Tarih: 26.07.2018 11:54

ÜMİT HASSAN´LA ?İBN HALDUN, Metodu ve Siyaset Teorisi? Kitabı Üzerine Röportaj(1)

Facebook Twitter Linked-in

Ümit Hassan, 1943 yıllında İstanbul´da doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu. Ziraat Bankası´nda dört yıl çalıştı. Doktora alanı, Kamu Hukuku ve Devlet Teorileri. 1969-1984´de, SBF´de, Kamu Hukuku ve Devlet Teorileri, İslâm ve Türk Düşünce Tarihi, Osmanlı Ekonomik-Sosyal-Siyasal Yapısı, Siyasal Düşünceler Tarihi lisans; Devlet Kuramları, İslâm ve Türk Düşünce Tarihi´nde Kaynaklar, Çağdaş Doktrinler doktora derslerini verdi. 1985´de Sedat Simavî Sosyal Bilimler Ödülü´nü aldı. 1985-1992´de; ODTÜ, SBF, Avrupa Topluluğu Merkezi´nde; Uygarlık Tarihi, Osmanlı Ekonomik-Sosyal-Siyasal Yapısı, Siyasal Antropoloji, İslâm ve Türk Düşünce Tarihi, Avrupa´nın Toplumsal ve Hukukî Yapısının Temelleri derslerini verdi. Siyasal Teorilerin Felsefî Temelleri, Devlet Kuramları, İslâm ve Türk Tarihi´nde Kaynaklar, 19.- 20. Yüzyıllarda Türk Fikir Tarihi doktora derslerini üstlendi. Ana Britannica´nın (?K´ harfinden başlayarak) Türklerin tarihinde ilişkin çok sayıda maddesini kaleme aldı. 1993´den bugüne, Kıbrıs´ta Yakın Doğu Üniversitesi´nde görevli. YDÜ´de, Osmanlı Sosyal-Siyasal-Hukukî Yapısı, Hukuk Tarihi, Türk Dış Politikasının Temelleri, Siyasal Tarih Türk Romanında Sosyal-Siyasal Yapı, II. Meşrûtiyet Sonrası Türk Şiiri´nde Temalar, Spor Tarihi lisans ve lisansüstü derslerini verdi. 2000´den itibaren Yakın Doğu Üniversitesi rektörlüğünü sürdürmekte. Türklerin Tarihi, İslâm Düşünce Tarihi, Devlet Teorileri ve Siyasal Antropoloji alanlarında kitapları ve makaleleri bulunuyor.

- Hocam, öncelikle İbn Haldun gibi İslam dünyasında neredeyse semasında tek yıldız gibi parıldayan, ama ışığı bu dünya üzerinde bile çok aydınlatıcı olamamış bir bilge kişiliği unutturmama çabanızdan ötürü size şükranlarımı sunuyorum. Kitabınızın ilk baskısı 1977. İbn Haldun´la tanışıklığınız nasıl başladı? 

- Çok teşekkür ederim. Kitabın ilk baskısının 1977 olduğunu belirtiyorsunuz, gerçekten öyle. Ancak, bendenizin İbn Haldun ile ?ilgilenmeye´ başlayışım, size biraz şaşırtıcı gelebilir, 1968 yılına kadar gider. Kelimeyi tekrarımı mazur görünüz, sanıyorum belki daha da ?şaşırtıcı´ olan husus İbn Haldun ?konu´sunun, o yıl Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi´ndeki bir seminerde işlenmiş olması. Aynı yıllarda ve daha öncesinde ?yaşlı´ bir genç olarak benim de dâhil olduğum kimi gençlerin, yelpazesi ne kadar geniş okumalar yaptığı, bu okumalardan hangilerinin sivrilik kazandığı meselesini burada bir yana bırakırsak, pek fazla bilinmez. Diğer bir deyişle, kayda geçmemiştir. Velhâsıl, İbn Haldun´u ve hakkında yazılanları okumaya başlamam o yıllara uzanır.

- İbn Haldun´un döngüsel ve yazgısal bir tarih okuması yaptığı söylenir hep. Bu sadece kendi çevresine dair gözlemlerin sonucunda oluşturduğu, dünyayı tecrübi okumasının (kimilerince maddeciliğinin) bir sonucu mu? Yoksa onun evrensel bakış açısını göremeyenlerin kolaycı bir yaklaşımı mı?

- Sorunuzu bu yoğunluk ve mükemmeliyetle sormuş olmanız, gerçekten harekete geçirici. Tek cümle ile: İbn Haldun, döngüsel ve yazgısal bir tarih okuması yapmamıştır. Evet, tekrar edelim, yapmamıştır. Bu yaygın ?efsâne´nin meydana gelmesinde birçok sebep var. İlk sebep, orientalist güdümlemelerdir. Açıklamaya girişmeye gerek yok, kabul edersiniz. Başta Toynbee olmak üzere, öteden beri bir yığın ?Batıl´, ?İbn Haldun´u müthiş kelimelerle öv, anlaşılmasına ve fikrî rehber olmasına set çek? sevk-ul-ceyş´ini uygulamış ve başarılı olmuşlardır. İkinci sebep ki farklı bir boyutta oluşmuştur. Hacı Halife (Kâtip Çelebi) ve Naîmâ´nın günümüz diliyle söyleyerek, İbn Haldun´u felsefe/tarih felsefesi bakışıyla ve bilhassa ?siyasî olan´ı tahlîl etme ve bir ölçüde ?ne yapmalı´ endişesiyle, okumuş olmaları demeyelim, ele almış bulunmalarından kaynaklanır. Hiç şüphesiz, bu husus, bu mümtaz tarihî şahsiyetlerin, özellikle Kâtip Çelebi´nin dünyasına bir nâkısa getirmez? Üçüncüsü; İbn Haldun´un devlet teorisinin esâsını meydana getiren ?kahr ve tagallûb´un belirişi hakkındaki teorisini bir yana bırakarak, onun yerine, sırf anlatım niteliğindeki ?tavırlar´ açıklamalarını geçirmek şeklindeki nâbekâr tutumlardır.

?Maddecilik´ konusuna gelince; İbn Haldun metoduna kimi yerlerde, anlatım kolaylığı sağlama alışkanlığı ile ?maddeci´ denilmişliği vâkidir. Doğrusu, ?maddî-dünyevî temel´leri arayan bir metoda sahip olduğudur. Standart (Batı) tasnifçiliğindeki ?maddeci´ başka şey, dünyevî/maddî temelleri arama görevini idrâkle yola çıkmış ve bunu gerçekleştirmek bambaşka bir ?şey´dir. Sizin belirttiğiniz gibi, İbn Haldun´un evrensel bakış açısını görmeyenlerin ya da kalem kaymasına uğrayanların bir yaklaşımıdır bu husus. Tabiî, siz zarafetle formüle ediyorsunuz.

- Kitabınızda bedevilik ve hadariliğin, düz anlamda bir göçebelik ve yerleşiklik olarak anlaşılmasını eleştiriyorsunuz. Bunların anlamsal genişliği, oldukça üretken yaklaşımlara imkân vermekte. Ancak son tahlilde İbn Haldun sosyolojisi, kendi toplumsal değişim modelini, Marx´la karşıt bir biçimde (çünkü Marx da bakışını yalnızca iç yıkıcılara yöneltmekte) dış yıkıcılar üzerinde kurmuyor mu? Hatta Mekke toplumunun değişimi, bu teze aykırı bile olsa, bu toplumun değişimini de bedevilik-hadarilik diyalektiği üzerinden izahı, bir kurgulama hatası ya da bakış açısı yanlışlığı mı? (Oysa buradaki değişim, her ne kadar bedevi unsurlardan da yararlansa da, bir iman toplumu inşasına, toplumun devrimci bir yeniden kuruluşuna dayanmakta değil mi?) Bu bağlamda asabiyet yaklaşımı, egemen toplumsal yapılar karşısında bir tür devrimci toplumsal kuruluşu ifade etmiyor mu?

- Yine, meselelerin tam odağında ve fevkalâde bir soru sormuş bulunuyorsunuz. Bedevîlik ve hadarîlik´in göçebelik ve yerleşiklik olarak katiyen anlaşılamayacağını kırk yıldır, naçizane, anlatmaya çalışmış olmak insanı bîtab düşürür... Sorunuzun ikinci aşamasına geçersek; İbn Haldun´un, ?toplumsal değişim modelini ?dış yıkıcılar´ üzerine kurmuş olduğunu söylemek, konuyu eksik bırakmak anlamına gelebilir. Doğrudur, ana mihrâk öyledir. Ama bedevîlik-değişim-geçiş-hadarîlik sürecinde ?birikim´ler üzerindeki tahlîlleri olmaksızın sırf ?dış´sal faktörlerin ağırlığının söz konusu olduğu gibi bir intiba vermek doğru olmaz?

Sizin vurguladığınız hususa gelince; ?Bir îmân toplumu inşâı´ hakikati söz konusudur; toplumun yeniden kuruluşu, gayet açık, tarihî gelişim-değişim itibariyle de, bununla örtüşen Cihâd-ı Ekber´e yönelik îmân oluşumu itibariyle de? Haddizâtinde, hatırlarsak, aslî ve spesifik anlamıyla ele alınmayarak bir temel metodolojik araç hâline getirilmiş olan ?asabiyyet´in, İslâm ile ve neticede değişen dünya ile birlikte oluşan şekli (şekillerinden biri) de ?dînî asabiyyet?tir, düşünürün belirttiği üzere.

- Birikimin emeğin birikimi ve değerin ise emeğin bir karşılığı olduğu vurgularıyla İbn Haldun´un, Marx´ı öncelemekte olduğunu vurgulamaktasınız. Acaba Marx, dolaylı bir biçimde de olsa, İbn Haldun´un bu düşüncelerinden haberdar mıydı ve etkilenmiş miydi?

- ?Önceleme?nin ne olduğunda tereddüt hâsıl olmamak gerektir. ?Emek´ ve ?değer´ ile ?emek-değer´ konusunda, bendenizin, Kitap´ta, İbn Haldun´a yaklaşımda, İlmül-Umrân´a Marx adını anarak, Marksizmin bizatihi kendisi ile doğrudan benzetişime uğratarak yaklaştığım tek bir satırı bulunmaz. Açıktır ki, kendi yaşamışlığı ve ayrı-farklı üretim süreci içerisindeki düşünürler arasında fikrî titreşimler aramak, malûm, pek de anlamlı olmayan bir düşünce tarihi geleneğidir. Bendeniz, ?önceleme? konusunu, bu kabil mevcut yaklaşımları sergileyerek ve tahlîl etmeye çalışarak gerçekleştirdim. Ama üretim´i temel alan, ?emek´ ve ?emek-değer´i çözümlemede, uzak zamanların ortak paydasına göreliliğin tüm ?koşul´larına uyarak ciddiyetle yaklaşılan ?ân´ları da topyekûn kınamak gerekmez.

Sorunuzun ikinci bölümüne gelince; Marks´ın ?haberdar? olması mümkün görünmüyor. Zîra, konuya daha da geniş bir perspektifle bakarsak, meselâ, Marx´ın, Mukaddime´nin Avrupa´da ?duyulması´ndan önce ?zusammenwirken´ (dayanışma, birliktelik ? ÜA) kavramını ve kavrayışını ortaya koyduğunu bilmekteyiz. Bu vesîle ile bir not düşmeme izin veriniz. Bu ?haberdâr´lık konusu hakkında asıl üzerinde durulması gereken Engels´in ?haberdar´ olup olmadığı hususunun tartışılması gündeme gelmiştir. Ma´lûm, Marx, ömrünün sonuna doğru, kılı kırk yararcasına Henry Lewis Morgan (Kadîm Toplum) okumuş ve iş´in irdelenmesini Engels´e bırakmıştır? Engels´in haberdâr olup-olmadığı konusunun, ve yine, değil ise, ?asabiyyet´in 19. Yüzyıl´da yeniden düşünülmesi sonucunu veren okumaların satır satır tahlîlini de içeren bir Ek vardır bendenizin kitabında.

- İbn Haldun´un evrim düşüncesinden bahsetmesi, hakiki toplumsal kazanımları emeğe dayandırması ve rantiye (hatta ticari) kazançları aşağılamasına karşı, günümüz Müslümanlarının bu düşüncelerin oldukça gerisinde olmasını nasıl yorumlamaktasınız?

- Esefle ve derin üzüntülere kapılarak yorumlamaktayım; ama öte yanda, yenileri için, umutla.

- Roger Garaudy´nin ve kitabınızda adlarını zikrettiğiniz birçok batılı toplumbilimcinin İbn Haldun okumalarına karşı, Hikmet Kıvılcımlı gibi istisnai örneklerin dışında Türkiye solu genel olarak İslamî geçmiş ve düşünceyle olumlu bir ilişki kurmaktan kaçındı. Öyle ki modernleşme, uygarlaşma ve hatta özgürleşmenin bile ölçüsü, İslam´la olan mesafe ile değerlendirilmeye çalışıldı. Solu (ve sosyalizmi) Türkiye´de toplumla yakınlaşmaktan alıkoyan bu sakınganlık sizce arızi mi, yoksa ontolojik bir kan uyuşmazlığı mı var?

- Bu kâinatta, ontolojik bir kan uyuşmazlığının mevcut olabileceğine inanmamalıyız? Ama, inandırmaya çalışanların gücünü, ki bunu îmâ ediyorsunuz, hafife almak da mümkün değil, alınmamalı da; görüyoruz, yaşıyoruz.

- İbn Haldun (İbn Arabi ve Molla Sadra) sonrasında İslam düşüncesinin bu düşünsel temeller üzerinde artık inkişaf sağlayamamalarını ve garip bir biçimde bu düşünürlerin düşünsel çaba ve bulgularının batı dünyası tarafından sürdürülmesini neye bağlamaktasınız? Okullarımızda neden bu düşünürler için kurulmuş kürsüler (ve hatta bölümler) yok. Yeni bir düşünsel başlangıç ve bağımsızlaşmanın temelleri buralarda değil mi?

- Tahakkümün sürdürülmesine vâsıta kılınmasına. Ancak, bunun sözünü ettiğiniz şekilde, ?garip bir biçimde? Batı´nın elini güçlendirmek için gerçekleştirme çabası, tahakküm yordamlarını hırpalayacak tohumların da ?kendi elleri´ ile atılmasına sebep olabiliyor? Neden ?biz´de yok sorunuzun cevabını siz sorunuzda yine harikulâde yoğun bir şekilde veriyorsunuz. ?Yeni bir düşünsel başlangıç ve bağımsızlaşmanın temelleri?nin atılmasına, bilerek bilmeyerek, ve tabiî, maalesef, çoğu zaman bilerek, engel olmak için? İbn Arabî ve bilhâssa Molla Sadra sonrası inkışâfı yeterli bulmadığınız anlaşılıyor, ama ?kötümser´ olmadığınız da ortada.

Bu bağlamda ve İbn Haldun konusunda aslî önemdeki bir hususu da vurgulamak isterim. Prof. Dr. Süleyman Uludağ Hoca´nın emsalsiz birikim, sabır ve emek ile gerçekleştirdiği ve geliştirdiği Mukaddime çevirisinin neredeyse otuz yıldır mevcûd olduğunu hep biliyoruz. Doğrudan İbn Haldun´la baş başa kalmak da var



[1] Özgün Duruş Gazetesi (haftalık); Yayın Tarihi: 7-13 Şubat 2011

Roportajı yapan kişi: Ümit Aktaş




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —