Zorlu, İnönü gibi önceliği Türkiye’nin Batılı kurumlara etkin katılımına ayırır. Türkiye’nin OECD’ye katılması bunun ilk adımıdır. 1959’da AET’ye üyelik başvurusu da Zorlu’nun Dışişleri Bakanlığı döneminin önceliğidir.
1.Dünya Savaşı sonrası yeni bir dünya düzeni kurulur. Cumhurbaşkanı İnönü bu düzende ülkesi için güvenli bir yer aramaktadır. Churchill ve özellikle Stalin’in dayatmalarına karşın savaşın dışında kalabilmeyi başarmış, savaş sonrası da değişen dünya dengelerini dikkate alarak ülkeyi hızla demokratik dünyaya entegre etmeye yönelmiştir. Kurtuluş Savaşı’nda Batılı işgalcileri alt etmesine rağmen ‘Sevr’e zihinsel olarak takılıp kalmayan Atatürk yeni Cumhuriyeti nasıl muassır Batı medeniyetini örnek alarak kodlamışsa, İnönü de Türkiye’yi ‘yeni dünya’ya sabırla hazırlamaktadır. İçerde rejimi ustalıkla reforme eder. ‘Milli Şef’ olmasına rağmen, ‘tek adam’ yönetimlerinin dünyada yenilişini erken kavrayarak, ülkenin çok partili hayata geçişinin öncüsü olur. 1950 seçimlerini, ‘benim en büyük yenilgim, ülkenin en büyük başarısı oldu’ diye değerlendirerek demokrasinin önünü açar.
Savaş esnasında tarafsız kalan ve yalnızlaşan ülkenin yeni dünyada var oluşunun ‘dışsal’ boyutunu hazırlayan ise Fatin Rüştü Zorlu’dur. Zorlu, parlak bir hariciyeci olarak, Atatürk ve İnönü’nün ‘hedef’ olarak gösterdiği muassır medeniyetle kurumsal entegrasyonu sağlayan en önemli aktörlerden biridir. Robert Schuman ve Jean Monnet nasıl bugünkü AB’nin kurucuları iseler, Fatin Rüştü Zorlu da savaş sonu Türk dış politikasını Batı ve Batılı kurumlara entegre eden kurucusudur. Montrö Sözleşmesi, Hatay sorununun çözümü, Kıbrıs Anayasası’nın hazırlanması, OECD’ye ve NATO’ya üyelik, AB’ye başvuru gibi Türk dış politikasının çok önemli tarihsel kavşaklarında belirleyici rol oynamış olan Fatin Rüştü Zorlu’yu, Batı ve Batılı kurumların yoğun tartışıldığı günümüzde yeniden hatırlamakta fayda var.
ATATÜRK’ÜN MANEVİ OĞLU GİBİYDİ
Büyükelçi Semih Günver’in, ‘Fatin Rüştü Zorlu: Zorro Gibi’[1] adlı biyografisi onu anlamak için iyi bir başvuru kaynağıdır. Kitabı okuyunca, ülke için çok yoğun emek harcamış, çalışkan ve vizyoner bir hariciyeci ve partiler üstü bir siyasetçiye, aynı zamanda ülkenin yakın tarihteki önemli olaylarına tanıklık ediyorsunuz.
Demokrat Parti’nin 1957-1960 yılları arasında Dışişleri Bakanı olan, o dönem hakkında türlü rivayetler çıkarılan Fatin Rüştü Zorlu kimdir?
1910 yılında İstanbul’da doğan, yurt içi ve dışında iyi bir eğitim alan Zorlu, sınavı birincilikle kazanarak Dışişleri Bakanlığı’na girer. Bir resepsiyonda Atatürk’ün en uzun süreli Dışişleri Bakanı olan Tevfik Rüştü Aras’ın eşinin dikkatini çeker. Aras’ın eşi Zorlu’yu kızına uygun görmüştür. Atatürk de konu hakkında bilgilendirilir. Zorlu’nun nişan ve düğünü bizzat Atatürk’ün himayesinde yapılır. Hatta nişanı Cumhuriyet’in 10. yıl kutlama resepsiyonunda 29 Ekim’de yapılır. 27 Mayıs darbecilerinin 16 Eylül 1960’da asarak infaz ettikleri Zorlu’yu Atatürk’ün neredeyse manevi oğlu olarak gördüğü gözden kaçan önemli bir detaydır.
Dışişleri’ne ilk başladığı andan itibaren, vizyoner bir anlayışla inisiyatif alması, sonuca odaklı çalışması ve geleneksel bürokratik kalıplara sığmaması statükocu çevrelerce aykırı bulunur. Yeni bir dünyanın kurulduğunun farkında olan müzakerelerin duayeni, bürokrasi çarkında dönen küçük ayak oyunlarını anlayamaz bile. Türk dış politikası açısından yaşamsal öneme sahip olan Montrö ve Hatay sorunun çözümü ile ilgili heyetlerde yer alması, çok taraflı diplomaside yetkinlik kazanmasını sağlar. 1941 yılında Hitler’in orduları Moskova’ya yaklaşınca, geçici olarak başkent olan Kuybişef’te savaş ortamının tüm yoksunluklarını göze alarak gönüllü tayinle Sovyetler Birliği’nde çalışır. 1944 yılında, Fransa’nın Suriye’nin egemenliğini tanıması üzerine, o sırada Lübnan’da başkonsolos olan Zorlu, Hatay Anlaşması’nın Fransızlar üzerinden Suriye’ye kabul ettirilmesi yönünde önemli inisiyatifler kullanır.
Savaşın sonunda Batı ve Doğu Bloku olarak ikiye bölünen uluslararası sistemde Zorlu, İnönü gibi önceliği Türkiye’nin Batılı kurumlara etkin katılımına ayırır. Dışişlerinde Ticaret Dairesi’nin başında, yanındaki genç kadroyla ülkenin savaş sonundaki yalnızlıktan çıkışı için çalışır. 1948 yılında ülkemizin katıldığı ilk Batılı kurum bugün OECD diye anılan Avrupa İktisadi İşbirliği Teşkilatı bunun ilk adımıdır. Zorlu, iktisadi alt yapının güçlendirilerek ülkenin sanayi ve tarımsal alanlarda kalkınabilmesi için OECD ve diğer uluslararası kuruluşlardan Türkiye’ye fon aktarılması sürecinde büyük çaba harcar. Daha sonra NATO nezdinde Türkiye’nin Daimi Büyükelçisi olur. İki düşman kampa bölünmüş Avrupa’da, ülkenin güvenlik sorununun NATO’ya katılarak çözülmesinde ve askeri alanda gerekli modernizasyonların yapılabilmesinde de Zorlu’nun müdahalesi vardır hep. O dönem elçilikte çalışan genç diplomat Zeki Kuneralp, Zorlu’nun NATO’dan azami derecede yararlanmaya çalışmasını, ‘limonun son suyunu sıkacak kadar’ benzetmesiyle anlatır. Yunanistan’la eş zamanlı olarak NATO’ya katılmamıza rağmen, NATO’nun Ege adalarında yapacağı bir ortak projeyi Lozan Anlaşması’na aykırı olacağı gerekçesiyle iptal ettirir ve Yunanlıların büyük tepkisini çeker.
KIBRIS ONUN DÖNEMİNDE GÜNDEME GELMİŞTİR
Siyaset aklında yokken, eşi tarafından da yakın tanıdığı Menderes’in dikkatini çekmesiyle kendini siyasette bulur. 1954 yılında Demokrat Parti’den Çanakkale Milletvekili olarak Meclis’e girer, kabinede iktisadi işlerden ve Kıbrıs’tan sorumlu devlet bakanı ve başbakan yardımcısı olarak görev alır. Menderes, yoğun dış politika gündemini dönemin Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü ile götüremeyeceğinin farkındadır. Köprülü, uçak korkusu nedeniyle seyahatten hoşlanmayan, uluslararası toplantılara ve çok taraflı diplomasiye ilgi göstermeyen bir Dışişleri Bakanıdır. Örneğin, Avrupa Konseyi dönem başkanlığı Türkiye’ye geldiğinde Köprülü başkanlığı üstlenmeyip, böylesine önemli bir diplomatik misyonu Belçika’ya devretmekte bir sakınca görmez. Oysa Zorlu yaklaşık üç yıllık Dışişleri Bakanlığı döneminde 378 gün ülke dışındaki uluslararası müzakerelere katılmak durumunda kalır.
Hatta bir kez Kıbrıs görüşmeleri için Paris’e gideceği gün, pilotun Esenboğa’daki kötü hava koşulları nedeniyle uçuş yapılamayacağını söylemesine rağmen, bu toplantının Türkiye için yaşamsal önemde olduğunu söyleyerek kendi yaşamını riske atarak gider. Selefi Köprülü’nün ‘Yunanistan’la aramızda Kıbrıs diye bir sorun yok’ demesine rağmen, bakanlığı döneminde önceliğini Kıbrıs konusuna ayırır. 1878’de fiilen, Lozan Anlaşması ile de hukuken terk edilen Kıbrıs, Türkiye’nin gündemine Zorlu sayesinde tekrar girer.
1960 darbesi sonrası idam edilen üç siyasetçiden biri olan Fatin Rüştü’den günümüze çok silik bir iz kalmış, Zorlu’nun neden öldürüldüğü pek sorulmamıştır.
1957 yılında Dışişleri Bakanı olan Zorlu, partili kimliğini kullanmaması, Dışişleri Bakanlığı’na iç politikayı sokmaması ve Menderes’e yakınlığı nedeniyle, muhalefet partilerinden çok kendi partisinden tepkiler görür. Dış ekonomik konular ve Kıbrıs davasına yoğunlaşan Zorlu, kendisi hakkında çıkarılan çeşitli söylenti ve dedikoduların uzun zaman farkına bile varamaz. İç siyasi çekişmelerde başarılı olamasa da Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kuran Zürih ve Londra Anlaşmaları’nın mimarı olarak Türkiye’ye garantörlük statüsü kazandırır.
DE GAULLE, İDAMINI ENGELLEMEK İÇİN ÇABA HARCADI
Türkiye’nin 1959 yılında Ortak Pazar’a (AET) üyelik başvurusu da Zorlu’nun Dışişleri Bakanlığı döneminin bir başka önceliğidir. Yunanistan’ın AET’ye başvurusu üzerine Zorlu, ‘Yunanistan boş havuza atlıyorsa, bizim de atlamamız lazım’ diyerek, yeni dünyada oluşan ekonomik ve siyasi fırsatlardan ülkemizin en etkin şekilde yararlanmasına çalışır. AET’ye başvurudan 1 yıl sonra olan darbe ile sadece Zorlu asılmaz, onun başlattığı AET süreci de askıda kalır. Kamuoyu genelde darbelerin iç politikadaki olumsuz yansımalarına odaklanır, oysa her darbe sadece iç siyasal dengelerin değil, dış dengelerin de bozulmasına neden olur. Darbe sonucu içe kapanan ülkeler, dış dünyadaki ekonomik ve siyasi fırsatları da kaçırır. O dönem devlet politikası olarak kabul edilen 1959’daki AET’ye başvurunun, Ankara Anlaşması ile yürürlüğe girebilmesi darbe nedeniyle 5 yıl gecikir. Sadece 1960 darbesi değil, 1971 askeri muhtırası, 1980 ve diğer darbeler de Türkiye’yi dünyadan koparmaktan başka bir işe yaramamıştır.
1960 darbesi sonrası idam edilen üç siyasetçiden biri olan Fatin Rüştü’den günümüze çok silik bir iz kalmış, Zorlu’nun neden öldürüldüğü pek sorulmamıştır. Buna karşın, Semih Günver idamın ardından yıllar sonra karşılaştığı Batılı devlet adamları ve diplomatların Türkiye’ye bu kadar katkı yapmış devlet adamının niçin öldürüldüğünü gözleri nemli sorduklarını aktarır. 1960 sonrasının baskı ve korku ortamında Türk kamuoyu idamlara sesini çıkaramazken de Gaulle başta olmak üzere tüm Batılı devlet adamlarının idamları durdurabilmek için çok yoğun çaba harcadıkları da pek bilinmez bizim kamuoyunda.
Sonuç olarak, bürokrasinin ve siyasetin küçük hesaplarına ayak uyduramayan Zorlu, imkansızı isteyen mizacıyla, çok kısıtlı hariciye kadrosuna rağmen ‘yeni dünya düzeni’ içinde tüm şartları zorlayarak Türkiye’yi zaman kaybetmeden Batılı kurumlara entegre etmiş, ama 27 Mayıs cuntasının da kurbanı olmuştur.
—
[1] Semih Günver, Fatin Rüştü Zorlu’nun Öyküsü, Z Zorro Gibi, Bilgi Yayınevi, 1985.
Kaynak: Farklı Bakış