Tarih: 26.03.2025 15:56

Unutulmaz dizilere imza atan Osman Sınav hayatını kaybetti

Facebook Twitter Linked-in

Yeni Şafak'tan Samet Karagöz yazdı;

Türk televizyonculuğu ve sineması, zaman zaman sığ sularda boğulmaya yaklaşan bir anlatı denizidir. Fakat o denizde bazı kaptanlar vardır ki rotayı değiştirir, dalgaları göğüsler ve izleyicinin yönünü başka kıyılara çevirir. Osman Sınav, tam da böyle bir kaptandır. Yönetmen, yapımcı ve senarist olarak otuz yılı aşkın kariyerine birçok unutulmaz iş sığdıran Sınav, sadece izlenme oranlarının değil, kültürel kodların da mimarlarından biri olmuştur.

1956 yılında Burdur’da dünyaya gelen Osman Sınav, İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nden mezun olduktan sonra reklamcılıkla başladığı kariyerinde sinemaya yöneldi. Görsel dilin gücünü çok iyi kavrayan bir reklamcı gözüyle, hikâyeciliğin hakkını veren bir yönetmen kafası birleştiğinde ortaya çıkan işlerin sıradan olmasını beklemek zaten mümkün değildi. 1990’lı yılların sonundan itibaren Türk televizyonuna damgasını vuran Osman Sınav, özellikle Deli Yürek, Ekmek Teknesi, Kurtlar Vadisi gibi dizilerle hafızalara kazındı. Onun eserlerinde, yerel ile evrensel, gelenek ile modern, sokak ile devlet her zaman iç içe geçti.

Sınav’ın anlatı dünyasını anlamak için karakterlerine kulak vermek gerekir. Deli Yürekteki Yusuf Miroğlu, adalet ile aşk arasında sıkışan bir halk kahramanıdır. Miroğlu karakteri, post-12 Eylül Türkiye’sinin sancılarını taşıyan, sistemin dışında ama halkın kalbinde bir figürdür. Ayrıca bu hikâye modern bir Köroğlu uyarlamasıdır. Aynı şekilde Kurtlar Vadisinin ilk sezonlarında derin devlet, istihbarat, mafya ve dış politika gibi kavramlar ilk kez bu kadar açık ve sert bir dille ekrana taşınmıştır. Dizinin ilerleyen sezonlarında Sınav’ın olmaması bu sertliğin ve derinliğin yavaş yavaş kaybolmasına neden olmuştur ki bu da onun dokunuşunun ne kadar belirleyici olduğunu gösterir.

Osman Sınav’ın eserlerindeki bir diğer önemli unsur ise mekândır. İstanbul’un arka sokakları, Karadeniz’in sisli dağları ya da Doğu’nun kadim taş kentleri… Her biri hikâyeye ruh katar, karakterin iç dünyasını tamamlar. Onun sinemasında mekân, bir süs değil, bir oyuncudur adeta. Işık, müzik ve diyaloglarla bezediği bu dünyada izleyici, sadece izlemekle kalmaz; hisseder, düşünür, sorgular.

Kuşkusuz Osman Sınav’ı önemli kılan yalnızca teknik becerileri ya da reyting başarısı değildir. O, Türk toplumunun geçirdiği dönüşümleri çok iyi gözlemleyen ve bunu senaryolarına ustaca yediren bir anlatıcıdır. Milliyetçilik, adalet arayışı, ahlaki değerler, aile bağları gibi temalar eserlerinde sıklıkla işlenir. Ancak bunu didaktik ya da slogancı bir dille değil; karakterlerin yaşantısı ve çatışmaları üzerinden, izleyiciyi de sürece dahil ederek yapar.

Ancak Osman Sınav’ın yaratıcı dehası yalnızca televizyon ekranına sığmaz. Sinema onun için her zaman daha kişisel, daha içsel bir alan oldu. Bu noktada özel bir yapımdan bahsetmek gerekir: Uzun Hikâye. Mustafa Kutlu’nun aynı adlı eserinden uyarlanan bu film, Sınav’ın edebiyatla olan yakın bağının ve anlatıya duyduğu saygının en önemli göstergelerindendir. [Sınav’ın bir röportajında üç tane İsmet Özel şiiri okuyamayan adama ben oyuncu demiyorum, dediğini de unutmayalım] Uzun Hikâye, gündelik hayatın içinden çıkan küçük ama derin hikâyeleri anlatan, yavaş akan ama içe işleyen bir film olarak, hem Kutlu’nun edebi dünyasına hem de Sınav’ın sinemasına özgü sadeliği ve derinliği bir arada barındırır. Bu uyarlama, bir yapıtı sadece filme çekmek değil, onun ruhunu sinemaya tercüme etmeyi başaran nadir örneklerden biridir.

Bugün hâlâ televizyon ya da dijital platformlarda Osman Sınav imzasını taşıyan bir iş gördüğümüzde, ister istemez dikkat kesiliyoruz. Çünkü o, izleyiciye sadece bir hikâye sunmaz; bir duruş, bir bakış açısı ve en önemlisi, bir duygu bırakır. Yıllar geçse de Yusuf Miroğlu’nun bakışı ya da “Ekmek Teknesi”ndeki Heredot Cevdet’in felsefesi kulağımızda çınlamaya devam ediyorsa, bu Sınav’ın zamana karşı kazandığı bir sınavdır.

Osman Sınav sadece bir yönetmen değildi; bir kültür işçisiydi. O, Türkiye’nin hikâyesini anlatmaya çalışan, bazen sorgulayan, bazen sahiplenen ama her zaman hisseden bir anlatıcıydı. Türk televizyonunun gerçek ustalarından biri olarak anılacaktır.

Mekânı cennet olsun.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —