Geçen haftalar içerisinde NATO’ya girmek için Türkiye’nin onayına ihtiyacı olan, Türkiye – İsveç ve Finlandiya arasında yapılmış üçlü mutabakata / üçlü ahitname taahhüdüne rağmen Türkiye ve İslâm karşıtı bazı pis ve iğrenç eylemler, İsveç polisi koruması altında “ifade özgürlüğü (!)” kapsamında hayata geçirilmiştir:
• Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın maketi yapılıp ayaklarından asılması, yerlere atılıp, sürüklenmesi,
•Peygamberimiz Hz. Muhammed’e (sas.) hakaretler, küfürler yapılması,
•21 Ocak 2023’de İsveç’in Başkenti Stockholm’de Türkiye Büyükelçiliği önünde polis koruması altında Kur’an-ı Kerim yakılarak Türkiye’ye ve Tüm İslâm Ülkelerine, Müslümanlara meydan okunması ve hakaret edilmesi,
•Dikkat çekici olan, Danimarka-İsveç vatandaşı ve Danimarkalı ırkçı, Sıkı Yön (Stram Kurs) Partisi lideri Rasmus Paludan’ın Kur’an-ı Kerim’i yakma eylemini Danimarka’da değil de İsveç’te, diğer İslâm ülkelerinin büyükelçilikleri önünde değil de Türkiye’nin Stockholm Büyükelçiliği önünde, gerçekleştirmiş olmasıdır.
•İsveç’te PKK terör örgütü iltisaklı gruplarca Türkiye karşıtı eylemler gerçekleştirilmesine müsaade edilmesi, göz yumulması,
•Yukarıda ifade edilen eylemlerin yapılmasına ilişkin iznin verilmesi ile Türkiye Dışişleri Bakanlığı, İsveç Ankara Büyükelçisini çağırarak verilen izinlerin ve eylemlerin iptal edilmesi istenmiştir. Buna rağmen bu izinler ifade özgürlüğü (!) kapsamında verilmiş ve eylemler polis koruması altında hayata geçirilmiştir.
•AB ve İsveç yasalarına göre “Kur’an yakmanın bir nefret suçu, ayrımcılık suçu, din ve inanç özgürlüğüne karşı yapılmış bir eylem olması”na rağmen hiçbir yasal işlem yapılmayıp eylemin fikir özgürlüğü kapsamına sokulması.
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a ve Kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’e yapılan bu saygısız eylemleri ve bunlara izin verenleri, göz yumanları, işin için de olanları şiddetle ve nefretle kınıyoruz…
Hangi dinden, inançtan olursa olsun insanların inandığı değerler üzerinden yapılan bu tür eylemleri; düşünen, uygulayan, makul ve meşru gören, ifade özgürlüğü olarak algılayıp yorumlayan ve teşvik eden tüm davranışları ve bunlara destek verenleri, bunlardan siyasi çıkar bekleyenleri şiddetle ve nefretle lanetliyoruz.
Bu ve buna benzer meseleleri, sadece kınama, lanetleme ile yetinir arka planda var olan çatışmalar göz önüne alınmaz ve bu mücadeleler kapsamında olaylara stratejik bakılmaz ve stratejik tedbirler alınmazsa çok yanılır ve çok ağır bedeller ödenir. Bu nedenle bu tür olayları, iç, bölgesel ve küresel dinamikler açısından ele alıp değerlendirmek gerekmektedir.
İsveç ‘in içi dinamikleri açısından olaya bakıldığında NATO ve Varşova Paktı ülkeleri arasında yaklaşık 70 yıldır tarafsızlığını koruyan İsveç’in, NATO’ya girme kararını, kendi özgür iradesi ile vermemiş, ABD’nin yoğun baskısı altında kalarak bu kararı vermiş olduğunu görürüz. Ukrayna’nın ABD ve Siyonizm tarafından Rusya ile savaşa sokulması ile meydana gelen son durum rahatsız edici ve ürkütücüdür. ABD cephede savaşmazken, Ukrayna halkı ölmekte, ülke harabeye dönmekte ve yoğun bir iç ve dış göç yaşanmaktadır. Muhtemeldir ki İsveç devleti, değişen hükümetle birlikte NATO’ya girme kararını askıya almak istemiş olabilir. Bunun için, muhtemelen, Türkiye ile yapılmış olan üçlü taahhütnameyi ciddi bir şekilde ihlal ederek, gereğini yapmayarak Türkiye’nin İsveç’in NATO’ya girmesini engellemesini sağlamak stratejisi öngörmüş olabilir. Bu nedenle Türkiye’nin uyarılarına rağmen Danimarkalı bir siyasi parti lideri olan, ruh hastası Rasmus Paludan’ın İsveç’te Türk Büyükelçiliği önünde Kur’an yakma eylemine ve PKK eylemlerine polis koruması altında izin vermişlerdir.
Eğer amaç İslâm’a ve Müslümanlara hakaret ise Kur’an yakma eylemini, Danimarka’da ve diğer İslâm ülkelerinin Büyükelçilikleri önünde yapabilirdi. Eylem için İsveç ve Türkiye Büyükelçiliği özellikle seçilmiştir. Bir taraftan bu eylemlerle, Türkiye’nin söz konusu taahhütnameyi meclise sevk etmesi engellenmiştir. Diğer taraftan da bu konuda ABD ile Türkiye arasında var olan fay hattına enerji yüklenmiştir. Önümüzdeki günler bu fay hattında Türkiye açısından istenmedik hareketler olabilir.
Bölgesel dinamikler açısından baktığımızda Rusya hem İsveç hem de Finlandiya’nın NATO’ya girmesine karşıdır. Bu nedenle de böyle bir eylemin yapılmasına katkı sağlamış hatta planlamış da olabilir. Bu bağlamda “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşmiştir.” diyen Fransa’da Rusya gibi davranmış olabilir. AB NATO’nun dışında bir “Avrupa Ordusu” inşa etmek istemektedir. ABD, buna şiddetle karşı çıkmıştır. Fransa bunda ısrar ettiği bir dönemde ABD Ukrayna savaşını teşvik edip başlatmış ve tüm AB ülkelerinin Rusya ile karşı karşıya gelmesini sağlamıştır. Rusya – Ukrayna savaşında ABD’nin hiçbir zararı olmazken AB ülkeleri enerji, tahıl ve yedek parça konusunda ciddi sıkıntılar yaşamaktadır.
Küresel dinamikler açısından meseleye bakıldığında bugün öne çıkan iki güç merkezi söz konusudur: Bunlar ABD ve Çin’dir.
ABD Çin’le mücadele ederken AB’yi yanında görmek, safına katmak istemektedir. Oysa başta Fransa olmak üzere AB, ABD’den bağımsız bir politika ve NATO’dan ayrı bir AB ordusu oluşturmak istemektedir. Bu nedenle de Rusya- Çin ile iyi ilişkiler kurmakta ve Çin’in; “Bir kuşak, bir yol” projesini desteklemekteydi. Ukrayna- Rusya savaşı ABD tarafından AB’yi Rusya- Çin ekseninden koparmak için bir araç olarak kullanmış olabilir.
Bu eksenler açısından meseleye bakıldığında İsveç’teki son eylemler, ABD’nin işine gelmemeli ve ABD tarafından tercih edilen eylemler olmamalıydı. Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya girmesini ısrarla isteyen ABD’dir. ABD hem bu ülkelere hem de Türkiye’ye bu konuda baskı yapmaktadır. İsveç’te yapılan son eylemlerin Türkiye- İsveç- Finlandiya arasında yapılan üçlü ahitnameye / taahhütnameye aykırı olduğunu görmemesi, bilmemesi mümkün değildir. Öyleyse, “Eylemlerin engellenmesi için niçin hareket etmemiş, hareket etmiş ise niçin etkili olamamıştır? sorusunun cevabı bulunmalıdır. Yeni İsveç hükümeti, Ukrayna’nın başına gelenleri görerek Rusya’nın ve Fransa’nın desteğini de alarak ABD’nin isteklerini ret etmiş olabilir.
Türkiye dinamikleri açısından bakıldığında İsveç, üçlü taahhütnamede belirtilen ve yerine getirilmesi gereken şartların hiçbirini yerine getirmemiştir. İsveç’te meydana gelen yukarıda belirtilen son olaylar, geçmiş döneme nazaran İsveç’in NATO’ya girmemesi gerektiği noktasında Türkiye’nin elini çok kuvvetlendirmiştir. Bu durum, Türkiye’nin son yıllarda uyguladığı başarılı denge stratejisi / politikası açısından önemli bir fırsattır. Türkiye bu son olaylarla ilgili İsveç yönetimini uyarmış ve protesto etmiştir. Ayrıca İsveç Meclis Başkanı Andreas Norlen ile Savunma Bakanı Jonson’ın Türkiye’ye yapacağı ziyareti iptal etmiştir. Şüphesiz ki bunlar önemli tavırlardır, gerekir fakat yetmez.
Türkiye bu eylemlerine ek olarak aşağıdaki eylemleri de hızlı bir şekilde yerine getirmelidir:
•İsveç Devletinin başta Türkiye olmak üzere halkı Müslüman olan tüm İslâm ülkelerinden ve Müslümanlardan özür dilemesi istenmeli ve bunda da ısrarcı olunmalıdır.
•İslâm İşbirliği Teşkilatı acilen toplantıya çağrılıp İsveç’e karşı hem kınama hem de yaptırım kararı alınması için girişimde bulunmalıdır.
•İsveç özür dilemez, eylemcilerle ilgili suç duyurusunda bulunup mahkemeye sevkleri sağlanmazsa tüm İslâm Ülkeleri Büyükelçiliklerini geri çekme, İsveç’inkileri ise ülkelerine geri gönderme kararı alıp uygulamaya sokmalıdır. İsveç’e ekonomik boykot ve ambargo uygulanması sağlanmalıdır.
•AHİM kararları kapsamında İsveç yönetimi için suç duyurusunda bulunup mahkemeye başvurulmalıdır.
•İsveç bu istenenleri yapmazsa Türkiye, İsveç ile imzalanan üçlü Taahütnameyi iptal ederek İsveç’in NATO’ya girmesine karşı çıkmalı ve engellemelidir. Bu konuda ABD’nin yapacağı baskı ve yıpratma hareketlerine karşı Türkiye hem iç kamuoyuna hem de dünya kamuoyunu aydınlatıcı malzeme sunmalı ve bir psikolojik harekât geliştirmelidir.
•Türkiye; BM’nin toplantı yapmasını, BM çatısı altında İsveç’in kınanmasını ve özür dilemesini sağlanmalıdır.
Bölgesel bir güç haline gelen Türkiye, bütün bu gelişmeleri göz önüne alarak İslâm dünyasındaki yönetimlerle arasındaki ihtilafları ittifaka çevirecek bir üst strateji geliştirmelidir.
Bölgesel bir güç haline gelen Türkiye’nin dış baskı ve tuzaklara karşı millî meselelerde ülke içerisinde tek sesi haline gelmesi, bütünleşmesi, farklı bakış ve düşünceleri kucaklayacak tarzda bir dil kullanması ve bir tavır belirlemesi hayatı öneme sahiptir.
Unutmayın;
“Gerçek şu ki, onlar hileli-düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları yerinden oynatacak da olsa, Allah katında onlara hazırlanmış bir düzen vardır.” (14 İbrahim 46)
Henüz vakit varken!