Uluslararası alanda birbiri ardına gelen gelişmeler, ülkelerin yazdığı raporlar Türkiye açısından alarm zilleri çaldırmaya aday.
En çok dikkat çekeni, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın yıllık olarak yayınladığı ülke raporlarında yer alan Türkiye tasviri.
ABD raporunda Türkiye’den bahsederken “işkence”, “kötü muamele”, “gözaltında şüpheli ölüm”, “keyfi tutuklama” gibi kavramlar bol bol kullanılıyor. Raporda ayrıca suç işleyen kamu görevlilerinin “cezasız kaldıklarına” da dikkat çekiliyor.
Raporda özgürlük/güvenlik dengesinin Türkiye’de son dönemde güvenlik yönünde ağır şekilde bozulduğuna ilişkin örnekler de tek tek sıralanmış.
ABD Dışişleri Bakanlığı raporunda özgürlükler kısıtlanırken kullanılan terör tehdidi gerekçesinin artık uluslararası alanda pek de kabul görmediğinin ortaya çıkması dikkate değer;
O kadar ki, gözaltına alınan kişilerin terör örgütleri ile bağlantılı olduğuna ilişkin saptamalarda terörist kelimesi tırnak içinde kullanılmış. Türkiye’nin “terörist” olarak gördüğünün, aslında “terörist olmadığının” ifadesi gibi ABD Dışişleri raporunda kullanılan o tırnaklar.
Türkiye’nin aleyhinde gönderdiği koliler dolusu evraka rağmen, FETÖ elebaşının hala ABD’de serbestçe yaşaması bunun en somut göstergesi aslında.
Raporda, tutuklanan HDP’li siyasetçiler hakkındaki ifadeler de, Türk yargısının “terör bağlantısı” nedeniyle ortaya koyduğu kanıtların uluslararası alanda “kanıt” olarak kabul edilmediğini gösteriyor.
Türkiye’deki gazetecilerin ise basın kanunu yerine çoğunlukla terörle mücadele kanunu maddeleri çerçevesinde yargılandıklarına da yapılan vurguyu da yine aynı kategoride görmek mümkün.
Benzer bir durum TCK’nın hakaret suçlarını düzenleyen maddelerinde de yaşanıyor. Türkiye’de “hakaret” olarak görülen ifadeler, başta ABD olmak üzere Batı dünyasında “ifade özgürlüğü” kapsamında değerlendiriliyor.
Nitekim ABD ile hukuksal ilişkilerde bunun örneğini de son dönemde yaşadık; ABD’de yaşayan Türk vatandaşı bir eski bir milli sporcu, Derya Büyükuncu’nun sosyal medyada kullandığı ifadeler için Türkiye’de soruşturma başlatıldı. Kullanılan ifadelerin Türk Ceza Kanunu’nun Cumhurbaşkanı’na hakaret suçunu düzenleyen maddesi çerçevesine girdiği gerekçesiyle, Amerikan makamlarından Büyükuncu’nun ifadesinin alınması istendi. Ancak Türk yargısının bu talebi ABD tarafından reddedildi. Red gerekçesi olarak da kullanılan cümlelerin “ifade özgürlüğü kapsamına girdiğini” resmen bildirdi Amerikan yargısı Türkiye’ye.
Raporun en alarm verici kısmını ise Suriye’de yaşananlar ile Türkiye arasında kurulan bağlantı oluşturuyor.
Şu cümle kritik önemde;
“Suriye Milli Ordusu Türk Silahlı Kuvvetleri ile koalisyon içinde. Suriye Milli Ordusu’nun kullandığı hukuk sistemi ve hapishanelerde, Türkiye’nin atadığı ve maaşı Türk Lirası olarak ödenen “hakimler” yer alıyor. Bu durum da Suriye Milli Ordusu’nun cezaevlerine ilişkin operasyonlarının bizzat Türk güçleri tarafından komuta edildiğini ortaya koyuyor.”
Bu cümlenin ardından da Suriye’nin kuzeyinde Türk silahlı Kuvvetleri’nin kontrolü altındaki bölgelerde yaşanan insan hakları ihlalleri sıralanıyor, kayıt tutuluyor.
Türkiye’nin adı ABD Dışişleri Bakanlığı’nın yine geçen hafta yayınlanan bir başka raporunda da endişe verici cümlelerle geçiyor.
Amerikan Dışişleri’nin Uluslararası Narkotik Kontrolü Strateji Raporunda, adıyla sanıyla Sedat Peker anılarak, Venezuela-Türkiye uyuşturucu kaçakçılığı konusundaki iddialarına yer veriliyor. Cümle aynen şöyle; “Tanınan mafya lideri Sedat Peker’in youtube videolarıyla yayılan, Türkiye-Venezuela arasındaki kokain bağlantısının AK Parti’ye yakın olduğuna ilişkin yolsuzluk iddiaları bulunuyor.”
Bu kadar da değil. Aynı raporun kara para aklama bölümünde ise KKTC’deki kumarhaneler üzerinden yapılan mali işlemlere net eleştiriler var. Türkiye’nin kara para aklama konusunda sağlam yasalara sahip olmakla birlikte, uygulamada zaafiyetin hakim olduğu tespiti de yer alıyor raporda.
Dışişleri Bakanlığı’nın Amerikan raporlarına verdiği resmi tepkide ise Washington yönetimi Türkiye’nin çok sayıda terör örgütü ile aynı anda yürütmekte olduğu mücadeleyi “idrak edememekle” eleştiriliyor. Dışişleri Bakanlığı’nın yazılı açıklamasında ABD’ye “kendi insan hakları siciline bakması” da öğütlenerek, “ABD raporunu talihsiz buluyoruz ve külliyen reddediyoruz” deniliyor.
Ancak “reddediyoruz” deyince raporlar, “siz önce kendi sicilinize bakın” deyince de iddia edilen insan hakları ihlalleri ve yolsuzluklar bir anda ortadan kalkmıyor elbette.
Türkiye “güvenlik/özgürlük” dengesini yeniden kurmadıkça, devletin mali sistemine şeffaflığı getirip yolsuzlukla ciddi şekilde mücadele etmeye başlamadıkça, bu tip raporlar yazılmaya devam edecek. Üstelik sadece ülke içindeki değil, Suriye’nin kuzeyinde yaşanan insan hakları ihlallerinin de Türkiye’nin “insan hakları karnesine” yazılması gerçekten alarm verici.
ABD raporu ile, ileride Suriye’deki insan hakları ihlallerine ilişkin suçlamaların doğrudan Türkiye’nin önüne konulmasının kapısı aralanıyor. Kaynak. Farklı Bakış