İSLÂM DÜNYASI FİKRİNİ NASIL OKUMALI?
-Dünya Sistemi, Büyüyen Sorunlar Yumağı ve Çıkış Yolu-
Müslümanların Batı medeniyetinin hâkimiyetine karşı verdikleri cevaplar daha çok tepkisel olduğu su götürmez bir gerçek. Fikir dünyası seviyesizlik, fukaralık, keşmekeşlik yanıyla büyük bir zafiyet içindedir. İslâm dünyasında yaşanmış ve yaşanmakta olan krizlere ilişkin yazılanlar okunduğunda ve söylenilenler dinlenildiğinde siyasi anlayışların derinlikten ve ahlakilikten uzak olup aktüel siyasetin ötesine geçemediği ortaya çıkmaktadır. Her ne sebeple olursa olsun Müslümanların bugün yaşadıkları sorunların temelinde tepkisellikten kurtulamama ve kendimize ait bir siyasi yapı, bir siyasi üslup, bir siyasi felsefe inşa edememe durumu yatmaktadır.
Üzülerek söylemek gerekiyor ki Müslümanlar kendilerini başkalarının gözünden ve kavramlarından tanımlamayı bir türlü bırakamadılar. Dünya tasavvurlarını, gelecek perspektiflerini ve siyasî söylemlerini kaybetmiş vaziyetteler. Böyle zamanlarda, sadece bizi biz kılan değerlere tutunup, aşırı gündemin içimizde biriktirdiği illetleri seyreltmek, iletişim araçları denilen ama aslında bitip tükenmeyen hipnoz seanslarından gözümüzü ayırıp kendimizi ideallerin enginliklerine bırakmak istesek de bu hiç kolay olmuyor. Yine de yaşadığımız günlere dayanmanın, dahası, kötülükleri geride bırakma arzusunu her daim diri tutmanın ve bizi ayakta tutan umut tohumlarını beslemenin yollarından biri, her ne olursa olsun büyük bir ufka, şaşmaz bir pusulaya sahip olmaktır.
Peki, o hâlde 19. yüzyıldan itibaren daha çok yayınlık kazanan İslâm dünyası fikrini günümüzde nasıl okumalı, nasıl değerlendirmeli? Hiç şüphesiz Kur’ân-ı Kerim’in bütünlüğünden çıkarılabilecek en önemli noktalardan birisi, müslümanın tabir caizse en derin görevi ümmetten yana olmak ve bunun bilincini taşımaktır. Müminler namaz, oruç gibi ibadetleriyle İslâm’ı ferden yaşasa bile, müslüman çoğunluğun yanında olmak ve yüreği onlarla beraber atmak durumundadır. Tarihe bakılırsa Endülüs, Afrika gibi dünyanın değişik yerlerinde müslümanların dinini yitirmesini açıklayan en önemli etken, isteyerek olmasa bile ümmetten kopmalarıdır.
Müslümanların dünyadaki evrensel rolleri üzerine kendi algılarını şekillendiren “ümmet” en azından kategorik bakımdan aynı dine inananların birliği anlamına gelir. Etnik, bölgesel, dilsel birlikteliklere karşılık İslâm eksenli, iman temelinde mensubiyet duygusuna dayalı bir beraberliktir ümmet. Başka bir ifadeyle ümmet fiziki-sosyal etkinliklerin üzerinde bir ufka gönderme yapar. Bu bağlamda Magripli bir Berberi ile Uzak Doğu’daki Endonezyalı bir müslüman, Afrikalı bir müslüman ile Türkiyeli bir müslüman kendini aynı camianın üyesi kabul ederler. Bu hâliyle ümmet, sosyolojinin tanımladığı ve nesnel bir karşılığı olan en kapsamlı sosyal birlik teşkil eden ulustan daha fazla bir anlama sahiptir.
Tarihî açıdan Müslüman toplulukların güçlü İslâm devletlerine gösterdikleri teveccüh millî siyasetlerin ötesinde bir müslümanlık hissiyatının eseridir. İslâm âlemi ufkunun, Avrupa ırkçılığına ve sömürge yönetimine karşı verilen mücadele bağlamında çok daha belirgin duruma gelmesi şaşırtıcı görülmemelidir. Tarihçilerin üzerinde durduğu, Osmanlıların Mısır’dan alıp İstanbul’a götürdükleri ve sonunda ilk dönemlerde Cumhuriyet hükûmetinin ilga ettiği halifelik de değildir. Şüphesiz siyasi beden boyutuyla bunu Osmanlı temsil ediyordu. Onu kaldıran iktidarın gerekçesi sırf bir iktidar aracının değil, muhtemelen arkasındaki siyasetin ötesindeki bu duygu ve düşüncenin başka bir ifadeyle İslâm âlemi ufkunun ortadan kaldırılmasıydı. Bu durum aslında sömürgeciliğin, yalnızca askerî araçlarla değil bir bilgi sistemi ve anlam ufku üzerinden hayli profesyonelce yürütüldüğünü; düşünme biçimi, varoluş algısı, dünya görüşü ve hayat tarzı dayatmasında bulunduğu gerçeğini gündeme almayı gerekli kılıyor.
Müslümanların birlik olma arayışlarının 19. yüzyılda görünür olması tarihin herhangi bir döneminde, bu yüzyılda yaşanan olayların benzeri büyük olayların yaşanmamasıyla bağlantılıdır. İslâm birliği fikrinin kavramsal çerçevesi, düşünsel altyapısı ve entelektüel çıktısının meşruiyet kaynağının temelinde İslâm yer alır. Ne var ki İslâm dünyasında ümmet şuurunun yok edilmesi üzerine oturan ve yıkılmaya doğru giden ulusçuluk geride bir yığın millî dinler bırakmaktadır. Söz konusu millî dinler, evrensel bir dinin, kendi özgünlüğünden arındırılıp bir topluma indirgenmesi hâlidir.
Öte yandan Türkiye, “günümüz durumu”nu dikkate alma amacıyla pek çok ölçü ve dengeyi gözetiyor, reel siyasetin güncelliği içinde yol almaya çalışıyor. Yaşanan boşluğu vatan, bayrak, millet gibi kavramların bileşkesindeki bir oluşumla doldurmaya gayret ediyor fakat bu bir çıkış yolu sunmuyor. Neticede nesnel unsurlarla yapılan söz konusu sentezleme de modern bir eklektizmin ötesine geçemiyor. Onun için dine yönelme durumu söz konusu olduğunda dahi milliyetçi bir din telakkisi ortaya çıkmaktadır. Uzun zamandır Maturidilik üzerinden yapılan anakronik teolojik okumalar bu zaviyeden ele alınabilir mesela. Dolayısıyla ulusal zindanlardan çıkıp zaaflarımızla yüzleşmedikçe müslüman toplumların bu parçalanmışlık hâlinden kurtulması kolay değil.
Görmek gerekiyor ki koronavirüs salgını sona erse de pandexit süreci uzun, zor ve acılı geçecek. Karmaşık dünyayı anlamlandırma ve bilme pratiğini göz ardı etmeden bunun böyle olacağını, daha şimdiden ortaya çıkan çarpıcı örneklerin âdeta bir ders gibi hepimize anlattığı söylenebilir. Geleceği düşünmeyi ihmal ettiğiniz zaman, sadece geçmişi kutsayarak bugünün şartlarıyla düşünüp bugüne çakılıp kaldığınız zaman çıkış bulmak imkânsızdır. Sadece geçmişi yaşayanlar müzelik, bugüne takılıp kalanlarsa mezbelelik olurlar. İslâm dünyasının mevcut dünya sistemi içinde etkin bir birim olabilmesi için, Müslümanlar geçmişlerini iyi bilmek ve özellikle yakın tarihlerinde Batılıların planladığı bölünme ve parçalanmalardan ders almak zorundadırlar. Zira geçmiş geleceğin öğretmenidir. Sağlam bir gelecek inşa edebilmek için her şeyden önce geçmişi tahlil edip önce kendimizi iyi tanımamız ve bugünü doğru anlamamız gereklidir. Başka bir ifadeyle dünyadaki yerimizi ve sahip olduğumuz değerleri, kimliği oluşturan tarihî, siyasi, dinî vs. unsurları doğru tespit etmeli, kendimize çeki düzen verip sorunlarımızı çözmeli, sorumluluklarımızı yerine getirmeliyiz. Bunun önündeki en önemli engellerden biri özgüven eksikliği, diğeri ise zihin yapımızdır.
Denebilir ki öne çıkışlar da geriye düşüşler de vuku bulsa İslâm dünyası ufku hem mevcut Batı uygarlığının meydana getirdiği hoşnutsuzluklardan kaçınmayı hem de müslümanların içinde bulundukları atalet durumundan kurtarmayı belirgin kılması bakımından hepimizin pusulası olmak durumundadır. Bu ufuk bize başka bir dünyanın yeşermesi için elverişli bir zemin sunuyor. Ve son tahlilde din bakımından İslâm’ın varlığına, millet bağlamında ümmetin mevcudiyetine ve medeniyet nokta-i nazarından İslâm’ın insanlık için hâlâ alternatif bir medeniyet olarak durduğuna dair bir iddiayı gündemde tutmaktadır. İslâm dünyası idealinin günümüzde nasıl hayata geçirilebileceğini tecrübeler çerçevesinde ele almalı ve yeni bir dünya teklifi sunabilme sorumluluğumuzun gereğini yerine getirmeliyiz.
Yeni sayımızda buluşmak temennisiyle…
Bazı Başlıklar:
Müslüman Topluluklar ve Ümmetten Yana Olmak/Mustafa AYDIN
İslâm Dünyası Fikri Küresel Bir Entelektüel Tarih Çalışması/Cemil AYDIN
Müslüman Toplumlar Madunluğun Girdabından Kurtulabilecek mi?/Kamil ERGENÇ
Düşünsel Kriz ve Sorunlar Bağlamında İslâm Dünyası/Ahmet DAĞ
Arap Otoriter Rejimleri Gölgesinde Siyasal İslâm’ın Başarısızlığı/Hasan Ebû HENİYYE
Kaynak:Umran Dergisi