Üniversitelerdeki Rektörlük Savaşı

Şakir Diclehan Yazdı;

Üniversitelerdeki Rektörlük Savaşı

Her memleketin birinci kültür ve düşünce kurumu üniversitedir kuşkusuz. Gerek teknik alanda, gerek sosyal bilimler alanında, gerek pozitif ve edebiyat alanlarında birinci derecede söz sahibinin, üniversite olması gerekmez mi?

Bilim, sanat ve edebiyat alanlarda yetkiyle kalem oynatması ve bol sayıda orijinal eserler vermiş olması, bunları ülkenin insanına ulaştırması ve yaygın hale getirmesi, yerli edebiyat ve yerli düşünce köklerine kadar gidebilmesi ve ışık tutması olmuş mudur?

Bu açıdan üniversitelere baktığımız zaman başlangıçta “tercüme üniversite” aşamasından “kitap yazma” safhasına bir türlü geçememiştir… 18. Yüzyıl Batı düşüncesinin seviyesini aşamamış ve Tek parti döneminin ürünü ve dayatması olan Kemalizm’in iflah olmaz kurbanı olmuştur.

Üniversiteyi, üç ayrı noktadan ele almak gerekir. Eser, Hoca ve idare yönünden… Bu açıdan olaya baktığımız zaman, içinde bulunduğumuz ve bir buhran geçirdiği gözle görülürcesine belli olan bu kurum hakkında dikkati çekecek en ufak bir düzeltme ve düzenlemenin yapılmadığını da tanıklık etmekteyiz.

Üniversitelerdeki hocaların, dişe dokunur yüzlerce eserin sahibi olmaları gerekirken, ses getirecek ve gelecek kuşaklara bırakılacak bir tek eserin sahibi olmadıklarını görmekteyiz. Bunun acısını çeken ve derdi olan hocaların bulunmadığını da dile getirmek zorundayız.

Bin yılı aşkın bir zamandan beri içinde yaşadığımız ve hala da içinde bulunduğumuz İslam Medeniyetinin üzerinde duran, İslami İlimler ve İlahiyat adları altında faaliyet gösteren fakültelerimizin bir çalışma ve incelemeleri var mıdır? Bu konuda oldukça yayadırlar ne yazık ki… İslam uygarlığı üzerinde durmadıkları gibi Batıdan daha çok batıcıdırlar. Batıda yine az çok İslam’ın medeniyet vetiresi ve süreci üzerinde duranların olduğunu görmekteyiz. Bazı peşin yargıların yanı sıra bazı gerçeklere dokunanları da vardır Batı dünyasında…

Milletlerarası alanda isim yapmış, eserleriyle dünyaca tanınmış hangi bilgini yetiştirdiler? Tarih, edebiyat, tıp ve pozitif alanlarda hangi orijinal eser ve görüşlerin sahibidirler?

1980’li yıllara kadar görev yaptığım İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde bilimsel araştırma ve çalışmalara hız verince, hemen bir grubun devreye girerek harekete geçtiklerini üzüntüyle görmüştüm.

Öğretim üye yardımcısı olarak biz, sanki onların unuttuğu ve hatırlatılmasından rahatsız oldukları vicdanın sesiyiz de onun için hemen bizi susturmak istedikleri bir tavır içine girmişlerdi. Çünkü biz, peşin hükümlerin üzerine onlara göre baltayla iniyorduk. Asistan olarak hiçbir çalışmamız için fırsat vermiyor, aksine engel oluyorlardı. Çünkü biz, zihin tembelliğine bu davranış ve çalışmalarımızla savaş açmış bulunuyorduk. Çünkü biz, kolay aktarıcılık yerine belki de kafa çatlatan bir araştırma ve incelemeyi başlatıyorduk… Yangın yerine çevrilmiş bir edebiyat ve kültürü araştırmaya koyulmuştuk… Külleri eşelemeye ve uzun süre ihmal edilmiş halkların düşünce kodları üzerinde kafa yormaya ve dayanılması güç bir sabır gerektiren kütüphanelere kapanmaya niyetlenmiştik…

Üniversitelerimiz, ne yazık ki, bir bilim ocağı olmaktan önce bir siyaset ocağı haline gelmişlerdir. Özellikle Rektör seçimlerde akıl almaz tarzda İlahiyatçı profesörlerin Üniversitelerin idaresine ve tepe noktasına getirilmeleri, açıklanması mümkün olmayan bir paradigmanın ürünüdür.

Benim üniversitede öğretim üye yardımcısı olarak görev yaptığım 1970’li ve 1980’li yıllarda rektörlük söz konusu olunca kimse aday olmak istemezdi. Çünkü idarecilik, o hocayı, araştırma yapmak ve bilimsel alanda çalışmaktan alıkoyan bir görev olarak görülüyor ve öyle telakki ediliyordu.

Günümüzde ise, bir rektörlük kadrosu açılınca, onlarca değil, yüzlerce profesör hemen sıraya girmekte ve kendilerinin bu makama atanması için politikacıları devreye sokarak Cumhurbaşkanına ulaşmanın yolunu ve ona etki etmenin yordamını aramakta ve olmaması gereken yöntemlere başvurdukları görülmektedir.

Son olarak Marmara Bölgesinde işini ciddi, tarafsız ve vicdanının sesini duyarak yapan bir Rektöre Hanımı Ankara’ya çağırıyor ve politikacıların isteklerini yerine getirmediği için, İstifaya davet ediyor ve zorunlu olarak istifa ettiriyorlar. Ardından da aynı rektörlük için 55 kişi müracaat ederek mülakata tabi olmak için sıraya giriyorlar.

Üniversitelerdeki buhranın temeli, yanlış uygulama ve kanunlardan ötürüdür. Görünüş ne olursa olsun amansız bir krizin pençesine düşmüş bulunmaktadırlar. Politika ve partizanlık ocağı haline gelmesinin nedeni, şu anda uygulanmakta olan Yüksek Öğretim Kanunu’dur. Yani atın önüne et, aslanın önüne ot atılması gibi yanlış bir politika ve hatalı bir anlayış yüzünden harap ve türap olmuşlardır üniversitelerimiz…

 

Kaynak: Farklı Bakış