Suriyelilerin ömrü müstebit ve mezhepçi uygulamalarla, siyasi, iktisadi ve toplumsal hayatın her alanında baskı uygulayan Baas ideolojisine yaslanan zalim Esed rejiminin insanların gelecekleri ve hayalleri üzerinde yıllarca tahakküm kurmasıyla geçti. Deraa’da devrim ateşinin yandığı Mart 2011’den sonra ise hayatları sırasıyla türlü badireler içeren devrim, çatışma, iç savaş, fitne, uluslararası savaş ve tekrar devrim aşamalarını atlattı. En başından söylemek gerekir ki Suriye’de yaşanan gerçek manada devrimdi fakat doğrultusu farklıydı. Kim ne derse desin bir kere isyan askerî ve istihbari kurumlarıyla ülkeyi bir “sessizlik cumhuriyeti”ne dönüştüren rejimin tabii bir sonucuydu. Çünkü yıllarca ülkede ağzını açan herkes susturuldu, her türlü muhalif ses ya hapishanelerde öldürüldü ya göç ettirilerek boğuldu. Hortlak konumundaki şebbihalar kanunların hatta devletin üstünde oldukları için kimse onları yaptıkları usulsüz işler ve işledikleri suçlar sebebiyle sorgulayamaz, yargılayamazdı. Büyük yolsuzluklara imza atan demir yumruklu rejim sayesinde, ülke eğitim, tarım ve sanayi alanlarında geliştirilmek yerine sistematik bir şekilde kasten tahrip edildi ve Suriye adım adım patlama noktasına getirildi. Şairler şehri Şam’ın canına okundu mesela, diğer şehirlerin durumu da çok farklı değildi. Cennet gibi akan Berada nehrine kanalizasyon sularını bıraktılar. Hafız Esed ülkeyi ve çok fakir olan kendi memleketi Lazkiye’yi geliştirmek yerine alternatif tüm kapıları kapattı. Zira kendi mezhebindekileri istihbarat ve orduya katmak, onları çoğunluğa karşı mezhepçi bir rotada seferber etmek istediğinden kendi bölgesini geliştirmedi.
Tarihin yeniden uyandığı Ortadoğu intifadalarıyla Tunus ve Mısır’dan esen rüzgârların Suriyeliler için imkânsızı mümkün kılması, hayallerin ve ümitlerin geri dönüşü gibiydi. İlk etapta protestolar gelişigüzeldi, sistemli ve planlı değildi, lidersizdi. Kaldı ki diktatörlüklerde muhaliflerin belli bir liderliğe sahip olması çok zordur. Çünkü ortaya çıkan her tür liderliği hemen ortadan kaldıran bir mekanizma vardır. Atılan sloganların da ortaya koyduğu üzere özgür ve haysiyetli bir hayat en temel talepti. Zalim rejimden kurtularak düşünce ve ifade özgürlüğü, toplanma özgürlüğü ile yönetimin seçimle el değiştireceği tarzda siyasi sistemin ıslahı, vatandaşlık fikrinin yerleşmesi, devlet kurumlarının bir devlet gibi şekillenmesi isteniyordu. Esed rejimi ise ülkeyi korumak ve kurumları ayakta tutmak için esaslı reformlar yapmak yerine şiddete ve mezhepçi karta başvurmayı seçti. Aslında çok küçük de olsa birtakım özgürlük alanları açmanın rejimin sonunu getireceğinin farkındaydı.
Tam bir cehenneme dönen Suriye hapishanelerinde işlenen suçların dehşeti ise devrim sonrasında serbest bırakılanların anlatımlarıyla daha iyi anlaşıldı. Hapishanedeki her siyasi tutuklu bedensel ve psikolojik işkence görüyordu. Solcu olup da hapis cezası alanlar oldu ama bunların hiçbiri İslâmcı mahkûmların çektiğini çekmedi. Tedmür Hapishanesi’ndeki İslâmcılar her hafta idam edilenlerin dışında ciddi işkenceler gördü. Devrimin en başında sokağa çıkanların elinde taş dâhil hiçbir şiddet aracı yoktu. Devrim süreci uzadıkça konu salt rejimle halk mücadelesi olmaktan çıkıp IŞİD, PKK, PYD gibi örgütler devreye girdikçe sonradan muhalifleri destekleyen ülkeler rejimi devirme önceliğinden geri adım attılar. Şunun da altını çizmek gerekir ki terör örgütleri odaklı ve askerî-güvenlik perspektifli bir yaklaşım gerekli olmakla birlikte, Suriye’de olup biteni anlama noktasında son derece yetersizdir.
Suriyelilerin yaşadıkları büyük felaket hem karmaşık hem de trajikti. 24 milyonluk nüfusun yarıdan fazlası tehcir edildi, bir milyondan fazla Suriyeli katledildi veya zorla kaybedildi. Oysa insan ülkesinden, ailesinden, hatıralarından ya da çocukluğundan uzakta yaşayamazdı. Suriyeli şair Hayreddin ez-Ziriklî’nin dediği gibi “İnsanın gözü vatanını görmezse/Ne kendisi yaşadığı yerin sakinidir ne de yaşadığı yer onun yuvasıdır.”
Çok şükür, yenilgiye uğratılamayan halk devrimi 8 Aralık 2024’te başarıya ulaşarak faraziyeye dönüşen bir ülkeyi yeniden gerçekliğe dönüştürmenin kapısını ardına kadar açtı. Yıllarca rejimin Suriye halkına cevabı caddelere tankları yığmak ve havadan bomba yağdırarak onları susturmaktı. Suriyeli Filistinlilerin yaşadığı en büyük alan olan Yermuk Kampı da hedefteydi. Rus ve rejim uçaklarının bombaladığı kampa IŞİD adı altında sokulanlar Suriye istihbarat ajanlarıydı. Buradaki görevini tamamlayan ajanlar daha sonra güneydeki Süveyda’ya sevk edildi. Esed zamanında İsrail rahatça Suriye’yi bombalarken rejim en ufak bir mukabelede bulunmuyordu. Halkına karşı kimyasal silah kullanan çöküşteki rejimi ve orduyu Rusya ile İran korudu. Ruslar havadan bombalarken Hizbullah, İranlı milisler ve devrim muhafızları karadan ilerliyordu.
Tunuslu şair Ebu Kasım eş-Şabbî şöyle der: “Halk bir gün özgür yaşamayı dilerse kader buna ancak boyun eğer.” Kaderini belirleyecek olan halkın kendisiydi. Evet, Suriye halkı hürriyeti ve haysiyeti için büyük bedel ödedi, dışarıdan müdahalelere rağmen hâlâ dimdik ayakta duruyor, devrim sürecinde atılan sloganlardaki gibi bir ve beraber oldu, yenilmedi. Tüm dünyada devrimcilerin başarısızlığa uğramasına yakından bakıldığında en önemli sebebin devlet düşmanlığı olduğu görülür. Görüldüğü kadarıyla Ahmed eş-Şara’nın açıklamaları, bu yargının aksi istikamette bir kişiyle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Kendisi Suriyeli olmaya vurgu yapıyor, vatana bağlılık ve vatanperverlik fikri üzerinden her tür bölünmeyi reddediyor, toplumu birleşmeye çağırıyor.
Suriye şu an parçalanmamanın, siyasi, stratejik, jeostratejik, tabii, beşeri, iktisadi her alanda bütün imkânlarının dağılmamasının mücadelesini veriyor. Zira uzun yıllar bu toprak parçası üzerinde normal bir hayat yaşayabilmek neredeyse imkânsız kılınmıştı. On yıllardır aşağı doğru giden ülke, heder edilen imkânlarına rağmen normal bir hayata dönmeye çalışıyor. Şüphesiz müzakere masasına iyi niyetle oturup geçmişte işlenen hataların tecrübesinden istifade ederek dünyadaki büyük sorunların üstesinden gelmek mümkündür. Suriye’nin yeniden ihyası ve inşası için daima göz önünde bulundurulması gereken iki nokta var: Bunlardan ilki yönetimin hikmet sahibi olması, ikincisi hikmeti herkesi kapsayacak şekilde yaygınlaştırmaya çalışmasıdır.
Önümüzdeki günler Suriye jeopolitiği açısından ne getirecek bilmiyoruz. Her şeyden önce Sykes-Picot taksimatıyla bilinen sınırlar dâhilinde bütünlüklü bir ülke olarak var olmaya devam edip edemeyeceği çok konuşulacak. Devrim liderliği ülkenin akıbetinin Irak için üretilen yaratıcı kaos teorisindeki gibi olmaması için olağanüstü bir gayret sarf ediyor. İç çelişkilerden yararlanmak isteyenlerin ekmeğine yağ sürmemek noktasında sabırlı, temkinli ve tedbirli davranmak en doğrusu gibi görünüyor. Yeni jeopolitik haritalar çizmekle kalmayıp buna uygun kullanışlı aparatlar ortaya çıkaran yaratıcı kaosun bölge halkının değil emperyalistlerin ve Siyonistlerin yararına olduğu daima akılda tutulmalı. Elbette süreci, riskleriyle beraber olumlu yönlerini de göz ardı etmeden değerlendirmek şart. Tehlikeler çok ama Suriye devrimi henüz bitmedi, daha yeni başlıyor, halkın zaferine inanmak lazım. İnşallah durum, dünyadaki hiçbir dil ve hiçbir kelimenin, yaşadıklarını ve şahit olduklarını hakkıyla anlatamayacağı Suriye halkının menfaatine olur, yaşanan acılar ve akan kanlar son bulur.
Yeni sayımızda görüşmek temennisiyle…