Faik Öcal değerlendirdi…
Kitabının önsözünde ifade ettiği gibi sayın Ümit Aktaş Anarşizm kitabını iki nedenle kaleme almıştır: Anarşizmi olduğu gibi ve doğru kavramak; mülkün (egemenliğin) ve hakikatin temelde ve özünde Allah'a ait olduğunu vurgulamak. Pekiyi bu kavrayışı ve vurgulamayı görüyor muyuz?
Evet, net biçimde ifade edebiliriz ki Ümit Aktaş iyi bir literatür taraması yapmış, konuya hâkim olmuş, bize Anarşizmin ne olduğunu, dahası ne olmadığını kendi yorumunu da içine katarak ifade etmiştir. Anarşizme ne dindarların dar çerçevesinden bakmış ne de ideologların önyargılarıyla yaklaşmıştır. Anarşistlerin amaçlarının nedensiz yere kaos çıkarmak olmadığını tam tersine insanın fıtratında var olan özgürlük dürtüsünün, doğada karşılık bulması gerektiğini görürüz. Kaos ya da anarşizm, özgürlük dürtüsünün doğada karşılık bulamamasıdır.
Anarşistler hakikate aydınlık değil, karanlık tarafından yönelme mecburiyetinde kalanlardır. Anarşistler hakikatin aydınlık yüzüne gitme imkanını bulamadıkları için bütün kurallara karşı gelmişlerdir, bütün otoriteleri reddetmişlerdir, baskıcı iktidarlarla savaşmışlardır.
Kitap iki bölümden oluşuyor. Yazar birinci bölümde Anarşizme dair tanımlamalara yer vermektedir. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi geniş bir literatür taraması yapmış olan yazar birinci bölümde şu isimleri referans olarak göstermektedir: Feyerabend, J. S. Schapiro, C. Meriç, A. Hacker, Büyük Fransız Ansiklopedisi, Laland, H. Arvon, Meydan Larousse, Ana Britannica, G. Woodcock.
Aynı bölümün sonlarında yazar Anarşist Eğilimler'de şu görüşlere yer vermektedir: Ferdiyetçi Anarşizm (Emerson, Thoeau, Stirner), Sosyalist Anarşizm (Proudhon, Kropotkin, Bakunin), Dini Anarşizm (Tolstoy), Bilimsel Anarşizm (Feyerabend), Terörcü Anarşizm (E. Malatesta, C. Cofieo, J. Most, S. G. Nechyev, Ravachol, Vaillant), Terör Sonrası Anarşizm (G. Sorel), Anarşizmin Bugünü…
Birinci bölümün son başlığı ise İslam'da Yönetim'dir. Burada yazar hilafet ve imamet kavramlarını temel alarak konuya açıklık getirmeye çalışır. Şu gerçeği görürüz: Bazen hakikatin aydınlık yüzünde bulunmak hakikati idrak etmek ve yaşamak için yeterli sebep olmamaktadır. Bu durumu da yazar Aklın Hakikati ve Aşkın Şiiri'nde şöyle ifade etmektedir: "Böylece hayat gelecek üzerindeki tüm inisiyatif gücünü ve ufkunu yitirerek 'yitik cennet'e ve 'mutluluk asrı'na bir öykünmeye dönüşmüş; tüm dirimsel gücü bu kutsal nostaljik sunak önünde kurban edilmiştir. Geleceğe ilişkin tüm arzu ve ideallerini yitirdikçe taklit ve geçmişin yüceltilmesi retoriği giderek dinsel bir doğmaya dönüşecektir." (s; 94).
Yazar ikinci bölümde Anarşizmin Önde Gelen Temsilcileri'nden şu önemli isimlerin görüşlerine yer vermiştir: W. Godwin, M. Stirner, Proudhon, Tolstoy, Bakunin, Kropotkin.
Bu isimlerin anarşizm hakkındaki görüşlerine kısaca değinirsek; Godwin'e göre iktidar insanları yozlaştırır, otorite ve mülkiyet bütün suçların sebebidir, kaynağıdır. Hükümet, kendi öz yargımızdan ve bilincimizden vaz geçmek demektir; bu yüzden başkalarının bize hükmetmesine izin vermemeliyiz. Devletin yerini akılcı bireyciliğe ve fedakarlığa dayalı ir toplum almalıdır. Mülk edinmek, başkalarının üzerinde iktidar kurmanın kaynağı olduğu için kötüdür.
Max Stirner bireyi merkeze alır ve bireyin karşısına devleti koyar. Devletin amacı bireyi sınırlamak, baskı altına almak, kendine uyruk etmek, genel bir nesnenin buyruğu altında tutmaktır. Birey her şey olmadığı sürece devlet var olabilir ancak. Hümanizm ise ideal insanın yaratılması adına gerçek insanın feda edilmesi ve görmezlikten gelinmesidir. Stirner'e göre önemli olan özgürleşmek değil, bireyselliğin inşası ve korunmasıdır. Stirner bireysel iradeyi ve özgürlüğü engellediği için sosyalizmi şiddetle eleştirir. Tabi Marks'ın Stirner'e yaptığı eleştiriler yabana atılır cinsten değildir. Stirner'in proleteriat'ı Marks'n işçi sınıfı kavramından daha geniş anlamlara sahiptir.
G.Woodcock'un şu sözü Proudhon'u tam ifade etmektedir: Stirner ne kadar egoist bir bireyci ise Proudhon da o kadar toplumsal bir bireycidir. Godvin'in anarşizminde bir akıl sistemi düşüncesi ne kadar temel bir yer tutuyorsa, Proudhon'un anarşizminde de içkin bir adalet düşüncesi o kadar temeldir.
Proudhon anarşizmin uygulanabilirliğini ortaya koyan ve hayata geçirmeyi başaran nadir anarşistlerden biridir.
Onun üç ustası olmuştur: İncil, Adam Smith, Hegel. Marks Proudhon'a da sert eleştiriler yöneltmiştir.
Tolstoy'un hayatı tam bir trajedidir. Çünkü ölümüne yakın evini, barkını, karısını, çocuklarını terk etmiştir. Neden? Tolstoy'un eşi Sofya hiçbir zaman aristokrat isteklerinden vazgeçmemiştir. Bu durum da Tolstoy'un hayatı ile inançları arasında bağdaşmazlığa neden olmuştur. Tolstoy bu bağdaşmazlık durumundan kurtulmak için herkesi ve her şeyi terk etmiştir, kaçmayı tercih etmiştir.
Tolstoy'un hayatı iki döneme ayrılır: "Tolstoy işte bu dönemde, 1874 yılında, önemli bir bunalım geçirir. Öyle ki bu bunalım hayatını ikiye bölecek, ona yeni bir hayat felsefesi ve amacı kazandıracaktır. Artık o ünlü romancı Tolstoy değil, hayat felsefesini İsa'nın öğretilerinden alan barışçı bir anarşisttir. Artık ne bilim, ne felsefe, ne de edebiyat tutkularını doyurmaktadır. Kurtuluş çaresini sevgide ve onun zorunlu sonucu olan kötülüğe karşı iyilikte direnme yönteminde bulacaktır." (s; 124).
Tolstoy kiliseye yaptığı eleştirilerde Tanrı'yı ve dini, kiliseyi tekelinden çıkarmaya çalışır.
Tolstoy Ne Yapmalıyız? Eserinde devlete, mülkiyete, din tacirlerine, bilim ve sanattaki suç ortaklarına, kötülük ordularına savaş açar ve kurtuluş çaresini herkesten ve her şeyden vazgeçmekte bulur.
Tolstoy çağdaş kadın ve ana kadın ayrımı yapar, tercihini ana kadından yana yapar.
Ona göre düşünürler ve sanatçılar Olympos tepelerinde oturmamalılar; tam tersine halkın içinde halk ile hemhal olmalılar. Onlar, "İnsanlara neyin iyilik getireceğini, neyin onları acılardan kurtaracağını kararlaştırmak ve söylemek zorundadır." (s; 128).
Tolstoy genelde demokrasi, özelde liberalizm hususunda önemli kuşkular taşır.
Tolstoy'un bilime de ağır eleştirileri vardır.
Tolstoy, dünyanın ilerlemesini salt ekonomik yasalara indirgeyen ve insanın manevi ve ruhsal yönünü ihmal eden sosyalizme de sert eleştiriler yöneltir.
Devlet Tolstoy'dan en ağır eleştirileri almıştır. Şöyle ki: "Devlet tıpkı bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlı olan dört etkin aracı sayesinde varlığını sürdürür. Birinci araç bir çeşit uyutmacadır ve bu, din ve yurtseverlik yoluyla bireyi etkiler. Devlet kamuoyunun hileli biçimde yanıltılması temeline dayanır. İkinci araç baştan çıkarma ve ayartmadır. Vergiler sayesinde devlet halkı köleleştirmekle görevli memurları besler. Üçüncü araç yıldırma (terör)'dır. Devlet kendini herkesin tüm saygısına ve yüceltilmesine hakkı olan bir şeymiş gibi gösterir. Dördüncü araç ise zorunlu askerlik hizmetidir ve bu Devletin baskısını, baskı altında tuttuğu kişilerin yardımıyla sürdürme imkanı vermektedir." (s; 132).
Tolstoy'un toplumcu görüşü de Tanrı'ya göre şekillenir. Şöyle ki: "Birlik olmak… Toprağı sürmek, ekini biçmek söz konusuysa, evet. Ama Allah'a yakınlaşmaya gelince, insan ancak kendi başına yapabilir bunu. Dünyayı kocaman bir tapınak olarak düşünüyorum, ışığı yukarıdan gelen ve ortasına düşen bir tapınak…Toplanmak için herkes değişik yönlerden yürümelidir bu ışığa…" (s; 133).
Tolstoy hayatın temeline çözülmez çatışmayı, mutlak kavgayı koyar. "Hoşnutsuzluk ve mutluluk onun için tarifsiz erimlerdir. Hayatla uyuşmazlığı, yaşamanın temel işareti olarak görür. Çünkü hayat sürekli bir yükseliştir; bu, iyiliğin de temel şartıdır. İnsanın sakin ve kendinden hoşnut olması ona göre kötü bir şeydir." (s; 133).
Tolstoy, Proudhon ile tanışmıştır, ondan çok etkilenmiştir fakat o daha çok hakikati arayan samimi bir Hristiyan'dır. Proudhon'daki "içkin adalet düşüncesi" Tolstoy'da yerini "içkin Tanrı Krallığı düşüncesi"ne bırakmıştır. Bu açıdan Proudhon siyasal bir devrimciyken Tolstoy ahlakçı bir devrimcidir.
Anarşist Tolstoy sürekli putlarla savaşmıştır. Şöyle ki: "Ağır, kanatsız insanlar vardır yeryüzünde. Aşağıda çırpınırlar. Aralarında güçlüler vardır: Napolyon (gibiler). İnsanlar arasında korkunç izler bırakırlar, uzlaşmazlık ekerler, ama hep toprak düzeyindedirler. Kanat çırpan, yavaş yavaş havalanan, yukarıda kalan insanlar vardır: Dini şahsiyetler. Kolaylıkla havalanıp geri düşen insanlar vardır: İyi ülkücüler. Kanatları çok güçlü insanlar vardır, göksel insanlar. Kanatlarını toplayarak yeryüzüne iner, öteki insanlara uçmayı öğretirler. Sonra, gereği kalmayınca, gene göğe dönerler: İsa (peygamberler)." (s; 135).
Yazarın Tolstoy hakkındaki şu ifadeleri Tolstoy'un anarşizmi hakkında net bir fikir vermektedir: "Onun anarşizmi, bir anlamda Rousseau'yu ama her şeyden önce İsa'yı izler ve Fıtrat'ın üstündeki külleri kaldırarak insan yüreğindeki ilahi aşk'ın tutuşturulmasını amaçlar. Bunun içinde en önemli engel bu Fırtat'lar üzerindeki iktidarını kurmuş olan baskı unsurlarının açığa çıkarılması ve ortadan kaldırılması değil midir? İslam'ın amacı da bu değil midi?" (s; 135).
"Yıkıcı tutku aynı zamanda yaratıcı bir dürtüdür" Bakunin'i en iyi anlatan sözdür. Bakunin, önceden saptanmış tarih yasalarını reddeder. Toplumsal değişikliğin, nesnel tarihsel koşulların yavaş yavaş belirmesine bağlı olduğu görüşünü kabul etmez; tam tersine, bireylerin kendi yazgılarını biçimlendirdiklerini, yaşamlarının soyut sosyolojik formüllerden oluşan bir kuramlar sistemine sığdırılmayacağını söyler. (s; 138).
Bakunin'e göre gerçek devrimciler marjinal kesimlerden ortaya çıkar. Bakunin'i kendi sözleriyle alıntılarsak: "Komün fikrinden nefret ediyorum, çünkü o özgürlüğün karşıtıdır ve bana göre özgürlük olmadan insanlık düşünülemez. Komünist değilim, çünkü komünizm Devlet çıkarı için toplumun bütün güçlerini kendi bünyesinde eritip yutar, çünkü mülkiyeti Devletin ellerine vermesi kaçınılmazdır; oysa ben devletin feshedilmesini, ahlak ve medeniyet adına insanı sadece köleleştiren, sömüren, yozlaştıran, ona eziyet eden Devlete mahsus himayenin ve otorite yetkisinin kökünden yok edilmesini isterim. Toplumun ve kolektif ya da toplumsal mülkiyetin herhangi bir otorite aracılığıyla yukarıdan aşağı değil, aşağıdan yukarı örgütlenmesini isterim. Devletin feshini dilerken aynı zamanda bir devlet kurumu sayılan, Devletin temel ilkelerinin doğrudan sonucu sayılan kişisel mirasın kaldırılmasını isterim. Bu manada beyler, ben bir kolektivistim ama komünist değil." (s; 141).
Soylu bir aileye mensup olan Kropotkin, soyluluğa şöyle karşı çıkar: "Çevremdeki her şey sefaletten ve bir parça ekmek mücadelesinden ibaretse, böyle büyük sevinçlere ne hakkım var. Yüksek duygular dünyasında yaşamamı sağlayan şeyler, buğday yetiştiren ama çocuklarına yeterli ekmeği bulamayan sofralardan alınmışa, sevinmeye ne hakkım var." (s; 147).
Kropotkin'e göre yardımlaşma duygusu ahlaki bir duygudur ve başkalarına egemen olma şeklindeki bencil istekten çok daha etkilidir. O, tarihsel sürecin kökünde çatışmanın değil, iş birliğinin olduğunu savunur. Kısacası Kropotkin, "adem-i merkeziyetçi, apolitik ve işbirliğine dayalı bir toplumsal modeli" savunur. (s; 148). "Ona göre özel mülkiyet ve gelir eşitsizliğinin yerini malların ve hizmetlerin özgürce bölüşümü almalıdır. Yani herkese emeğine göre değil, herkese ihtiyacına göre. Kolektivist ekonomiyi saf anarşist ideallere ters olarak görür. Çünkü kolektivizm, bireyin performansını ölçmek, buna uygun olarak mal ve hizmet bölüşümünü denetlemek üzere üretici birlikleri içinde bir otorite bulunmasını zorunlu kılıyordu. Bu ise eşitsizlik ve egemenliğin tohumlarını barındırmaktaydı." (s; 148).
Kropotkin, Romain Roland'ın deyişiyle, Tolstoy'un ancak savunabildiği şeyler bizzat yaşamış müstesna bir anarşisttir. O başkalarından fedakarlık beklemez, kendisi fedakarlık yapar. Hapishane ve sürgünlük hayatını anarşist felsefesinin bir bedeli olarak görür ve benimser. Onun görüşleri sayesinde anarşizm bilimsel bir nitelik kazanır. Doğu ülkelerinin uygarlık adına fethedilmesine şiddetle karşı çıkar. Ona göre savaşlar devletlerin hem nedeni hem de sonuçlarıdır.
Ona göre yasalar keşişin, hükümdarın, zenginlerin çıkarlarını korumak için çıkarılmışlardır ve gereksizlerdir. Daima ordular da gereksizdir; çünkü gerektiğinde halk kendisini savunmasını bilir.
Ona göre devlet halka hükmederek insanları sömürmek isteyen saldırgan gruplar tarafından kurulmuştur. Mülkiyet daima insanların çoğunluğuna yoksulluk, sefalet ve güvensizlik getirmiştir. Azınlığın çoğunluk üzerindeki tahakkümü için bir araç olmuştur. Özel mülkiyet kaldırılmalıdır. Toprak ve sanayi teşebbüsleri karşılıklı rıza ile kurulmuş Kooperatif Birlikler tarafından yönetilmelidir.
Anarşizm
Ümit Aktaş
Okur Kitaplığı
Sayfa 152
İstanbul, 2012
Kaynak: kitaphaber.com.tr