Her ne kadar mevcut egemenlik biçimiyle (mülke musallat olanlarla) bir ihtilaf hali içerisinde olsalar da, toplumsal adalet ve dirlik için mücadele edenler, asli mücahedelerini muhalif bir pozisyon üzerinden vermekten ziyade, kendine özgü bir durumu (hak ve adalete dair sözün gücünü) ortaya koyma çabası (cehd, cihad) içerisindedir. Yani karşı bir yerde değil, farklı bir yerde ("arâf"ta) durulmaktadır.
Bu durum, Şuara Suresinin son ayetlerinde (224-227), şairliğe dair eleştiriler kadar nitelemelerden de yola çıkılarak, tasvir edilmektedir:
Şairler'e ancak azgınlar tâbi olur. Görmez misin onların her vadi (eğilimler)'de hayaller içerisinde koşup durduklarını. Hem de sürekli yap(a)madıkları şeyleri (ütopyalarını) anlattıklarını. Ancak iman edenler (Allah'tan emin oldukları gibi kendilerinden de emin olunanlar), salih amel işleyenler, Allah'ı çokça zikredenler (Allah'ın isimleriyle müsemma olanlar) ve haksızlığa uğradıklarında kendilerini savunanlar (zalimlere boyun eğmeyenler) müstesna. Zalimler ise hangi akıbete uğrayacaklarına (toplumun inkılabına) yakında tanık olacaklardır.
İman edenler, yani Allah'tan emin oldukları gibi, kendileri de halkı (insanları) emin kılanlar. Zira bir rivayetinde Hazreti Resul, müminlerin, ellerinden ve dillerinden tüm insanların emin olduğu kişiler olduklarını belirtmektedir. Oysa Müslümanlar sadece Müslümanların ellerinden ve dillerinden emin oldukları kişilerdir. Beri yandan bu kişiler, doğru davranışlarda bulunacaklar, daha doğrusu, doğrulukta sebat edeceklerdir.
Bir başka deyişle de, "iyiliği savunacak ve kötülüklerle mücadele edecekler"dir. Ayrıca bu insanlar, Allah'ı çokça ananlardır. Yani kendi edimleriyle ve düşünceleriyle Allah'ın isimlerini (vasıflarını) olabildiğince tecessüm ettirebilenler, bu isimlerle müsemma olabilenlerdir. Öte yandan ise bu kişiler, haksızlığa uğradıklarında kendilerini savunmak için müminlerle elbirliği yapanlar ve haksızlığı/zulmü bertaraf edenlerdir.
Dolayısıyla burada bir şiir ya da şair kötülemesinden değil, kelimenin tam anlamıyla şairin ve şiirin ilkelerinden (poetikasından) ve yüreklendirilmesinden söz edilmektedir. Şiir (sözün hası) ise şairi sorumlu kılmaktadır. Söze, imgeye, yazıya ve eyleme notlar düşülmekte ve şair hayata, hakkın ve adaletin savunusuna çağrılmaktadır. Zira gerçek şiir, ancak şairin bu koşullardaki duyarlılığı ve duruşuyla ortaya çıkabilir.
Dolayısıyla sözün bu tür bir somutluğu ve evrenselliği halinde belirecektir şair. Sorumluluklarını yüklenerek; öyle ki bir kerte olsun azına ve fazlasına tamah etmeksizin ve de gözünü dikmeksizin söyleyecektir sözünü. Sözün düşünce ile edimin özdeştiği bir edimsellik halinde.
Şair, sözü ve imgeleri, her diline geldiğince kullanarak israf etmeyeceği gibi, gizlemeyecektir de; bu, neye mal olursa olsun. Çünkü kimilerine söz oldukça ucuz gelir. Oysa söz yücelten ve acze düşürendir. Nebilerin yegâne silahıdır ki onları öldürmeye gelenleri dirilecektir bu sözlerle; hakikate mülaki olarak. Kılıçtan keskindir elbette bu sözler, yeri geldiğinde. Ve usulüne uygun kullanıldığında ise en güçlü iksirden daha etkilidir; halkı sağaltmak için.
Beri yandan şiir meydanı, her ağza gelenin sarf edildiği bir boşboğazlık, kışkırtıcılık, gösterişçilik alanı da değildir. Şair, özgürlükle sorumluluk, cesaretle sakınma arasındaki o incecik köprü üzerinde icra etmelidir sanatını.
Kur'an, yaratılışın estetik oluşunu, yaratılışa ait "ayet"lerden örnekler vererek vurgular. Peygamber (as)'in diliyle: "Allah güzeldir ve güzeli sever." Bu aynı zamanda insanın da izlemesi gereken tutumu niteler: Etik olduğu kadar estetik bir tutum. Şair şehirden kovulmaz; ondan sadece hakikate sadık olması istenir.
Asıl olan ahlakın da estetize edilmesi, daha doğrusu estetiğin müzelik seyir nesnelerine dönüşmekten ve sıradanlaşmaktan kurtarılması, yaşamsallaştırılmasıdır. İşte o zaman şair bir yıldız gibi toplumun kutbunda parıldaya durur. Nitekim Arap ozanlarından birisi olan Antara'dan bahsedildiği bir gün, "onurlu bir insana layık bir hayatı hak etmek için, bütün o zorlu geceleri bıkmadan usanmadan çalışarak geçirdim" dizesi okunduğunda, şöyle söyledi Muhammed (as):
Bir Arab'ın övülmesi bende hiçbir zaman onu görme arzusu uyandırmamıştı; ama vallahi bu şiiri söyleyenle buluşmak ve tanışmak isterdim.
(İslam Düşüncesi, Muhammed İkbal, Külliyat Y. s. 194, 195)
Kaynak:İnependent Türkçe