İstanbul Sözleşmesi metninin hukuki alana ilişkin düzenlemeler içeriyor oluşu bir yandan toplumsal dokunun doğrudan etkilenmesini kolaylaştırırken, diğer yandan devlet organlarını, sivil toplumu ve medyayı da çizdiği çerçeveye uygun bir misyon üstlenmeleri noktasında vazifelendiriyor. Hatta bir bakıma Türkiye’nin “açık toplum” olmasını teminat altına almış oluyor. Şiddeti ortaya çıkaran çok katmanlı nedenleri görmeden ideolojik körlükle hareket eden birtakım özel kurumların açıklamalarında, İstanbul Sözleşmesi’nin korunması, etkin bir biçimde ve kararlılıkla uygulanması gerektiği vurgulandı.
İstanbul Sözleşmesi’nin temel problemi, Türkiye’nin toplumsal şartları ile örtüşmemesidir. Özellikle farklı ve gelenek ile beslenen bir toplum yapımızın olması sebebiyle, postmodern Batı düşüncesine dair bir çıkarım ile oluşturulan, Batının kültürel göreceliği ve akışkan kimlik telakkisi ile donatılmış metne temel itirazlar da buradan kaynaklanmaktadır.
İstanbul Sözleşmesi’ne dair tartışma zemininin, şiddeti önlemeye dair uzlaşı ve çözüm üretmekten gün geçtikçe uzaklaştığı son derece açık. Sözleşme’yi fetişleştirerek savunanların Sözleşme olmadan kadınların korunamayacağını iddia etmeleri ne kadar indirgemeci bir bakış açısı ise, Sözleşme’den çekilmekle aile ve toplumsal yapımızın tehdit ve sorunlardan tümüyle arınacağını düşünmek de o kadar indirgemecidir.
Zira düşünsel planda kendisine şerh düşülmesine izin vermeyen, dinî anlayışları marjinalleştiren, geleneksel değerleri hor gören, dayatmacı, üstenci İstanbul Sözleşmesi feshedilse bile şu andaki sıkıntıların kaynağı sadece Sözleşme değil, çıkarılan yasalardır. CEDAW gibi uluslararası antlaşmalara uyum sağlamak düşüncesiyle oluşturulmuş yasalar da gözden geçirilmeli, özellikle 6284 Sayılı Kanun’da mutlaka değişiklik yapılmalıdır.
Hiç kuşkusuz İstanbul Sözleşmesi ile ilgili tek konu kadına yönelik şiddet değil. Asıl itiraz onun cinsiyetleri birbirine karıştıran ve belirsizleştiren dilidir. İstanbul Sözleşmesi, zinayı ve fuhşu normal görmekte, yasaklanmasına karşı çıkmaktadır.
Zira postmodern dönemde seküler Batı dünyasında ahlaka savaş açıldığı için mesela ahlakın öngördüğü bir müeyyideyi uygulamak şiddet diye algılanmakta, yorumlanmakta ve değerlendirilmektedir. Eşcinsellikle, zina ile ilgili Kur’ân ayetlerinde var olan kınama, şiddet olarak algılanmakta ve de tepki verilmektedir.
Ana omurgasını oluşturan kavramların tamamı seküler aklın rehberliğinde hazırlanan İstanbul Sözleşmesi’ni dayanak edinerek bu milletin inanç sistemine, ahlak sistemine, değer sistemine saldırılmaktadır! İstanbul Sözleşmesi bu gerçeğin görülmemesi için kadına şiddeti paratoner olarak kullanmakta, dini, geleneği, töreyi, namusu şiddetin kaynağı şeklinde kodlamaktadır.
Buna mukabil kumar, içki, uyuşturucu madde bağımlılığı, ahlaki yozlaşma, cehalet, bencilliği körükleyen aşırı bireycilik, kapitalizmin neden olduğu yoksulluk ve işsizlik, psikolojik sorunlar, dinden uzaklaşma gibi şiddetin birçok nedeni kasıtlı olarak göz ardı edilmektedir.
Bizim inanç ve kültür yapımızda, aile yapımıza dair, uluslar arası belgelerden çok daha nitelikli belgeler var.
En başta Kur’ân ve Sünnet, insan ve aile konusunda hayatı ve kâinatı kuşatan bir enginliğe sahip. Her türlü fahşa ve münkerin kol gezdiği yaşadığımız düzende Müslüman olarak unuttuğumuz namaz ve zekâtla birlikte, hatta onlardan önce zikredilen “emri bi’l-maruf nehyi ani’l-münker farzını yerine getirmeliyiz.
Dergideki Bazı Başlıklar Şöyle:
İstanbul Sözleşmesi’ne Ruhunu Veren İdeoloji / Muharrem BALCI
İstanbul Sözleşmesi’ndeki Şiddetin Felsefi Arka Planı / Burhanettin CAN
Sapkınlıkların Normalleştirilmesi ve İstanbul Sözleşmesi / İlhan AKKURT
Baroda Birden Fazla Baro Kuruluşu / Necati CEYLAN
Korona Günlerinde Ölüm ve Toplumsal Hafıza İlişkisi / Türkan PAPUŞCUOĞLU
Degiye www.umran.com.tr ve seçkin kitapçılardan temin edebilirsiniz