Amacı hâlâ tam olarak anlaşılamayan, dolayısıyla da elde edilmek istenilen neticelerin de tam olarak bilinemediği Rusya- Ukrayna savaşı artık üçüncü haftasına girmiş durumda. Geride kalan günlerde binlerce insanın ölümüne ve milyonlarcasının sığınmacıya dönüşmesine rağmen sivil yerleşim yerlerine saldırılar hız kesmeden, pervasızca devam etmektedir. Gerçi benzer görüntüleri Ortadoğu’da içimiz acıyarak ve öfke dolu bakışlarla yıllardır izlemek zorunda kaldık. Ama dünya kamuoyu böylesi görüntülere sanki ilk defa şahit oluyormuşçasına tepki verince, çifte standart nedir sorusunun cevabını bütün netliğiyle almış olduk. Ancak yine de “belki bundan sonra Gazze’de, Batı Şeria’da veya Afganistan’da, Yemen’de ya da Suriye’de ve Irak’ta benzer saldırılarda benzer tepki verilir” ümidini her şeye rağmen saklı tutmak asgari insani bir beklenti olsa gerek.
2016-19 yılları arasında Ukrayna Başbakanı olarak görev yapan, ailesinin bir kısmını 2. Dünya Savaşı’nda yaşanan olaylarda kaybettiği bilinen Volodymyr Groysman başbakanlık yaptığı dönemde dünyada İsrail dışındaki tek Yahudi hükümet başkanıydı. Geçtiğimiz günlerde siyaset sonrası yerleştiği Vinnytsia şehrinde, dünyaya bir çağrıda bulunarak Rusya’nın işgalinin, Yahudilerin Almanya’da yaşadıklarına benzediğini iddia etmişti. Özellikle İsrail’den silah yardımı isteklerini tekrarlamıştı. Artık duymaya alıştığımız Ukrayna hava sahasının uçuşa yasaklanmasını bir kez daha dile getirmiş ve bundan duyduğu rahatsızlığını ortaya koymuştu. Vladimir Putin’in sadece ekonomik yaptırımlarla durdurulamayacağını ileri sürmüştü.
Ayrıca Groysman’in ısrarla silah yardımı istemesine rağmen İsrail sadece insani yardım göndermekle yetinmişti. Bunun üzerine o da Rus bomba ve füzelerine karşı battaniyelerin yeterli olmayacağını söylemişti. Aslında bilindiği gibi Amerika Birleşik Devletleri ( ABD) ve İsrail’in ortaklaşa geliştirdikleri “demir kubbe” denilen savunma sistemi de defalarca İsrail’den istenmiş ancak Ukrayna’ya kurulmamıştı.
Ukrayna tarafının gerek eski siyasetçileri gerekse de hâlihazırdaki devlet başkanı Volodymyr Zelensky aracılığıyla İsrail’den yardım talep etmesine rağmen İsrail tarafı onları oyalamayı tercih ediyor. Mesela, geçen hafta Ağlama Duvarı’nda Ukrayna bayrağına sarılarak dua eden Yahudileri gören Zelensky bu duruma sevinmiş ama İsrail’in “Ukrayna bayrağına sarılmamasına” içerlemişti.
Bugünün şartlarında dünyanın bütün ülkeleri Ukrayna’ya insani yardım yapabilirler, yapmaları da gerekir. Hâlbuki Mayıs 2010’da İsrail’in uyguladığı oldukça sert ablukaya karşı Mavi Marmara adındaki uluslararası bir yardım filosunun başına gelenler hepimizin malumu…
Ancak bugün Ukrayna’nın maruz kaldığı haksız işgal girişimine karşı yardımların ülkeye ulaşmasında hiçbir zorlukla karşılaşılmamaktadır. Zaten doğru olan tavır da budur. Ama Ukrayna karşısındaki devasa gücün saldırılarına mukavemet edebilmek için insani yardımların ötesinde “battaniyelerin onları füzelere karşı koruyamayacağı” için silah yardımı talep etmektedir. 12 yıl önce Gazze’ye insani yardım götüremezken, bugün tehdit altındaki bir ülkeye İsrail’den olmasa dahi çok da zorlanmadan bazı ülkeler silah yardımı yapılabilmektedir.
Üstelik İsrail kendisinin bir zamanlar engel olduğu insani yardımları göstermelik de olsa Ukrayna’ya göndererek suçluluk psikolojisinden kurtulmaya çalışmaktadır. Kriz çıktığı ilk günden beri Türkiye gibi tarafsız kalmayı da hedeflemektedir. Türkiye gibi ekonomik şartları çok da iyi olmayan, üstelik her iki ülke ile ticari ilişkileri olan bir ülkenin elinden geldiği kadar gerek Rusya gerekse Ukrayna’yı tabir yerindeyse “küstürmemeye” çalışması nispeten anlaşılabilir. Çünkü Türkiye’nin kriz bölgesiyle olan coğrafi yakınlığı ve her iki ülke ile de olan siyasi ve ticari ilişkileri tarafsız kalmasını zorunlu kılarken, aynı zamanda savaşın bir an önce son bulması için ortaya koyduğu çabalar da doğru olan yaklaşımdır.
Bununla birlikte işgalin ilk günlerinde İsrail dışişleri bakanı saldırıyı kınamış ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Rusya’nın kınanması yönünde oy vermişti. Fakat Başbakan Naftali Bennett Rusya için henüz bir açıklamada bulunmamıştır. Geçen Cumartesi günü ani bir kararla Moskova’yı ziyaret ederek arabuluculuk yapmaya çalışmıştır. Bu ziyaretten önemli sonuç çıkmayacağı belli iken akıllarda Yahudilik inancında şabbat günü iş yapmanın dinen yasak olmasına rağmen sadece uçağa binmesi eleştiri konusu olarak kalmıştır.
İsrail görsel ve yazılı basını bugünlerde dikkatleri Ukrayna’dan kaçırarak İran ile yapılan Viyana görüşmeleri, İran’ın Suriye’de konuşlanmış üslerden İsrail’e saldırmaya çalışması ve 2015’te İran nükleer anlaşmasına geri dönülmemesi yönünde tartışmalara yer verilmektedir. İsrail bir tarafta dünyadaki en büyük destekçisi Amerika Birleşik Devletleri ile güçlü bağlarını korurken, diğer taraftan Suriye’de bölgenin hâkimi konumundaki Rusya’yı da memnun etmeyi hedeflemektedir. Böyle bir denge politikasının elbette herkesin işine gelmeyeceği de açıktır. Hatta İsrail Başbakanı’nın, Zelenskiy’e teslim olması yönünde çağrıda bulunduğu bile iddia edilmektedir. Bununla da İsrail’in mevcut şartlarda savaştan elde edebileceği en yüksek menfaati elde etmeye çalıştığı görülmektedir.
Bilindiği gibi Ukrayna, Doğu Avrupa’da Yahudi nüfusun yoğun olduğu ülkelerden birisidir. İsrail savaş sebebiyle ülkeden kaçan Yahudi nüfusu almaya çalışmaktadır. Hava yoluyla İsrail’e gelen Ukraynalılar Yahudi olup olmadıklarına, birinci dereceden Yahudi akrabalara sahip olup olmadıklarına bakılarak ülkeye ücretsiz olarak alınmaktadır. Yahudi olmayanlar ise 3.000 USD gibi bir depozito ödeyerek giriş vizesi alabilmektedir. Burada üzerinde durulması gereken nokta şudur; İsrail işgal ettiği Filistin topraklarında inşa ettiği yerleşim bölgelerine yeni gelen bu insanları yerleştirerek Filistinlilere hayat hakkını giderek daraltmaktır. Böylece hem Rusya, hem ABD, hem de Ukrayna’yı küstürmeden üstelik savaştan kaçan insanlara “şefkat göstermiş” gibi yaparak dünya kamuoyundan takdir beklemektedir. Fakat bu şefkatin milyonda birini ülkenin asıl sahipleri olan Filistinlilere hiç göstermemiş ve bundan sonra da göstermeyeceği de anlaşılmaktadır.
Bütün bu gelişmeler ortaya koyuyor ki, Ukrayna’da yaşanan krizi Yahudi nüfusun İsrail’e taşınması için sanki fırsata çevirmeye çalışan bir strateji uygulanmaktadır. Yani koyun can derdinde, kasap et derdinde atasözü tam da bu durumu tarif eden veciz bir ifade olarak ortaya çıkmaktadır.
Bu bölge, insanlık çıkar çatışmalarının, kan üzerine yapılan kirli hesapların insafına terk edilemez. Irkçı emperyalizmin hedeflerinin basit bir parçası yapılamaz. Hangi din, dil, ırk, mezhep, meşrep sahibi olursa olsun aklıselim sahibi herkes, insanlığın karşı karşıya bırakıldığı bu şartlara teslim olmadan, buradan bir çıkış bulmanın yollarını aramalıdır. Yoksa bu gidişin sonu hep birlikte uçuruma sürüklenmek olacaktır.