Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Ukrayna’ya ne olacak II: Münih’teki göz yaşlarından Çin ile rekabete

Mühdan Sağlam yazdı;

Ukrayna’ya ne olacak II: Münih’teki göz yaşlarından Çin ile rekabete

Ukrayna’nın borçlarının yarattığı boyunduruğu dün bu köşede ele almış ve AB’nin aslında Ukrayna özelinde denediği dış politika hamlesinin Trump duvarına toslayabileceğini ifade etmiştik. Ukrayna’ya ne olacak sorusu, bugün ABD ile Avrupa arasında kurulan ittifakın da bir yönüyle seyrini tayin edecek. Bu çerçevede ilk olarak Münih’te olanlara, oradan Riyad’a ve son olarak Ukrayna’nın değerli minerallerinin ifade ettiklerine odaklanmak yerinde olacak.

 

MÜNİH’TEKİ GÖZYAŞLARI: VANCE’İN SALVOLARINA ŞAŞIRAN AVRUPA!

Almanya’da gerçekleşen 61’inci Münih Güvenlik Konferansı, gergin biçimde başladı, öyle de bitti. O Münih Konferansı ki Putin’in 2007’de ‘Tek kutupluluk dediğiniz kafanıza göre istediğiniz yeri işgal etmeniz, biz bunu kabul etmiyoruz’ tepkisiyle akıllara kazınmıştı. Bu sefer Putin değilse de ABD Başkan Yardımcısı JD Vance, demokrasiden Ukrayna’ya oradan ifade özgürlüğüne uzanan salvolarla Avrupa’yı adeta yerden yere vurdu. Vance’in elinde çiçekle gelip “well done” diyeceğini mi bekliyordu Avrupa bilinmez, ancak Münih Güvenlik Raporu’nun ‘Çoklu Kutuplaşma (Multipolarization)’ isimli raporu aslında olacakları haber veriyordu. Bu hacimli raporu okuduğunuzda eksik bırakılan, atlanan, bilerek isteyerek yok sayılan bir neden sonuç ilişkisi dikkat çekiyor ki, Avrupa’nın şaşkınlığını da anlatıyor. Hatta şunu söyletiyor: Gerçekten dünya nasıl bir dönüşümden geçiyor ve bunun altındaki nedenlerin farkında mısınız?

Raporda küçük bir tespit görüyoruz, liberalizme içeriden itiraz var deniyor ve öyle bırakılıyor. Dünyada milliyetçi popülizmin yükseldiği bulgusu paylaşılıyor. Peki ama neden? Misal neden dünyada liberalizme/neoliberalizme itiraz var? Dünyada belli ellerde biriken servetin tarihin hiçbir dönemiyle kıyas kaldırmayacak bir uçurum yaratması bu resmin neresinde duruyor? Örneğin bunun göçmen düşmanlığından ırkçılığa varan durumla bir ilişkisi yok mu? 1980’lerde dünyayı yıkıma götürecek bu ekonomi-ideolojik reçetenin sonuçlarına hiç mi kafa yorulmuyor? Raporda bu soruların yanıtı yok. Buna gerek görülmemiş. Zaten aksi olsaydı, ‘bu toplantıda sol partiler nerede?’ sorusuna gerek kalmazdı.  Brüksel’den Madrid’e, Londra’dan Varşova’ya şayet Avrupa aşırı sağ niye yükseliyor sorusuna yanıt bulduğunda belki şaşkınlığı azalır.

Münih’te Christoph Heusgen, Vance’in aşağılamalarına ağlamıyordu, son dönemiydi ve veda ediyor, geride belirsizlik ve kaos kaldığına üzülüyordu. Zaten biraz var olanı anlama gayreti olsa göz yaşını sistem nereye gidiyor, halklar neden karamsar ve mutsuz, Draghi Raporu’nun “uyanın yok oluruz” tespitine ağlardı.

 

RİYAD’DA HAVA GÜNEŞLİ, ESPRİLİ BİR ATMOSFER VARDI

Avrupa tabiri caizse derdine yanarken, Putin-Trump görüşmesi sonrasında iki ülkenin dışişleri bakanlarının başında olduğu ABD ve Rusya heyetleri Suudi Arabistan’da bir araya geldi. Rus medyasına yansıyan Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un esprilerinin gündeme damga vurduğuydu. Rusya ile ABD elbette Ukrayna’yı konuştu, Gazze ve Suriye’yi de. 20’nci yüzyılın başında adeta bir gizli anlaşma yapılacak gibi Ukrayna’nın paylaşıldığı izlenimi vardı. Bunu yaptılar mı emin değiliz. Zaten ABD üst düzey yetkilileri Riyad’a gitmeden de Kırım’ın Rusya’da kalacağını ima ettiler, NATO’ya Ukrayna üyeliği konusunda hiç de olumlu bir izlenim vermediler.

Toplantı için Norveç, İsviçre gibi göreli olarak nötr bir adres yerine her iki tarafla da iyi ilişkisi olan Suudi Arabistan’ın seçilmesi aslında dünyanın geleceğine dönük ipuçları veriyor. İnsan hakları karnesi ortada olan, krallıkla yönetilen, konsolosluğunda gazeteci öldüren bir ülkede bu toplantı yapıldı. Açıktır ki bu, ‘demokrasiye dair çok umutvar da olmayın’ demenin bir yoluydu.

Rusya Varlık Fonu, görüşme öncesi ABD’li şirketlerin Rusya’dan çekilmesiyle kayıplarının 300 milyar dolara kadar çıktığını duyurdu. Elbette tesadüf değildi ve iş insanı Trump’a iş diliyle durum izah edilmişti. İki ülkenin diplomatik ilişkilerini restore etmesi, Arktik’te (bu ayrı bir yazı konusu olacak) yeniden işbirliği, özellikle ExxonMobil’in Kara Sea’den baskı nedeniyle çıkması da konuşuldu. Rusya, Ukrayna konusunda beklentisini de Ukrayna nadir elementlerinin yüzde 40’ını elinde tuttuğunu da anlattı. Ancak, Ukrayna bu haliyle kalsa bile ABD yaptırımlarının kaldırılması Moskova’nın önceliği ki Avrupa’nın aynı yolu izleyeceğini umuyor. Ekonomisi belki iflas etmedi, ama zorlandığı da açık.

Trump yönetimi, Rusya ve Ukrayna’daki hak ihlâlleriyle, savaş suçlarıyla, kışkırtmalar, kullanılan bombalar, Uluslararası Ceza Mahkemesi kararlarıyla ilgilenmiyor, çünkü onlara göre bunlar zaten hızlı iş yapmanın önündeki engeller. Putin’in de böyle bir kaygısının olmadığı sır değil. Kaba bir realist denklemle, Ukrayna paylaşılmamış olsa bile, ABD ile Rusya arasındaki bağ güçlendirilmeye ve Çin ile Rusya arasındaki zorunlu yakınlığa mesafe konmaya çalışılıyor. Peki Ukrayna’nın mineralleri nereden çıktı?

 

BÖYLE BUYURDU KAPİTALİZM: KRİTİK METALLERE HÜCUM

Kritik mineraller, başta yeşil enerjiye geçişle ilgili olanlar olmak üzere tüketici elektroniği, yapay zeka altyapısı ve silahlar gibi yüksek teknoloji ürünlerinin üretimi için gereken metaller ve diğer hammaddeleri kapsıyor.

İklim değişikliğiyle mücadele ve fosil yakıtlardan uzaklaşma telaşı, ulaşımın elektrifikasyonu ve rüzgar türbinlerinin inşası için gerekli olan kobalt, bakır, lityum ve nikel gibi enerji geçiş minerallerine yönelik bir hücum etkisi yarattı. Aynı mineraller ve diğerleri cep telefonlarının, yapay zeka veri merkezlerinin ve F-35 savaş uçakları gibi silahların üretiminde de kullanılıyor ve yüksek talep görüyor. Uluslararası Enerji Ajansı’na (IEA) göre hali hazırda 400 milyarı bulan enerji dönüşüm mineralleri pazarı, bu ivmeyle sürerse 2030’da 800 milyara, 2040’ta 1.2 trilyon dolara çıkacak. Bu pazarın önemli kısmında hem çıkarma hem de rafine etmede Çin lider konumda. IEA'ya göre Çin'in rafinajdaki payı nikel için yaklaşık yüzde 35, lityum ve kobalt için yüzde 50-70 ve nadir toprak mineralleri için yaklaşık yüzde 90. Özellikle sonuncusundaki hakimiyet dikkat çekici. ABD Jeoloji Araştırmaları Kurumu verilerine göre, 2024’te Çin dünyadaki nadir rezervlerin neredeyse yarısına hükmediyordu. Çin, bu haliyle dünyanın fabrikası ve bu da dünyanın neresinde kritik mineraller çıkarılırsa çıkarılsın, tedarik zincirinde çok önemli bir konum elde etmesini sağlıyor. İşte burada resme Ukrayna giriyor.

 

Devamı >>>



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER