Ukrayna Savaşı Karşısında Putinciliğin Farklı Çeşitleri

Ahmet İnsel, birikimdergisi.com’da “Ukrayna Savaşı Karşısında Putinciliğin Farklı Çeşitleri” başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Ukrayna Savaşı Karşısında Putinciliğin Farklı Çeşitleri

Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlattığı işgal, tahakküm ve ilhak amaçlı savaşı açıkça veya zımnen destekleyenleri birkaç gruba ayırmak mümkün. Rusya’da yürürlükte olan otokratik rejim, otokratın ismiyle anılıp Putinizm olarak tanımlandığı için, Putincilik olarak nitelendirilebilecek bu tavırların arasında en dikkat çekici olanı, Vladimir Putin’in aldığı savaş kararını açıkça desteklememekle beraber, bu kararın Rusya tarafından bakınca anlaşılır, hatta kabul edilebilir olduğunu ifade edenler. Genellikle “iki tarafın da sergilediği şiddete” işaret ederek, saldırana ve kendini savunana eşit mesafede durma görünümü veren bu sözde savaş karşıtı tavrı, ılımlı Putincilik olarak nitelendirebiliriz. İleride bu tavrı daha etraflı ele alacağız.

Ondan önce hiyerarşik olarak bağnaz Putincilik var. Putin’in Ukrayna’ya karşı başlattığı, savaş olarak nitelenmesi Rusya’da artık ağır bir suç olan “özel askerî harekât”ın gerekçesi olarak ileri sürdüğü, “Nazilerden arındırma gereği”, “Ruslara yönelik soykırımı engelleme”, “NATO’nun saldırı hazırlığı”, “Ukrayna diye bir toplum yoktur”, “Ukrayna’yı yöneten uyuşturucu bağımlıları” gibi iddiaları gözü kapalı tekrarlayan mutlak veya bağnaz Putinciliğin sesi doğal olarak en fazla Rusya’da çıkıyor. Bunların arasında en dikkat çekici ve yakın tarihli olanı, resmî haber ajansı RIA Novosti’de yayımlanan Timofeï Sergueïtsev’in yazısı. “Ukrayna’da Nazilerden arındırma” fikrinin önde gelen sözcülerinden Sergueïtsev, Nisan 2021’de yayımlanan yazısında bunu açıkça dile getirmişti (Rusça orijinali için bkz.)  

3 Nisan’da RIA Novosti’de yayımlanan yazısında Sergueïtsev (Ria Novosti-3 Nisan 2022) Rus ordusunun Ukrayna’da sergilediği aşırı şiddetin savaş suçu olarak tanımlanamayacağını, çünkü bunun Nazizm’i yenmek için kullanılan bir güç olduğunu ileri sürüyor.  Rus ordusunun eylemlerinin sadece Ukrayna ordusunu değil, “Nazi hükümetini desteklemiş olan” ve “pasif Nazi” olarak nitelendirilen sivilleri de hedef almasını gerektiğini belirtiyor. Bu nedenle, “Ukrayna’daki temizlik harekatının 25 yıl, yani bir kuşak boyunca sürdürülmesi gerektiğini” iddia ediyor.

Bu tüyler ürpertici, Mein Kampfvari yazının geri kalanında ise, Avrupa ve daha genel olarak Batı’nın sebep olduğu iddia edilen “medeniyet yıkımına karşı”, Rusya’nın bir barikat oluşturması gerektiği vurgulanıp, Ukrayna’da “Nazileşmenin” doğrudan Avrupa Birliği eliyle beslendiği, Nazizm’den arındırmanın kaçınılmaz olarak “Ukraynasızlaştırmayı”, yani Ukrayna diye bir toplum, devlet olmadığının, olamayacağının herkes tarafından kabul edilmesini hedeflemesi gerektiği belirtiliyor. Sergueïtsev’e göre bu uzun soluklu bir savaş olacaktır, çünkü “Ukrayna’nın Nazilerden arındırılmasında Rusya’nın müttefiki olmayacaktır, bu tamamen bir Rus sorunudur. Ayrıca Nazi Ukrayna’da sadece ‘Bandera versiyonu’ yok edilmeyecek, ondan çok daha önemli olan Batı totalitarizmi, medeniyetlerin yıpranması ve çökmesini dayatan programlar, Batı ve ABD süpergüçlerine tabiiyet mekanizmaları yok edilecektir.” Ukrayna “özel askerî harekâtını Batı’ya, Batı’nın değerlerine karşı başlatılmış bir savaş olarak değerlendiren Rus/Slav şovenizminin sözcülerinin açıklamalarını, aynı telden çalan Rus Ortodoks Kilisesi yönetiminin açıklamaları tamamlıyor.

Bağnaz Putinciliğe, Rusya dışında, aşırı fanatik veya göbekten Rusya’ya bağımlı çok dar bir çevre dışında rastlanmıyor. Rus Ortodoks Kilisesi’nin başının, homofobik değerlendirmeler ilave ederek tekrarladığı bu söyleme, komplo teorilerinin hazır alıcılarının pek sevdiği türden iddialar katılıp, örneğin Ukrayna’yı esas bombalayanların NATO güçleri olduğu, Ukrayna’da kitle imha silahı üretildiği için Rusya’nın önleyici müdahalede bulunduğu gibi kuyruklu yalanlar dile getiriliyor. Rusya’da halkın bu iddialara gerçekten ne kadar inandığını ölçmek şimdilik mümkün değil.

Çok daha sık rastlanan tavır, sinsi Putincilik olarak tanımlanabilecek olan, NATO’nun varlığının Rusya’nın “kendini savunma amaçlı saldırısı”nın esas gerekçesi olduğunu iddia eden görüş. Bunu dile getirenlerin ezici çoğunluğunun ABD-karşıtı duruş sergileyen bütün diktatörleri, otokratları alkışlıyor, onların yanında yer alıyor olmaları, bugün de sinsi Putinseverler olmalarının nedenini açıklıyor. Bütün kabahatin ABD ve NATO’da olduğunu, Putin’in bu güçlerin tehditlerine karşı harekete geçmek zorunda olduğunu iddia ettikten sonra, bir kısmı Rusya’nın “müdahalesi”nin üzücü olduğunu, bunu mahkûm etmek gerektiğini ama özünde Rusya’nın bugüne kadar Avrupa’da kimseyi tehdit etmediğini iddia ediyorlar. Transnitri, Abhazya, Güney Osetya’da yerleşik Rus ordusu, ardından Kırım’ın ilhakı ve Donbas ve Luhansk’ın fiili işgalini ise o ülkelerin iç sorunları olarak tanımlıyorlar. NATO’nun münhasıran eleştirilmesi gereken bir askeri ittifak olması, Doğu Avrupa ülkelerinin ezici çoğunluğunda neden halkların son yirmi beş yılda NATO üyeliğine güçlü bir destek verdiğini, yönetimlerin alelacele NATO üyeliğine müracaat ettiklerini açıklamıyor. Bunu açıklayabilmek için bütün bu ülkelerin niçin kendi toprak bütünlükleri ve bağımsızlıklarına karşı Rusya’yı açık ve yakın bir tehlike olarak algıladıklarını izah etmek gerekiyor.     

Putin rejimine maddi menfaat ilişkileriyle bağlanan ve açıkça onun sözcülüğünü yapmamakla birlikte Putin rejimini anlayışla karşılamak gerektiğini dile getirenleri ise menfaat Putincileri olarak adlandırabiliriz. Bunların arasında önde gelen Batı toplumlarında başbakanlık yapmış isimler, Moskova merkezli dezenformasyon şebekelerinin aleti olan gazeteciler veya partisi Rus bankalarından kredi veya en azından seçimlerde propaganda/dezenformasyon desteği alan aşırı sağcı liderler var. Bu çevrelerin bir kısmı Rus ordusunun Ukrayna’da savaş suçu işlediği iddiasının bir yalan olduğunu, ortaya konan somut delillerin kurmaca olduğunu iddia etmekten geri kalmıyor. Rusya’nın doğrudan desteklediği ve himaye ettiği bazı Afrika ülkeleri liderleri ve onların sözcüleri de bu grupta yer alıyor.

Farklı bir Putincilik türü, Vladimir Putin’in temsil ettiği “kodumu oturtan” otoriter, güçlü, şişkin kaslı erkek figürüne hayranlık duyan, kendilerini de böyle bir lider olarak görmek isteyen, ya da böyle bir lidere tabi olmayı arzulayanlardan oluşuyor. Güç karşısında büyülenmiş Putincilik, daha doğrusu Putinseverlik esas olarak aşırı sağ eğilimli çevrelerde karşımıza çıksa da, bunun sol söylemli versiyonları da maalesef var. Güçlü ve güç timsali lider kültüne tapınanlar için, Putin her bakımdan model teşkil ediyor.

Bütün bunların içinde, sanırım üzerinde en fazla durulması gereken Putincilik türü, en başta işaret ettiğim ılımlı olanı. Bu tavırda olanlar, genellikle sorunun çok karmaşık ve uzun tarihi bir arka planı olduğunu anlatarak söze başlıyorlar. Ardından NATO’nun yaptıkları, Sırbistan’ın bombalanması, ABD’nin Irak saldırısı, Libya’ya askeri saldırı gibi gerçekten menfur girişimleri sıralayarak, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısını terazinin karşı kefesine koyuyorlar. Böylece Ukrayna’da yaşanan insanlık dramında iki tarafın da eşit sorumluluğu olduğunu söyleyerek, en azından ima ederek, sorunun sadece diyalog yoluyla çözülmesi gerektiğini söylüyorlar. Ukrayna’nın kendini savunması için ona askeri yardım yapılmasını, emperyalistler arası savaşı körüklemek olarak nitelendirip, eleştiriyorlar.

Bu ılımlı Putincilik, bugün Ukrayna toplumunun maruz kaldığı kanlı saldırı ortamında, bu son derece somut vahim durum karşısında, belki de en tehlikeli versiyonu oluşturuyor. “Her türlü savaşa karşı olma” gerekçesini de zaman zaman kendine destek yaparak, sinik bir bilgiçlik arkasına saklanıp, sonuçta 1930’ların “nüfuz bölgeleri” kuramlarını meşrulaştırıp, büyük ülkelerin “arka bahçelere” sahip olma iddialarını geçerli kabul ederek, en saldırgan, en yayılmacı jeopolitik tezlerini dile getirmiş oluyorlar.

Ukrayna’ya bugün yeterli silah yardımı yapılmasına karşı çıkanların bu tavrının, 1936’da seçimle iktidara gelmiş yasal Cumhuriyetçi yönetime, Franco liderliğinde ayaklanan gerici faşist güçleri bastırması için askeri yardım yapmayı reddeden ve bunu Hitler’i kışkırtmamak bahanesiyle açıklayan teslimiyetçi Batı liderlerinin tavrından farkı yok. Ne de Hitler’in Südetler’i ve Avusturya’yı ilhak etmesini boynu bükük kabul eden Fransız, İngiliz başbakanlarından farkı var.

Bu ılımlı Putinci tavrın karşısında demokratların, özgürlükçülerin, sosyalistlerin alması gereken tavır açıktır. Her şeyden önce bunun emperyal gücünü yeniden tesis etmeye çalışan ve bu amaçla yayılmacı bir saldırgan politikayı, sadece sözle, imayla, tehditle değil, somut olarak, kanlı biçimde uygulayan bir şoven milliyetçi (“bütün Slavların/Rusların birliğini oluşturmak”) ve gerici-dindar (“tehdit altındaki kadim Ortodoksluğu kurtarmak”) bir güç kabarması olduğunu açıkça ifade etmek gerekir. Nükleer güç kullanma tehdidi savuran bir süper gücün, komşu ülkeyi “arka bahçesi” olarak tanımlayıp, onun üzerinde mutlak tasarruf hakkına sahip olduğunu iddia etmesi ve bütünüyle veya kısmen bu ülkeyi ilhak etmek üzere harekete geçmesi, Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ne göre saldırı suçunu işlemektir. Sözleşmenin 2/4 maddesi, “Teşkilatın üyeleri, milletlerarası münasebetlerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak bütünlüğüne veya siyasi bağımsızlığına karşı, gerekse Birleşmiş Milletlerin amaçları ile telif edilmeyecek herhangi bir surette, tehdide veya kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar” diyerek, tam da Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlattığı askeri saldırıyı tarif ediyor. Buna işgal sırasında Rus ordusunun işlediği savaş suçları ayrıca ilave oluyor. Ukrayna savaşının sonuçlarından biri, Birleşmiş Milletler’in mevcut yapısıyla bundan sonra büyük ölçüde felç olacak olmasıdır.

Bu çerçevede Ukrayna’ya başta silah yardımı olmak üzere, yapılacak bütün yardımları ve Rusya’ya karşı alınan ve ileride alınacak olan yaptırım kararlarını desteklemek ve Putinizm’in işlediği vahim suçlara göz yummamak, Putin yönetiminin Ukrayna’da işlediği ağır suçu komşusu olan başka ülkelere karşı işlemeye cesaret edememesini sağlamak için mücadele etmek de olmazsa olmaz bir gerekliliktir.

Emperyalist ülkeler arasında denklik olduğunu iddia etmek, “al birini vur ötekine” demek, bugün Batı’da halen emperyalist politikalar yürüten veya yakın tarihe kadar yürütmüş olan devletlerin, o ülkelerde toplumsal mücadeleler sonrasında atmak zorunda kaldıkları geri adımları, toplumsal mücadelelerin kazanımlarını, asgari bir demokratik yaşamın bu mücadeleler sayesinde kurulabilmiş olduğunu inkâr etmek anlamına geliyor. Toplumsal mücadeleleri, işçi sınıfının kazanımlarını, özgürlük arayışlarını bir silindir gibi ezip geçen, karşısında toplum içinde hiçbir karşı güç oluşmasına izin vermeyen, Putinizm’in önde gelen bir temsilcisi olduğu otokratik yönetimlerle Batı emperyalizmlerini aynı kefeye koymak demektir. Rusya’da sesini duyurmaya çalışan ve acımasız biçimde ezilen, susturulan cılız savaş karşıtı seslerin onur mücadelesi karşısında Putinizm’in yanında yer almak demektir. Bugün özgürlük ve demokrasi yandaşları açısından savaş karşıtlığının yegâne geçerli olduğu ülke Rusya Federasyonu’dur. Nitekim 16 Mart’ta yaptığı konuşmada Vladimir Putin ülkedeki savaş karşıtlarını “beşinci kol ve hainler” olarak tanımlayıp, bu savaşla beraber Rusya’da da “toplumun gerekli ve doğal bir şekilde arınacağını, bunun ülkeyi daha da güçlendireceğini” belirterek, otokratik yönetiminin açık diktatörlük boyutunu daha da pekiştirmeye kararlı olduğunu ifade etti.

Sözü, Ukraynalı sosyalist ve feminist militan Oksana Dutchak’a bırakıyorum. Kendisiyle yapılan bir söyleşide (LeftEast.org), Ukrayna halkının ne düşündüğünü, ikilemlerini, işgale karşı direniş içinde yer yer ortaya çıkan insan hakkı ihlallerini açıkça dile getirdikten sonra, “NATO veya Rusya ikilemine teslim olmadan, milliyetçi mantığa ve jeopolitik perspektiflere kapılmadan, bu savaşa karşı bir muhalefet cephesi kurmak mümkün mü?” sorusuna şöyle yanıt veriyor:                                                                                                                                                                                                “Başka ülkelerdeki solcularla tartışıyorum. Bazen NATO’yu yeteri kadar suçlamıyor olmaktan bu kadar korkuyor olmalarına bakıp dehşet içinde kalıyorum. Elbette NATO belli bir zamansallık içinde suçlanmalıdır. Ama gökten bombalar yağmaya başlayınca, bu bombalamalarla ilgili olarak yegâne suçlanacak olan Rusya’dır. Burada, sahada biz Rusya’nın nasıl davrandığını somut olarak görüyoruz. ‘Rusya’yı ve NATO’yu buradan uzak tutalım” diyemeyiz, çünkü Ukrayna’yı sadece Rusya işgal etti. Kentleri bombalayan NATO değil. Taraf olmayacağız diyemeyiz. Taraf olmak zorundasınız, hele buradaysanız. Doğu veya Batı Avrupa’dan hiçbir solcuya, buraya gelip bize taraf olmamamızı salık vermesini tavsiye etmem. Taraf olmamak, yaşananlara göz yummak demektir. (…) Bazı solcular çıkış yolunun Ukrayna’nın tarafsızlığı konusunda anlaşmak olduğunu söylüyor. Bu tavır kolonyalizmdir. Bir ülkenin egemenliğini tanımamak demektir. Buna halk karar verir ve bu kararı alması için savaşın son bulması gerekiyor. Bu savaş birçok Ukraynalıyı mühim kararlar almak zorunda bıraktı. Her zaman bir seçim olabileceğini iddia edenlerin söylediklerinin tersine, Ukraynalıların büyük çoğunluğu şu anda herhangi bir seçim yapma imkânına sahip değil. Biz, seçim yapma kapasitemizi inkâr etmiyoruz. Batı solundan bazıları bizim bu kapasitemizi inkâr ediyor ve Ukraynalıların ne yapmaları gerektiğini bize anlatıyorlar.”  Kaynak: Farklı Bakış