Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Uluslararası hukuk, İstanbul Sözleşmesi ve meşruiyetimiz

Milli Gazete yazarı sosyolog Mücahit GÜLTEKİN ANALİZ ETTİ...

Uluslararası hukuk, İstanbul Sözleşmesi ve meşruiyetimiz

Türkiye’de LGBT yapıların 2003 yılında yaptığı ilk “Onur” Yürüyüşü’ne 30 kişi katılmıştı. 2014 yılında yapılan yürüyüşe ise 50 bin kişi katıldı. İstanbul’da başlayan yürüyüşler zamanla, Van, Diyarbakır, Mersin, Malatya, Ankara, Eskişehir vs. birçok şehre yayıldı.

Aynı yıllar arasında “aile kurumu” ise dramatik bir çözülme yaşadı. 2000 yılında 13 evliliğe karşılık bir boşanma gerçekleşirken, bu rakam 2018’e gelindiğinde 3,9 evliliğe karşılık bir boşanma şeklinde gerçekleşti.

Bu nasıl oldu?

Bu soruya ana hatlarıyla cevap vermeye çalışacağım.

*

Toplumsal cinsiyet ve LGBT’leştirme projesinin yedi ayağının olduğunu söyleyebiliriz. Bunları işlevleriyle birlikte kısaca tanıtalım:

1. Uluslararası Hukuk ve Buna Dayanarak Oluşturulan Ulusal Mevzuat: Halkın onayını devreden çıkarır, hukuki koruma verir.

2. Uluslararası ve Ulusal Sermaye: Fonlar, hibeler, krediler vb. yollarla ekonomik destek sağlar.

3. Üniversiteler ve Enstitüler: Tezler, kitaplar, projeler aracılığıyla akademik, bilimsel, felsefi destek sağlar.

4. STK’lar Şeklinde Örgütlenen Aktivist Yapılar: Toplumsal cinsiyet ve LGBT’leştirme projesine sivil görünüm verir. Lobi çalışmaları, örgütlenme ve dış merkezler adına denetleme ve raporlama faaliyetleri yapar. Türkiye’deki durumu takip eder; ILGA gibi çatı kurumlar aracılığıyla daha üst yapılarla ilişki kurar ve yürütür. Pek çoğu Avrupa ülkelerinin büyükelçilikleri ve konsoloslukları tarafından desteklenir.

5. Kamu Kurumları: Sağlık Bakanlığı, Milli Eğitim ve diğer kurumları kamusal varlık kazanmak amacıyla zorlama. Örneğin çok uzak olmayan bir gelecekte çocuklarınızın gay, lezbiyen ya da transseksüel öğretmenleri olacağından; LGBT bir aile hekiminizin olacağından ya da LGBT bir hakimin önüne çıkacağınızdan emin olabilirsiniz. Örnekler çoğaltılabilir.

6. Küresel ve Ulusal “Medya-Kültür-Sanat-Edebiyat” Çevreleri: Sınırsız propaganda, reklam ve model oluşturma.

7. Underground/Yeraltı İllegal Örgütlenmeler: Açık faaliyet yapmaya şimdilik cesaret edemeyen, legal yapıların açtığı kanallardan yararlanan kirli endüstri (uyuşturucu, fuhuş, pedofili, insan ticareti vb). Underground yapılar, STK gibi maskeler kullanarak yerin üstüne çıkabilmektedir.

Yedi katmanlı bu yapının Türkiye’de tam tekmil kurulduğunu söyleyebiliriz. En önemli maddeler olan ilk iki maddeyi anlatmaya ve yazının sonunda bu sürece direnme imkânımız olup olmadığına cevap vermeye çalışacağım.

*

Uluslararası hukuk (BM ve AB gibi yapıların oluşturduğu hukuk) Türkiye’deki iç mevzuatı biçimlendiriyor. Bunun en açık örneği Türkiye’deki ilk resmi STK olan KAOS GL’nin kuruluşudur. KAOS GL 2005 yılında kuruluş dilekçesini Ankara Valiliği’ne verdiğinde, valilik, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 56. maddesinde yer alan “Hukuka ve ahlaka aykırı dernek kurulamaz” hükmüne dayanarak kapatılması için Ankara Savcılığı’na başvurdu. Valiliğin başvurusuna Avrupa’dan anında tepki geldi. Avrupa Komisyonu, Dışişleri Bakanlığı nezdinde girişimde bulunarak, “Eşcinsellik insan haklarının çok önemli bir parçası. Valiliğin bu yaklaşımı kabul edilemez” dedi. İnsan Hakları İzleme Örgütü de devreye girdi. Tepkilerin ardından, valiliğin başvurusunu reddeden savcılık KAOS GL’nin kuruluşunu onayladı. KAOS GL, kuruluş sürecinde Hollanda ve İngiltere büyükelçiliklerinin desteğini aldı.

Ankara’da KAOS GL kurulurken, hükümet ise Kızılay Meydanı’nda AB’ye üyelik için müzakere tarihi alınmasını kutluyordu.

Bu örnekte de görüleceği gibi, uluslararası yapılar LGBT örgütlere kuruldukları ülkelerde “meşru dayanak” oluşturmaktadır. Bundan tam 33 yıl önce, ABD’ye eşcinselliği yerleştirmenin 6 aşamalı stratejik planını yazan Erastes Pill ve Marshall Kirk, bu noktayı incelikle ele almakta ve şöyle demektedir: “Bizim kampanyamız eşcinsel pratikler için direkt destek istememeli, bunun yerine ayrımcılık karşıtı bir tema üstlenmelidir. İnançların özgürce ifade edilebilmesi hakkı, örgütlenme özgürlüğü, vatandaşların yasal hakları ve kanunların eşit ölçüde himayesi, bunların tamamı bizim kampanyamız vasıtasıyla akıllara getirilmelidir.”

ILGA (132 ülkede yapılanmış en büyük LGBT çatı örgüt; Türkiye’deki LGBT dernekler de bu yapı altındadır) tarafından hazırlanıp Türkçeye çevrilen “Etkili Bir LGBT Savunuculuğu İçin Altı Adım” başlıklı belge de aynı noktayı vurgulamaktadır: “Bu el kitabının hedef grubunu oluşturan devletler temel hukukî insan hakları anlaşmalarını kabul ettikleri için, bütün vatandaşlarının bu haklarını korumak, gözetmek ve güvence altına almakla yükümlüdürler. LGBTT bireylerin İnsan haklarının savunuculuğunun temeli işte bu noktada yatmaktadır.” Yani demek istiyor ki: “Rahat olabilirsiniz, vatandaşı olduğunuz devletlerden çekinmeyin, biz onları uluslararası hukukla terbiye ettik, bir şey yapamazlar.”

Burada önemli bir ayrıntıya dikkatinizi çekmek istiyorum. Diğer uluslararası belgeler daha dolaylı yönden LGBT’leri desteklerken İstanbul Sözleşmesi ilk defa “cinsel yönelim” ve “toplumsal cinsiyet kimliği” ifadelerine yer vererek LGBT propagandanın yasallığını tanımıştır. İstanbul Sözleşmesi’nin Anayasa’nın 90. maddesi gereği, yürürlüğe girdikten sonra hem iç kanunun hem de Anayasa’nın üstünde bir statüye kavuştuğunu tekrar hatırlatmakta fayda var. Dolayısıyla LGBT yapılar uluslararası hukuk aracılığıyla ulusal mevzuatın üstünde bir hukuki statüye kavuşmuş oluyor.

Uluslararası ve ulusal sermayenin LGBT yapılara desteğini hakkıyla yazmak ancak kapsamlı bir kitapla mümkün olabilir. Burada sadece KAOS GL’nin ve TASCO’nun (Technical Assitance for Civil Society Organizations)  hazırladığı fon rehberine atıf yapmakla yetinelim. KAOS GL’nin hazırladığı fon rehberinde Türkiye’deki LGBT yapıları destekleyen 79 adet ulusal ve uluslararası şirket, STK ve devlet yer almaktadır. TASCO’nun yayınladığı rehberde ise 100 civarında ulusal ve küresel şirket, devlet, STK yer almaktadır. Bunların arasında Clinton Vakfı, Açık Toplum (Soros) Vakfı, Ford Vakfı, ABD Büyükelçiliği, Fransa Büyükelçiliği, Avrupa Birliği gibi kurumlar var. Bu ülkeler ve şirketler Türkiye’de ve dünyada toplumsal cinsiyet ve LGBT propagandası için milyarlarca dolar para harcamaktadır. Burada KAOS GL’nin kurulmasından sonra üst üste iki yıl (2005 ve 2006’da) Dünya Bankası tarafından fonlandığını belirtmek önemlidir. Dünya Bankası’nın o dönemki başkanı Irak işgalinden tanıdığımız meşhur Siyonist Paul Wolfowitz idi. Dünya Bankası’nın bu yeni kurulmuş derneğe verdiği destek “fon”dan daha öte bir anlam taşımakta, “Arkanızda biz varız!” mesajını vermektedir. Süleyman Soylu’nun bundan birkaç ay önce, ABD’nin Ankara’daki LGBT derneklere 22 milyon dolar yardım yaptığına ilişkin açıklamasını da buna ekleyelim.

*

Bu tablo, Türkiye’nin ilk planda “ahlaki kaos” içine sürükleneceğini, sonrasında radikal bir ahlaki dönüşüm yaşanacağını göstermektedir. Bu dönüşümün sınırlarını bugün için tahmin etmemiz mümkün görünmüyor. Radikal ahlaki dönüşüm derken, (eğer direnemez isek) sadece Müslüman kimliğimizden değil, insanlığımızdan da çıkacağımız bir dönüşümden bahsediyorum. Çünkü Türkiye, sadece feminist ve LGBT hareketlerin değil, hayvan hakları ve robot haklarının da kuşatması altındadır.

Peki bu ahlaki saldırıya karşı direnebilir miyiz?

Bu soruya şu an için iyimser bir cevap vermek zor. Bunun en temel sebebi Türkiye’de Batı karşıtı söylemin kamusal bir belirleyiciliğinin ve hukukiliğinin olmamasıdır. Yukarıda da ifade ettiğim gibi, Türkiye’de feminist bir dernek, isterse 10 kişi üyesi olsun, kamusal/akademik/kültürel/hukuki alanda bütün dindar-muhafazakâr derneklerden daha dominant ve belirleyicidir. Hükümetin “aile” konusunda dindar çevrelerden ziyade feminist yapıları dikkate almasının sebebi budur. Bunun en açık örneği 2005 yılında yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu’dur. Feminist dernekler o yıl bir kampanya yapmış ve teklif ettikleri 35 maddeyi geçirmişlerdir. TCK’dan “edeb, ırz, namus” gibi kavramlar çıkarılmış; evlilik içi tecavüz kavramı getirilmiştir. 2016’daki “erken evlilik mağdurlarına yönelik hazırlanan yasa tasarısının” feminist yapıların tepkileriyle geri çekilmesi de başka bir örnektir. Lütfen dikkat edin, bu derneklerin asıl gücü, toplumsal karşılığı olmasından değil, “uluslararası” kurumlar tarafından onay görmesinden gelmektedir. Türkiye, yine yukarıda ifade ettiğimiz gibi, kendi hukukunu, bilgisini üretememekte, Avro-Amerikan merkezli kurumlardan “hukuk ve bilgi” ithal etmektedir.

Dolayısıyla bu tablo bize şunu anlatıyor: Türkiye’de İslami kesimlerin meşruiyeti, kendilerine tanınan sivil alanla sınırlıdır. Bu sivil alanda yürütülen faaliyetler ve aktarılan bilgi (bu faaliyet ve bilginin niteliğini bir kenara bırakıyorum) müeyyide ve norm oluşturamadığı gibi, meşruiyetini uluslararası hukuktan alan söylem tarafından denetim altında tutulmakta ve istiskal edilmektedir.

Ne Türkiye ne de İslam coğrafyasının diğer ülkeleri küresel bir organizasyona dayanan bu ahlaki saldırıya karşı tek başına cevap veremez. Çünkü bu saldırı tek bir ülkeden gelmiyor. Şüphesiz kısa vadede her ülkenin kendi imkânlarını kullanarak yapabileceği şeyler var. İstanbul Sözleşmesi’ni feshetmek ilk adımdır. Ama orantılı bir cevap verebilmek için uluslararası bir organizasyon kaçınılmaz. Bunun için de yerel sınırları aşan bir ufka, entelektüel bir kapasiteye, ahlaki bir duruşa, içsel çatışmaları yönetebilecek bir kabiliyete, en geniş anlamda birliğe ve gerçekçi sorunlarla ilgilenecek bir bilince ihtiyaç var.

Bunu yapmadığımız, yapamadığımız sürece dünyanın bir diğer ucuna yardım poşeti götürmekle övünür ama kiminle nasıl evleneceğimizin kurallarını Batı’dan ithal etmeye devam ederiz.



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER