Türkiye’nin iktisadi ve siyasi fay hattı…

Gazeteci yazar Hakan Gülseven Independent Türkçe için yazdı

Türkiye’nin iktisadi ve siyasi fay hattı…

Türkiye fuzuli tartışmalarla oyalanıp duruyor. Kanal İstanbul da böyle bir tartışma. Hangi parayla yapılacak bu kanal?

Bir sürü proje durmuş. Kimseye para ödenemiyor. Devlete sağlık gereçleri satan firmaların neredeyse tamamı iflas aşamasına gelmiş, üç sene önce sattıkları malın parasını tahsil etmeye çalışıyorlar… Para bulmak için 250 bin dolara vatandaşlık pazarlamaya başlamışız…

75 milyar liranın üzerinde maliyeti olan bir projenin finansmanını sağlayacak bir ‘çılgın’ çıkarsa, hakikaten ‘çılgın’ bir projemiz olur.

Yoksa hakikaten fuzuli tartışıyoruz.

Tabii bir alternatif daha var: Çinlilerin etrafıyla birlikte burada kârlı bir yatırım imkanı görmesi. İstanbul Boğazı’ndaki üçüncü köprüyü ya da limanları aldıkları gibi, parayı bastırıp Trakya’nın bir kısmını da satın alabilecek finansmana sahipler.

Katarlıların zaten halihazırda buradan epey arazi aldıkları ortaya çıktı.

Eh, 250 bin dolara “Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslüman” TC vatandaşlığı da pazarlıyoruz, memleket topraklarını ve vatandaşlığını satarak nasıl “yerli ve milli” olunabileceğinin en güzel örneklerini tüm dünyaya sergiliyoruz, Trakya’nın bir kısmını satsak çok mu?!
Gerçek tartışma ne?

Aslında Kanal İstanbul ve benzeri tartışmalar artık kanıksadığımız “gerçek sorunları gizleme” araçlarına dönüştü.
Sürekli kavga dövüşle, sürekli parmak sallayarak beslenen bir iktidar geleneği oluştu.

Mesela iktidarın başındakiler, “75 milyar dolarlık finansman bulup ülkeyi baştan başa demiryoluyla donatacağız” dese, bir Allah’ın kulu kalkıp da bunun tartışmasını yapar mı?

Böyle bir projeye itiraz edene herkes deli der. Dolayısıyla, sorun, Türkiye’de kamu yararına tek bir akılcı iktisadi adımın atılmıyor oluşudur.

Ve azıcık izan sahibi olan herkes görüyor ki, Türkiye’nin geleneksel büyük sermayesi, bu iktidarın yarattığı sonradan türediler ve Körfez’in bu iktidardan türlü imtiyaz sağlamış petrol zenginleri aşırı zenginleşirken, halk mutlak bir yoksulluğa sürükleniyor.

Maaşlılara ayrı enflasyon oranı çıkarıp sürünme zammını reva görüyorlar, vergiler, harçlar, cezalar, pullar başka orandan artırılıyor. Çarşı-Pazar enflasyonu iki yılda yüzde 100’ü buldu.

“Vergiyi tabana yaymak” dedikleri, halkın kanını emmeye dönüşüyor.

İflas noktasına gelmiş küçük esnafın üç kuruşluk vergi borcu için e-haciz uygulayan devlet, büyük sermaye sahiplerinin yüz milyonlarca liralık vergi borcunu bir kalemde siliyor!

Geçtiğimiz aylarda üç müteahhide millet olarak 1,7 milyar lira hibe ettik. Ortada hayati bir kurtarma operasyonu falan yoktu. Finansal sıkışıklıklarını çözmek için Göcek’te bağlı yüz milyonluk yatlarını, Boğaz’daki köşklerini satmadılar. Ne paraya ihtiyaçları varsa bu milletin sırtına yıkıldı.

Böyle bir iktisadi işleyiş aslında iktisatla ilişkisizdir; ortada edeple ilgili büyük bir sorun vardır.

Halk çaresiz

Ve ortada bu işlerin hesabını sorabileceğimiz bir hukuk sistemi yok. Her gün halkın paralarını emen Saray’ın her türlü hakkı var ama hesap verme yükümlülüğü yok.

İşçilerin, çalışanların, emeklilerin, “Siz bizden aldığınız vergileri böyle sorumsuzca çarçur edemez, yandaşlarınıza ve kendinize devasa servetler yaratamazsınız” diyebileceği tek bir mekanizma yok…

İşte tam da bu yüzden Türkiye’nin siyasi fay hattında gerilim büyüyor, iktisadi iflasın siyasi fay hattını kırma ihtimali artıyor.

Siyasi depremler kimi zaman faydalıdır, kimi zaman ise felaket…