Türklerin çoğunluğunun ezber bir algı ile ya da inanarak sordukları Kürt meselesi diye bir şey var mıdır? Şeklindeki bildik soru ve kısa cevabı ile konuya giriş yapalım.
Bir Türk atasözü derki, “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz”. Galiba bu sorunun en kısa cevabı budur. Diğer bir husus, Kürtlerin yaşadığı havzada, gerek tarihte, gerekse günümüzde, en çok konuşulan en başat konulardan birisi de Kürt ve Kürdistan meselesidir, demek sıradan bir ezber olmasa gerek. Bu nedenle parlayan bir Güneşe gözlerini kapatanlar, sadece kendilerine dünyayı karartır, yoksa kimseye dünyayı karartamadığı gibi güneşi de yok ettiremez. Ayrıca bu konuyu iyice incelediğimizde bu sorunun anlamsızlığı ve cevabı kendiliğinden ortaya çıkar zaten. Bu nedenle onun yerine, Türklerin ve Kürtlerin zihin ve vicdanlarındaki Kürt meselesinin şekli, kapsamı nedir? Diye doğru bir soru bizi ilk etapta belki bizi bir çözüme götüremese de, en azından meseleyi doğru anlamaya ve neleri kapsadığına dair sağlıklı bir yere götürür. Bu da belki bizi çözüme dair umut kapılarına doğru götürebilir.
Şimdi asıl sorumuzu soralım: Türklerin ve Kürtlerin Kürt meselesi nedir? Her birisinin kendi dünyalarında bu meseleye yükledikleri anlam nedir?
Eğer bu soruların yalın doğru cevaplarını bulabilirsek, bu meselenin çözümünü de bulabiliriz belki. Bu bağlamda:
- Türk devleti ve Milletinin resmi tezinin, Bin yıllık Din, Devlet ve Millet kardeşliğimiz var. Kız alıp vermişliğimiz var. Et ile Tırnak gibiyiz, Dinimiz, Devletimiz, milletimiz, Dilimiz, Bayrağımız bir. Ayrımız, gayrımız yok. Biz kardeşlerimize hiçbir zülüm yapmayız, yapmadık. Tarihimizde kardeşlerimize karşı işlediğimiz hiçbir utanç tablomuz yoktur…
İddialarına rağmen nerede ise resmiyet kazanmış zihinsel algılarındaki Kürtlere dair tanımlamalar Kaba, Hanzo, Kirro, Dağ Türkleri, Geri kalmış Çarıklı Cahiller. Kürt’ten evliya koyma avluya, Gâvura göre Kürt Müslüman… yollu ötekileştirmeler gırladır…
- 1071’de yaşanan ilk Türk- Kürt karşılaşmasından bu güne değin, yaşanan inişli, çıkışlı, tarih ve koşulların dayatması sonucu, zorunlu bir beraberliğe rağmen, bu uzun soluklu tarihin içine Birlikte başarı ve başarısızlık. Daha çok Kürt Katliamları, Sürgün ve Talanları, Kürtlerin esareti ve Kürt beylerinin ihaneti ve satın alınmaları gibi pek çok şey sığdırdı…
- Kürtler tarihin önemli kavşak noktalarında hep Türklere destek verip hem Türk egemenliğini pekiştirdiler, hem de bu gün yaşadıkları makûs talih ve kaderin bir bakıma yazıcısı oldular. Ne idi o kavşaklar?
1071 Türk-Bizans Malazgirt savaşı, 1514 Osmanlı-İran Savaşı, Birinci Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı ve bu gün Kürtlerin yaşadıkları… Bütün bu önemli noktalarda ta baştan beri eğer Kürtler kendi başlarına hareket edebilselerdi, yaşadıkları tarih ve kaderin akışını değiştirebilirlerdi. Bu gün içine düşürüldükleri imha, Asimilasyon ve zilleti yaşamıyor olabilirlerdi…
- Kürtlerin bu coğrafyadaki tarihleri 4-5 bin yıl öncesine kadar gider. Dolayısı ile Kürtler bu toprakların en eski, yerleşik milletlerinden biridir. Kürdistan tanımı, Selçuklu- Osmanlı’dan Cumhuriyetin Kuruluşuna, oradan da 1930’lu yıllara kadar hep kullanıla gelmiştir. Türklerin bu topraklara ayak basışları 1071 ile başlar. Ve bu başlangıçta Türkler’e Anadolu kapılarını açan en başat yardımcılarından biridir Kürtler…
- Kürtlerin Türklere yaptıkları bütün bu iyiliklere rağmen Türkler tarafından hep ağır hak gasplarına, katliamlar, Talanlar ve sürgünlere uğruyorlar. Bu yüzden Kürtler hep isyanlara kalkışıyorlar. Bu uzun süreçte sayısız isyanları söz konusu, sadece Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana 29-30 Kürt isyanı var. Bu isyanlar çok ağır bir trajedi yüklü travmatik bir hafıza bırakmış Kürtlerin toplumsal hafızalarında. Kürtler bu travmaların her birini hafızalarına çoktan kaydedip gittiler. Bu yüzden bunları unutmak artık mümkün değil. Şeyh Said, Seyit rıza, Qazi Muhammed ve diğer idamları. Dersim, Piran, Zilan,33 Kurşunu, Halepçe, Roboski katliamını, Tahir Elçiyi, Hendekleri, Kobaniyi, Şengali, Efrini…zor unuturlar.
Son 40-50 yılda PKK ile Devlet arasında yaşanan silahlı kavgada, Kürt topraklarında ve diğer yerlerde PKK’li, Asker, Polis, diğer memurlar ve sıradan Kürt köylülerin toplamında, 50 ile 100 bin gibi sayıda insanın ölümü ifade ediliyor. Devletin resmi rakamlarına göre hala 17.500 faili meçhul dosya Adliye raflarında adalet bekliyor. 4-5 bin Kürt köyü ve mezrası yakılma, yıkılma, zorla boşaltılma sonucu harabeye dönüştü.3-4 milyon Kürt, can ve namusunu korumak adına aç bê ilaç, sefil bir zorunlu göçe maruz kaldı.
Halen Cezaevlerinde sayıları 10 binlerce örgüt üyesi, ya da üye olmamakla birlikte yardım yataklık, örgüt propagandası yapmak gibi ipe sapa gelmez iddialar ile tutuklu veya siyasi tutuklu.
Legal Kürt partileri habire kapatılıyor, tekrar açılıyor. Bunun en son örneği HDP. Halktan 6 milyon oy alabilen bu partilerin mensubu milletvekili, Belediye başkanları, Belediye Meclis üyeleri halen hapislerde. Bu partiler, Kürt bölgesinde iki dönemdir Belediye Seçimlerini çoğunlukla kazanırlar. Ama Devlet ve hükümet hemen peşi sıra onlara kayım atıyor. Belediye başkanlarını ve Belediye meclislerini fiilen görevden uzaklaştırıp halkın seçme ve seçilme iradesini gasp ediyor.
Düne kadar bütün Kürt illerinde ve Kürtlerin yaşadıkları her yerde Kürtlerin yaşamında Kürtçe onlar için birinci derecede yaşam, ticaret, din, ibadet ve eğitim dili iken, bu gün artık Kürt bölgesinin en ücra köşesindeki bir Kürt köyü ve Kürt evinde bile iki farklı kuşaktan Kürt insanı, o evde beraber Kürtçe konuşamıyorlar, anlaşamıyorlar. Çünkü Devlet uyguladığı çok çeşitli baskı, imha ve asimilasyon araçları ve teknikleri bu dili artık bitiriyor.
Bu ülkede yaşayan 30 milyon Kürt, bu ülkeye vergi veriyor, askerlik yapıyor, her türlü yasasına uyuyor ama bunun karşılığı olan temel bir vatandaşlık hakkı olarak çocuklarına anadilleri olan Kürtçeyi öğretmek için halen bir kreş açamaz. Beşikten mezara kadar Kürtçe bir eğitim ve yaşam dili olamıyor. Çünkü yasak… Oy verdiği mecliste, adalet aradığı mahkemelerde bile Kürtçe halen X dilidir ya da bilinmeyen bir dildir.
Ve belki de en traji komik olanı binlerce yıldır Kürtler için aynı zamanda bir ibadet, medrese ve eğitim dili olan. Fıkıh, hadis, tefsir, şeriat, akaid, mevlit, şiir, edebiyat, Tarih yazmış olan Kürtçe, bu gün Kürt Camilerinde yasaktır. Kürtler, camilerde, ibadethanelerde Kürtçe vaaz ve hutbe dinleyemiyor. Camilerinde Xwedê (Allah-Tanrı) ismini duymaya dahi hasrettirler.
- Yaşanan bunca şeye rağmen Türk devleti ve milleti bu ülkede Kürt meselesi diye bir meselenin varlığını kabul etmiyor. Biz çözdük diyor. Çözümden kastları: Kürtler kendilerini meşru zeminde yönetebilme pratiğini gündemlerine hiç almasınlar. İster Antarktika buzullarında, ister uzayın derinliklerinde bile olsun benden habersiz kendilerine ait siyası anlamı ve bir statü kokusu olan bir çocuk oyun bahçesi, bir köpek kulübesi dahi kurmasın.
Şayet es kaza kurarlarsa yatıp kalkıp bana şükredip hep beni ansınlar. Benim direktiflerime göre hareket etsinler. Kürt, Kürdistan ve Kürtçeye dair hiçbir şeyden söz etmesinler. Benim kurduğum partilere oy versinler. Askerliğini yapsın. Irgatlığını, hamallığını yapsın. Devlet, millet işlerine hiç karışmasın. Ben ne dersem onu yapsın. Sevdiğim her şeyi sevsin. Sevdiğim şarkıyı, türküyü dinlesin. Tuttuğum takımı tutsun. Ben kime, kimlere terörist, kimlere dost veya düşman diyorsam, o da aynısını desin.
Bu gün bu ülkede mevcut Türk siyasetine yansıyan tablo tam da bu. Bir yanda yirmi yıldır din ve mukaddesat üzerinden hamaset edebiyatı yapan AKP- MHP- Perinçek ve görünmeyen derin devletin kontrolündeki Cumhur ittifakı. AKP Kürtler için büyük şeyler söyledi ama çok çok küçük şeyler yapmakla yetindi. Öbür yandan buna karşı kurulan bazıları AKP’den kopan her telden siyaset yapan CHP eşliğinde 6’lı masa. Oysa bu ülkede halen yaşanmakta olan Kürt meselesinin hem anası hem babası bizzat Atatürk’ün kurduğu dünkü CHP’dir.
Her iki taraf da her türlü argümanı kullanarak canhıraş bir şekilde Kürtlerin oylarına oynuyor. Ama Kürdün ismini dahi ağzına almadan, onlarla yan yana bir fotoğraf dahi çektirmekten korkarak. Ama rol ve senaryo gayet tumturaklı. Şayet eğer tutarsa. Biri iyi polisi, diğeri kötü polisi çok maharetli bir şekilde oynuyor.
Ve temel amaç: Kürt hep dilsiz bir Hammal, Kurban kalsın. Ala vere dala vere, Kürt Memet nöbete. Kürt Anasını görmesin. Kürt anası hiç bir zaman gülmesin…
Bu devlet, Kürtler üzerinde bu hâkimiyetini sağlamak, onların en doğal insani talep ve seslerini kısmak için son 40- 50 yıldır 3 trilyon dolar harcamış görünüyor.
Oysa bu devasa para ve kaynağı bu ülkede yaşayan herkesin sağlık, mutluluk ve refahı için, herkesin en meşru taleplerinin hayata aktarımı için harcamış olsaydı bu ülke her açıdan dünyanın en müreffeh ülkesi olurdu. Ama kör bir inat buna bir türlü izin vermiyor.
Özetle Türk Devletinin tümünün ve Türk milletinin de ekser çoğunluğunun akıl, vicdan, hukuk, ahlak ve empati yüklü ve Kürtlerin yaşamına pozitif bir katkı sunan bir Kürt meseleleri yok.
Dolayısı ile bu meselede Kürtleri memnun ve mutlu edecek bir çözümleri de yok. Onlar için asl olan temel kriter Türk devletinin ve milletinin bekasıdır. Bunun için de ucu Ankara’ya çıkan, etkisi Ankara’nın elini güçlendiren her şey, her yol meşrudur Gerisi boş bir teferruat hatta boş bir hikâyedir.
Hâlbuki bu meselenin bir de çok ağır bir etkisi olan bir Kürt toplumu boyutu var. Buna dair birkaç önemli notu yukarıda paylaştık.
Uzun soluklu tarih sürecinde büyük güçlerde gelişen emperyalist yutma hırsı, Kürtlerin topraklarını bu gün beş parçaya böldürmüş durumda…
Bu parçalanma Kürtlerin olay ve olgulara karşı, zihinsel parçalanmışlığını da beraberinde getirmiş. Bu gün her parçaya baktığımızda ne yazık ki ayakları yere sağlam basan, ufukları açık, dünyanın gidişatını ve kendilerinin içinde bulundukları hali iyi tartabilen, ona göre adım atan, tavır alabilen, strateji geliştirebilen bir Kürt ittifakından söz etmek ne yazık ki zor.
Bu ittifaksızlık Kürtlerin siyasi ve askeri yapıları arasında ciddi krizlerle yaşanıyor maalesef. Ama bu konuda sevindirici olan şey, her parçada yaşayan Kürt halkının ana çoğunluğunun gündeminde özgürlük ve kurtuluşunu elde etmiş, parçalı halini ortadan kaldırmış bir Kürdistan tahayyülü çok diri bir şekilde yaşanıyor.
Ve bu talep yer yer siyasete de yansıyor. Bunun formülasyonunu da fikirsel bazda pek çok Kürt düşünür, aydın ve yazarlar arasında görebiliyoruz. Bunları şöyle özetlememiz mümkün: Kürt Siyasetini, Kürt milleti ile birlikte bu ülkede ve her parçada içine girdiği bu çıkmaz, çöküntü ve zilletten kurtaracak mütevazı bir kaç öneri:
- Her parça şu en acil bir çağrı olmalı. Kimden gelirse gelsin, kime yapılırsa yapılsın Kan, gözyaşı, Şiddet, Terör ve kaosa yol açan her türlü fiil ve eyleme yol açan bütün kapıları kapatmak.
Kürt meselesine barış ve diyalog ile çözüm bulabilmenin yollarını meşru bir zeminde aramak. Bunu sağlayabilmek için modern dünyanın meşru gördüğü çerçevede BM, AB, ABD, Rusya ve diğer etkili güçler nezdinden ciddi bir diplomasi ve lobi faaliyetleri yapmak. Bu nedenle herkese açık ve şeffaf çağrılar yapmak.
- Türkiye için. Burada yaşayan her Kürdün ortak aklı ve vicdanın ortak çağrısı olarak şunu önermek mümkün. Bu ülkede 30 milyon Kürdün yaşadığı ve onların 15 milyon oylarının var olduğu varsayılıyor. Başat Kürt siyaseti, Üçüncü yol Siyasetinin ana gövdesini en geniş Kürt ittifakı üzerine bina edip o şekilde bir yol haritası çizmeyi başarabilmeli.
Bu 15 milyonun tümünü bu çatı altında bir araya getirmenin bütün meşru yollarını en son adımına kadar yürüyebilmeli. Kürtlerin bütün kesimlerine doğru bir gelecek ve proje sunabilen bir çağrı ile gidilmeli Asıl amaç bu olmak kaydı ile ondan sonra Kürtlerin dostlarını çoğaltmanın yol ve imkânlarına bakmalı.
- Kürt hep Hammal ve Kurban olmalı ve Ala vere dala vere Kürt Memet nöbete. Kürt Anasını görmesin. Kürt anası hiç bir zaman gülmesin, şeklindeki maksatlı algılar bütünüyle artık tarihin çöplüğüne atılmalı.
Nasıl ki, Kürtlerin ana gövdesi Cumhur ve Millet ittifaklarına kurban edilmek istenmiyorsa, ne Türk ne de Kürt toplumunda hiç de ciddi bir karşılıkları bulunmayan, belki de D. Perinçek kadar ya var ya da yok olan, bazı ideolojik takıntı veya fantaziler uğruna, kimi marjinal sol örgüt ve partilere asla kurban edilmemeli. Bu yapılar gereksiz yere şişirilip Kürtlerin kanı ve alın teri üzerinden onlara istedikleri makam ve rantlar hibe edilmemeli.
Hakkaniyetli, karşılıklı faydayı esas alan, doğru temelde şekillenmiş ittifaklar ayrı bir şey, bir güç ve karşılıkları olmayanlara bedavadan kurban ve adaklar sunmak çok daha ayrı bir şeydir. Bu Kürt siyaseti ve Kürt milletinin topyekûn bir intiharı olur. Umar ve dileriz ki, Kürt siyaseti bunun farkındadır. Yoksa bireysel yaşamda olduğu gibi toplumsal yaşamda da bazı düşüşlerin telafisi çok zor olur.
- Bu nedenle Kürtlerin bu büyük gücü, imkânı ve ana sermayesi bütün Kürtlerin bütün hak ve hukuklarını tanımayan hiç bir güç ve ittifaka çok ucuz çıkarlar adına asla ne peşkeş ne de kurban edilmemeli.
- Kürtler adına ve onlar için siyaset şu temel amaçlar çerçevesinde yapılmalı:
a). Kürt Dili, Kültürü, Edebiyatı ve diğer bütün meşru değerleri yaşamda hak ettikleri yeri kazanabilmeli. Kürt dili Kürtler için temel bir yaşam ve eğitim dili olmalı.
b). Kürt coğrafyasındaki maddi ve manevi bütün varlıklar Kürtçe olarak tanımlanmalı.
c). Anayasal eşit yurttaşlık ilkesi gereği Kürt kimliği ve Kürdi değerler bu ülkede, bu coğrafyada hem yasal hem anayasal mevzuat hem pratik yaşam içinde birer suçlu, şüpheli pozisyonundan kurtarılmalı artık. Zira Kürtleri de yaratan Allah’tır. Kürtlerin kendi varlıklarını ifade etmelerine itiraz, Allah’ın yaratılışına itiraz etmektir.
ç). Kürt Bölgesi, Kürt illeri hem maddi hem hukuki açıdan adil bir imar, tadilat ve kalkınma, bütçeden adil faydalanma hakkına kavuşabilmeli. Meseleleri hep hasıraltına sürmek belki kısa vade bazı faydalar sağlıyor görünüyor olabilir ama uzun vadede o faydaları da eriten çok daha büyük zararlara yol açabiliyor. Bu gün en çok fakirlik, işsizlik, geçim sıkıntısı, intiharlar, geçimsizlik, uyuşturucu madde kullanımı… Ve diğer kriminal suçlar daha çok Kürt nüfus içinde. Yaşam Memnuniyetine verilen olumsuz cevaplar hep Kürt illerinde yapılan objektif araştırmalarda Kürtlerin % 80-90 yaşamlarından hiç de memnun değiller. Bütün bunlar hiç de boş birer tesadüf olmasa gerek…
d). Kürtlerin kendine özgü ayrı bir millet olmaları hasebi ile Kürt siyaseti, Kürtlerin bu özgün gerçekliğinden doğan bireysel ve toplumsal bütün hakları için meşru zeminde mücadele edebilmeyi temel ilke olarak kabul edip, bütün paradigmalarına, söz, beyan ve eylemlerine ona göre bir çeki düzen vermeli.
Kürtler, Kürt gençleri, Kürt ebeveynleri özgün bir milletin bireyleri olarak, Kürt siyasetinin amaç ve hedeflerinin muğlaklık ve savrukluğundan ciddi bir şekilde rahatsızdırlar.
Kürt milletinin gerçekliğine tekabül etmeyen Sanal, Zorlama gündem ve politikalarından ciddi bir şekilde rahatsızdır. Asıl gündemleşmesi gereken problemleri tam olarak gündem edilmiyor. Hiç bir aciliyeti olmayan, hatta belki gündem bile edilmemesi gereken bazı hususlar ana gündem olup Kürt milletinin kafası karıştırılıyor. Bu hiç de doğru bir siyaset olmasa gerek…
Yukarıda dile getirdiğimiz bütün gerçekler yan yana getirildiğinde Türklerin ve Kürtlerin Kürt meseleleri ve ona dair beklentileri ve çözüm parametrelerinin çok farklı olduğunu çok net bir şekilde görüyoruz…
Bütün bu farklılıklara rağmen zora dayalı bir metod ile her iki kesim bir arada tutulmaya çalışılıyor. Bu da korkunç zulümlere yol açıyor. Oysa akıl ve vicdan bu zulmü onaylamıyor. Bundan kurtulmanın meşru bir yolu mutlaka vardır…
Bütün bu farklılıklara ve yaşanan onca şeye rağmen Kürtler ve Türkler üç aşağı beş yukarı aynı coğrafyayı paylaşmaları nedeniyle birbirleri ile ölümcül kavgalar etmek zorunda değiller. Akıl, vicdan, Hukuk, ahlak ve empati temelinde herkes hakkı olanı hakça almak kaydı ile iki dostane komşu olabilirler.
Çünkü aynı babanın çocukları büyüyüp evlendiklerinde paylarına düşen haklarını alıp, ayrı Evlerde, birbirlerinden bağımsız ama çok güzel bir şekilde yardımlaşabilen iyi komşular olarak yaşamlarını sürdürebiliyorlar…
Son sözler niyetine. Hani dillerimiz, renklerimiz ve Asabiyelerimizin farklı oluşu Allah’ın ayetlerindendi? Hani inananlar kardeşti? Eğer Allah isteseydi, hepimizi tek Dil, tek Renk, tek Millet, tek Vatan sahibi yaratabilirdi. Ve buna hiç kimsenin itiraz etmeye gücü de yetmezdi. Bu arada hiçbir bayrağı Allah yaratmamıştır. Tarih boyunca Bayraklar, insanların eserleri olarak günümüze kadar gelmiştir.
Hani bin yıllık bir din kardeşliğinden falan hep söz ediyoruz. Akıl sınırlarımızı zorlayan daha pek çok şeyden hep söz eder duruyoruz ya. Ama temel bazı şeyleri bu arada unutuyoruz… İnsanlığı ayakta tutan, vicdanı, hukuku, ahlakı, empatiyi…
Madem bu kadar şeyimiz hep ortak o halde asırlardır akıp duran bu kan niye? Bunu akıtanlar kim? Bu vahşi katliamlar ve adaletsizlikler, zulümler niye? Bir Türk de vurulursa canı acır, evine şivan düşer, sevenlerinin dünyası yıkılır, bir Kürt de. Bir Türk de aç bırakılırsa, dili yasaklanırsa, temel insani hakları gasp edilirse, yeri yurdu işgal edilip başına yıkılıp, varı yoğu talan edilirse zülümdür. Haksızlıktır. Ayıptır. Aynı şey bir kürde de yapılırsa aynı kapıya çıkar. O halde nerede kaldı insanlığımız, ballandıra ballandıra anlatmaktan büyük hazlar duyduğumuz Allah’a imanımız, Peygamber aşkımız, dine, imana, ezana hizmet aşkımız..?
Peki, hiç kendimize sorduk mu acaba bizi var edip yok eden esas güç olan Allah yaptıklarımızdan, yapacaklarımızdan razı mı? Hz. Peygamber razı mı?
Bizzat Allah diyor ki “aklını kullanıp güzel işler işlemeyen bir kavmin üzerine kendi elleri ile pislik atarız…” Allah, azabı akıllarını (güzelce) kullanmayanlara verir. (K. Kerim-Yunus 100 ayet.)
O halde biz neden kendimizi ve yaptıklarımızı gözden geçirmiyoruz? Birbirimizin canlarını alıyor, kanlarını akıtıyoruz. Evlerine şivan düşürüyoruz. Birbirimizin haklarını gasp ediyor, en temel haklarından biri olan dillerini yasaklıyoruz. Yer yurtlarını talan edip, açlık ve sefalete mahkûm ediyoruz.
Kin ve öfkeleri büyüttükçe büyütüyoruz? Yoksa bizlerin Allah korkusu, peygamber sevgisi falan hep boş bir hikâye midir? Bizler için asıl olan kirli çıkarlarımız mı yoksa? Bu sorularla sözü bitirelim.
Oysa hepimiz için çok çok daha iyi, daha karlı ve güzel olan hepimizin insanca kazanabildiği, hepimizin çocuklarının dostça, arkadaşça büyüdükleri, birbirlerine hiçbir kin ve nefret beslemeden yaşayabildikleri yeni bir yaşam formatı mümkün. O da dostça ve arkadaşça güzel bir komşuluktur.
Türküde, Kürdü de güzel insanlar, güzel adamlar, güzel kadınlar kılacak yeni bir yaşam modeli mümkün. Birbirlerinin hayrını isteyen, yardımlaşabilen, herkesin hakkını alıp memnun olabildiği güzel bir komşuluk… Bu mümkün.
Dost acı söyler. Ve Dost, dostunun kazanmasını ister. Kaybetmesini değil.
Son bir söz. Bu gün 12 Eylül 1980 Askeri Cunta Darbesinin 42’inci yılı. O gün bu topraklarda insanlık bir kez daha çok feci bir şekilde üşüdü. Bunu faşizan bir dürtü ile hareket eden militarist bir kafa yaptı. Pek çok Kürt ve Türk insanı haksız yere öldürüldüler. İdam edildiler Hapse atıldılar. İşlerinden oldular. Açlık ve sefalete mahkûm bir yaşam sürdüler. Bütün yüreğimizle bu zulmü kınıyoruz… Ve insanlığın bir daha böyle şeyler görmemesini en içten niyaz ediyoruz.
Onurumuzla daha yaşanabilir, daha barışçıl bir Dünya özlemi ile. Hep birlikte insanca bir kazanım istemi ve dileği ile.
Kaynak: Farklı Bakış