2014 yılında Kırım’ı ilhak eden ve geçen hafta da Donbas’taki ayrılıkçı grupları öne süren Rusya, 24 Şubat günü şafak sökerken Ukrayna’yı işgale başlamıştır. Öteden beri Amerika Birleşik Devletleri ( ABD), NATO ve Rusya arasında ana gündem maddesi olan Ukrayna sorunu bu işgal girişimi ile birlikte farklı bir noktaya taşınmıştır. İşin kısaca özü şudur; bir tarafta eski imparatorluklarını yeniden canlandırmanın özlemiyle yanıp tutuşan bir Rusya, diğer tarafta ise küresel siyasette attığı her adımı çıkarları için birer satranç hamlesi olarak görüp buna göre plan yapan ABD var. Olay vahimdir. Rusya NATO’nun genişleme stratejisini durdurmak için çıktığı bu yolda tuzağa düşmüş, uzun vadede olumsuz sonuçlarını bizzat görüp yaşayacağı yanlış bir yola girmiştir. Bunun yanında ABD de sürekli kaşıdığı hatta işgal toto oynar gibi kullandığı hayret uyandıran diliyle de tansiyonu özellikle yükseltme yoluna gitmiştir. Modern dünyada ülkelerin sınır bütünlüğü ve egemenlik haklarına en üst seviyede saygı duyulurken, bir ülkenin işgal edilmesi insanlığın aslında iyi yönde ilerlemediğinin de bir göstergesidir.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) dağılmasından sonra bağımsızlığını ilan eden ülkelerde değişim ilk zamanlar hep zor olmuştur. Zira SSCB’nin hâkim unsuru olan Rus nüfus hep bu ülkelerde eski alışkanlıklarını sürdürmeye çalışmışlar ve eskisi gibi davranmak istemişlerdir. Elbette siyasi durumların değişmesiyle azınlık durumunda kalan bu grupların yeni devletlerinde temel haklarının tanınması, olması gerekendir. Bunun önemli bir istisnası Yugoslavya’nın dağılmasından sonra ortaya çıkmış, geride kalan hâkim unsur olan Sırplar ordunun silahlarını ele geçirerek katliamlar yapmışlardır. Rus gruplar belki bu kadar korkunç suçlar işlememişlerdir ama eski alışkanlıkları ile siyasi yönetimlerde Rusya’nın hedeflerini gözeten şekilde söz sahibi olmak istemişlerdir. Bununla birlikte SSCB’den sonra geride kalan Rus asıllı nüfusun bazı haklardan mahrum edildikleri, ya da kendilerine kötü davranıldığını iddia ederek Rusya’dan yardım istedikleri ileri sürülmüş ve Rusya da bu talebe kayıtsız kalamayacağını iddia ederek o toprakları ilhak etme yoluna gitmiştir. Ukrayna’da fitili ateşleyen bu bölgeler muhtemelen Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in tavsiyesi ile bağımsızlıklarını ilan etmişler ve hemen ertesi gün de Rusya bu yeni devletleri tanımıştır. Donbas Halk Cumhuriyetleri adını alan Donetsk ve Luhansk devletlerinin yardımına “koşan” Rusya bahane olarak masum insanların haklarını korumak, “Ukrayna’nın silahsızlaştırılması” ve kimsenin anlamadığı “Nazisizleştirme” misyonunu edinmiştir. Gerçi dünyada herkes Putin’in aslında soğuk savaştan sonra kurulan Avrupa düzenini hedef aldığını çok iyi bilmektedir. Estonya, Latviya ve Litvanya gibi Baltık ülkeleri zaten Rus hegemonyasından çekinmekteyken, bu son işgal hamlesiyle birlikte artık Finlandiya ve İsveç de NATO’ya girmeye zorlanmaktadır.
21 Şubat günü Vladimir Putin’in yapmış olduğu konuşma herhalde uluslararası ilişkiler ve siyaseti için yıllarca üzerinde durulup tartışılacak bir metindir. İlk bakışta tutarsız ama duygusal tonu bir hayli yüksek olan ve dünya televizyonlarından canlı olarak milyonlarca kişinin nefesini tutarak izlediği bu konuşma, Ukrayna tarihinin kendince ve kızgın ifadelerle yeniden yorumlanmasıydı. Avusturya-Macar İmparatorluğu’nun bir parçası olduğunu inkâr edip sanki Vladimir İlyiç Lenin’in kararıyla ortaya çıkmış bir ülke olduğunu iddia etmesi, izleyenleri hayrete düşürmekle kalmayıp, kendisini meşrulaştırma çabasının bir parçası olduğu izlenimini vermiştir. NATO zaten masum değildir ancak Batı’yı Ukrayna’da bir kukla rejimi oluşturmakla suçlaması da aslında kendisinin gerçek niyetinin felsefi altyapısını ortaya koyma gayretine dönüşmüştür. Kimi çarpıtmalar ve bazı acemice dile getirilen ifadeler dünya siyasetinde Putin’e yüklenen gizeme büyük zararlar vermiş, Rusya’nın çekildiği tuzağın daha da net görülmesini sağlamıştır.
Diğer taraftan kâğıt üzerinde bağımsız bir ülkenin uluslararası bir birliğe dâhil olmak istemesi normal olsa da Ukrayna’nın kendi bölgesel gerçekliğinin hilafına davranması süreç yönetimindeki başarısızlığını göstermiştir. Hele de ABD ve NATO’dan gelen destek açıklamalarına olması gerekenden çok daha fazla anlamlar yüklemesi siyaseten öngörüsüzlüğün ispatıdır. Çünkü Ukrayna ABD için masada bir karttan ibarettir. Rusya’ya atılan bir yemdir. “SSCB’nin yıkılmasını 20. yüzyılın en büyük felaketi” olarak gören Putin için ise “arka bahçe”dir. Şimdi Ukrayna işgaliyle birlikte tarihteki Rus hâkimiyetinin travmasını yeni yeni atlatmaya çalışan eski SSCB ülkelerinin içine girdikleri durum çok daha vahimdir. En son Kazakistan’da çıkan karışıklıkta hemen Rusya “yardım”a çağrılmış ve askeri birlikleri ile müdahale etmiştir. Yine Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki anlaşmazlıkta arabulucu olan, Gürcistan’da siyasete doğrudan müdahale eden bir Rusya artık eski çarlık dönemlerinin özlemiyle yaşamaktadır. Fransa örneği bu anlamda biraz daha karışıktır ve sanki eski kolonileri ile “ağabeylik” ilişkisini farklı bir şekilde devam ettirmeye çalışmaktadır ama bu tavrı bile başta Cezayir ve Mali olmak üzere birçok ülkede karşılık bulmamaktadır. Dolayısıyla, uluslararası ilişkilerin taraf devletlerin menfaat ve çıkarları söz konusu olduğunda girift bir hale gelmesi genellikle siyasilerin satranç oyununa benzetilebilir. Vladimir Putin’in son hamleleri satranç oyunundaki gibi ilerideki hamleleri için de ipucu vermektedir. Mesela, Pekin Kış Olimpiyatları öncesinde ortaya çıkan Amerika Birleşik Devletleri öncülüğündeki boykot kararı için oyunların ilk gününde bir araya gelen Putin ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinpingile “askeri düzey ve siyaset üstü bir iş birliği” konusunda hemfikir olmaları akla Ukrayna hamlesinin Çin’deki karşılığı ne olabilir sorusunu getirmektedir. Eğer aralarında kendilerinin de ifade ettikleri gibi her alanda bir anlaşma söz konusuysa o zaman Ukrayna’ya benzer şekilde Tayvan da Çin’in “canını sıkıyorsa” benzer bir gelişme beklenebilir mi? Münih Güvenlik Konferansı’nda İngiltere Başbakanı Boris Johnson bu ihtimalden söz etmiş ama tabii tarihi ve siyasi ortam dolayısıyla Çin’in böyle bir hamlede bulunabileceğine çok da ihtimal verilmemiştir. Fakat uluslararası ilişkiler uzmanları eskiden beri Çin Komünist Partisi’nin Tayvan’ın yanı sıra, Ukrayna ile örtüşmese de Hong Kong ve Doğu Türkistan için farklı planlarının olduğunu ortaya koymaktadırlar. Bugünlerde yani işgalin henüz yeni başladığı ve dünya kamuoyundan tepkilerin yükseldiği şu günlerde Çin’in tepkisi merak edilmektedir. Eğer Rusya’nın yanında olup müdahaleye tam destek verirse kendisi de yakın bir zamanda -fırsatını bulunca- Tayvan’da benzer adımları atma yoluna gidebilecektir. Putin’in yapmış olduğu hamle Cinping’i de cesaretlendirebilir. Bu oyun tutarsa bundan böyle devletler canları her sıkıldığında ayrılıkçılara işaret vererek bağımsız devlet kurmalarını isteyip sonra da onların davetiyle güya onları korumaya gidebilirler. Fakat Putin ve benzeri liderlerin yanıldıkları nokta modern dünya artık kukla rejimlerle yönetilebilecek bir dünya değildir. Bu tür rejimler sahiplerine hiç beklemedikleri kadar pahalıya mal olacaktır. Temennimiz Rusya’nın bir an önce yapmış olduğu fahiş hatadan dönmesi, diplomasiye öncelik vermesi, ülkesinin tarihi ve güncel çıkarlarını meşru zeminlerde muhafaza etmesi ve masum insanların ölmesine sebep olmamasıdır.
Son olarak hatırlanacağı gibi Ermenistan Karabağ’ı işgal ettiğinde aklı başında Ermeni siyasetçi, akademisyen ve kanaat önderleri “Dağlık Karabağ’ı aldık ama Ermenistan’ı kaybettik” demişlerdi. Putin de Ukrayna’yı işgal edebilir ama yanlıştan dönmezse uzun vadede Rusya’yı kaybedecek ve ülkesi bu girişimden büyük zararlar görecektir. Çünkü sert gücünü anlamsız bir şekilde kullanmış, Rusya’yı kantara çıkartmış, sadece düşmanları açısından değil kendisiyle dengeli ilişki kurmaya çalışan ülkeler için de artık bir tehdit olarak anlaşılacaktır.