Tarih: 03.04.2021 13:32

Üç yanlışla Türkiye’nin güncel siyasi tablosu

Facebook Twitter Linked-in

KONDA firması halkın Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşanan olaylara tepkisi öğrenmek için bir araştırma yürütmüş; araştırmanın sonuçları dün açıklandı. “Öğrenciler kayyum atanmasına karşı haklı bir tepki mi gösteriyor, yoksa rektör ataması doğru, öğrenciler haksız mı?” sorusu yöneltilenlerin geneli (yüzde 67) öğrencileri haklı bulmuş…

Anket sonucuna bakıp “Neden yüzde 67, neden yüzde 90, hatta yüzde 100 değil?” diye düşünmedim değil.

Öyle ya. Her gencin öğrencisi olmak için sınavlar öncesinde dirsek çürüttüğü, anne-babaların çocukları sınavda orayı kazansın diye hiçbir fedakarlıktan kaçınmadığı, ülkemizin medar-ı iftiharı bir üniversitesine gelenek dışı bir atama yapılmış, bu gelişmeye yalnız öğrenciler değil öğretim üyeleri de tepki veriyor…

Güvenlik güçleri protestoculara en sert biçimde müdahale ediyor.

Herkesin gözü önünde yaşanan bu olaylara neden halkımızın yalnızca yüzde 67’si doğru teşhisle yaklaşıyor?

Neden hepimiz değil de üçte ikimiz?

İlk yanlış: Dindar sofulaştıkça genelden kopuyor

Raporda ortalamayı aşağıya çeken üçte birlik kitlenin özelliklerine ışık tutan bir tablo var.

Reklam

Kendisinin ‘dindar’ olduğunu söyleyenler (yüzde 50), araştırma firmasının ‘sofu’ olarak tanımladığı grup (yüzde 35) genelin ortalamasını (yüzde 67) aşağıya çekmiş. Ankette ‘inançlı’ olarak anılan bir grup daha var, onlar ortalamayı yükseltmekte (yüzde 81).

‘Sofu’ ne anlama geliyor?

İnançlarla ilgili bir kategori olduğuna ve ‘inançlı’ ile ‘dindar’ ayrımını bir tık daha öteye taşıdığı anlamı yüklendiğine göre ‘daha fazla inançlı’ veya ‘daha dindar’ olduğunu düşünebiliriz ‘sofu’ olarak belirlenmiş kitlenin.

Kişilerin dindarlık dozu arttıkça Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşanan olaylara tepkisi de değişiyor demek ki.

Zaten raporun bir başka bulgusunda ‘geleneksel muhafazakar’ olarak kendisini tanımlamış insanlardan oluşan kitle Türkiye ortalamasına yakın (yüzde 61) öğrencilere hak verir görünürken, ‘dindar muhafazakar’ olarak belirlenmiş kitle üçte birlik bölgeyi oluşturmakta (yüzde 34).

Gösterilere müdahaleye halkın tavrını belirlemek için sorulmuş bir başka soruya verilen cevap da üçte iki ve üçte bir bölünmeye uygun: “Öğrenciler demokratik haklarını kullanıyor, polis müdahalesi haksız” diyenler yüzde 62;  “Öğrenciler bunları hak etti, polis gereğini yaptı” görüşüne hak verenler yüzde 38. 

Peki ama neden?

Siz bu işte bir yanlışlık görmüyor musunuz?

Reklam

Gönlüm bunun tam tersini görmek istediği için olsa gerek, anketin ortaya koyduğu tabloyu yanlış buluyorum.

Yanlış, ama pek çok başka olayı da açıklayıcı.

Partilerin konuya yaklaşımı da görülmeye değer:

Bu tablo AK Parti’nin kendi tabanından uzaklaştığını gösteriyor olabilir mi?

İkinci yanlış: CV’leri aynı ama biri diğerini dışlıyor

KONDA anketinden haberdar olduğumuz gün, bir başkasının attığı Twitter mesajını takipçilerine duyurduğu için yargılanıp mahkum edilmiş ve fezlekesi derhal Meclis’te oylanarak milletvekilliği düşürülmüş Dr. Ömer Faruk Gergerlioğlu yeniden gözaltına alındı. 

Yaka paça. 

[Gözaltına alanlar halinden sağlık sorunları olduğunu anladıklarından hastaneye götürmüşler Gergerlioğlu’nu; doktorlar kendisine anjiyo yapılmasını uygun gördükleri için birkaç günü hastanede geçireceği anlaşılıyor. Cezaevine oradan sevk edilecek.]

HDP milletvekili olduğu halde iktidarda bulunan kadronun önemsediği özelliklere sahip biri Ömer Faruk Gergerlioğlu. Tıp Fakültesi’ni bitirmiş bir İmam Hatipli. Doktorluk mesleğini icra ederken bir yandan da 28 Şubat post-modernist darbesine en fazla direnen sivil toplum örgütü olan Mazlumder’de başkanlık yaptığı biliniyor. 

Onun bu CV’sine benzer özellikler taşıyan pek çok kişi iktidar partisi kadrosunda.

Kadro, dokunulmazlığı olduğu halde Gergerlioğlu’nun davasının dönem sonuna bırakılmayıp yargılanmasına ses çıkarmadı, fezlekesi Meclis’e geldiğinde de oylamada ellerini milletvekilliğinin düşürülmesi için kaldırabildi.

Ben bu gelişmeyi izlerken de “Bu işte bir yanlışlık var” diye düşünmeden edemedim.

Üçüncü yanlış: Profesör cezaevinde ve koronadan korunamıyor

Bana göre bu iki yanlışlığın üst üste yaşandığı gün bir de şu bilgi notuyla sarsıldım:

“Prof. Dr. Sedat Laçiner 20 Temmuz 2016’dan beri tutuklu.

Çanakkale E-Tipi Kapalı Cezaevinde tutuluyor. 

Sağlık durumu kötü. Ve şu anda maalesef koğuşu Korona karantinasına alınmış durumda.

İleri derecede şeker hastası. Yüksek tansiyon hastası. İleri derece bel fıtığı var. Alerjileri nedeniyle vücudunda yaralar ve ağrılar oluyor. Tetik parmak sendromu ve derisinde enfeksiyonlar oluşuyor.

Bronşit hastalığı teşhisi konulmuş, akciğerlerinde iltihaplanma var. 

Ve son olarak da koğuşu Korona karantinasında. Ailesi dahil kimseyle görüştürülmüyor.

2 adet eleştirel gazete yazısı ve üniversitede kadrolaşma iddiasıyla 9 yıl 3 ay örgüt üyeliği suçundan ceza verdiler. Dosyası şu anda temyizde, Yargıtay 16. Ceza Dairesinin arşivinde bekletiliyor. Yani yargılama bitmeden ceza çektiriliyor. 

Çanakkale Kapalı Cezaevindeki fiziksel koşullar kötü, eski  bir bina, kalabalık koğuşlar, Korona tedbirlerine uygun olmayan bir ortam, sağlıklı kalmak imkansız.”

[Nitekim, bu mesajın hemen ardından Prof. Laçiner’e korona teşhisi konulduğunu öğrendim.]

Prof. Sedat Laçiner rektörlük günlerinde..

Prof. Sedat Laçiner Çanakkale Üniversitesi rektörüydü. SBF mezunuydu ve akademik hayata intisap etmeden önce Milliyet gazetesi dış haberler servisinde muhabirlik yapmıştı. İngiltere’ye gitti, iyi bir üniversitede doktora yaptı, Türkiye’ye döndü, akademik alanda kalıcı eserlere imza atarken profesör de oldu. Rektörlüğe de AK Parti döneminde getirildi.

Öğrencileri beni yılın yazarı seçince, içinde yer aldığım törenlere katılmama prensip kararımı çiğneyip iddialı bir yüksek öğretim kurumu haline dönüştürdüğünü işitegeldiğim Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’ni görmek ve kendisiyle de tanışmak üzere ödül törenine katılmıştım.

Cezası henüz kesinleşmemiş olduğu halde Prof. Laçiner’in cezaevinde tutulması, tutulduğu yerde korona tehlikesi belirdiği halde ve çeşitli rahatsızlıklarına rağmen bunların görmezden gelinmesi de bana yanlış geliyor.

Tıpkı Boğaziçi olaylarına halkın bir bölümünün yaklaşımının, Gergerlioğlu’na reva görülen muamelenin de bana yanlış gelmesi gibi.

Bir an “Acaba ben mi yanlıştayım?” diye düşünsem de vicdanım ve inançlarım o düşünceyi zihnimden hemen siliveriyor.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —