen “biz miyiz, toplum mu?”
Bilmiyorum.
Bildiğim tek şey, “usta yazmazsa, çırak yazamaz”. Ne haddine?
Bağışlayın ve hepiniz Allaha emanet olun.
“Usta” da kendine iyi baksın.