Oysaki Türkiye son on altı yıldır, bölgenin en güçlü devletlerinden biri haline gelmiş, ekonomik ve siyasi istikrarı ile adından söz ettirmeye başlamıştı. 20 yıl kadar önce dünyanın sessiz devletlerinden biri olan ülkemiz, Latin Amerika, Afrika ve Uzakdoğu dahil birçok bölgede görünür olmaya başlamıştı.
NATO´nun sadık bir müttefiki ve yıllardır gelişen ekonomisine rağmen Avrupa´nın sınır kapılarında bekletilmişti. İtalya, Hollanda gibi ülkelerde yaşanan siyasi istikrarsızlık, ya da İspanya, İngiltere ve Yunanistan´daki ekonomik çöküntü Türkiye´yi ?es? geçmişti. Türkiye´nin her daim Avrupa´ya karşı iyi niyeti karşılık bulmamış, bir türlü girmek istediği Avrupa Birliği kapısından her defasında geri döndürülmüştü.
Türkiye basın ve insan hakları özgürlüğü gibi konularda eleştirilmesine rağmen Fransa ve ABD´den daha iyi bir sınav vermişti. Terör örgütü destekçisi olmakla gazeteci kimliğini karıştıran Batılı ülkeler, Türkiye´nin hassasiyetleri noktasında hep farklı bir yol izlemeyi tercih etmişlerdi.
Türkiye bazılarının iddia ettiği gibi yönünü Avrupa´nın bu tezat yaklaşımına binaen, Ortadoğu ülkelerine çevirmedi. Ortadoğu devletleri ile kurulan ilişki daha çok tarihi ve coğrafi birikimin hatırlanmasına yönelikti. Uzun yıllar geri plana atılan ilişkiler, AK Parti´nin iktidarı ile normalleşmeye başlamış, tarihsel ve coğrafi hatırlanma, gerçeklik kazanmıştı.
Arap Baharı başladığında en yapıcı politikalardan biri Türkiye´den geliyor ve siyasi değişimlerden önce insan merkezli bir değişim çağrısı yapılıyordu. Bu yüzden Libya´ya karşı Fransa´nın öncülüğünde başlatılan operasyona Güney Afrika ile birlikte yalnız Türkiye karşı çıkıyordu. Mısır´daki darbeye karşı en büyük direnç yine Türkiye´den geliyor, Alman Şansölyesi Angela Merkel, darbeci Sisi´yle poz verme heyecanı yaşarken, Recep Tayyip Erdoğan ABD´de aynı masada oturmaya dahi karşı çıkıyordu.
Türkiye´nin dış politikasında günü birlik çıkarlardan ziyade tarihsel birikimin verdiği gerekliliklerin ön planda olduğu anlaşılmaya başlandı artık. Bu gerekliliğin temelinde de insan merkezli bir politikanın olduğu gerçeği var. Türkiye´nin Suriye politikasında en önemli değişmezliğin de sürdürülebilir bir insani politika olduğu görülmekte.
Suriye iç savaşından beri Türkiye´nin önceliği bölgede terör örgütlerin varlığının son bulmasıydı. Fakat yaklaşım başta ABD ve diğer küresel güçler tarafından anlaşılamadı. Uydurulmuş bir terör örgütü Batı ve Rusya için öncelik olurken, Türkiye terör örgütleri arasında bir ayrıma gitmedi. El Bab ve Afrin operasyonları bu gerçeklik politikasının en bariz örnekleridir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan´ın ev sahipliğinde düzenlenen Almanya, Fransa ve Rusya taraflarının katıldığı dörtlü zirve, Suriye´de, Türkiye´nin başından beri izlediği insani politikanın, barış ve istikrar için en önemli çözüm olduğunun kanıtıdır. Zirveden sonra liderlerin yaptığı basın toplantısında öncelikli vurgu, Suriyelilerin kendi geleceklerini kendilerinin inşa etmeleridir.
Türkiye´nin üç buçuk milyondan fazla Suriyelilere kucak açmasının artık bir karşılığı olacak ve insani politika diğer tüm çıkar politikalarının önüne geçecektir. ABD´nin bu yeni duruma zirvede olduğu gibi ikna edilmesinden ziyade kabullenmesinin yolu açılacaktır. Çünkü Almanya, Fransa ve Rusya gibi ABD de, Türkiye´nin Suriye´deki varlık nedenini kavramak zorunda kalacaktır.
Türkiye´nin son günlerdeki ikinci önemli başarısı Kaşıkçı cinayetinde gösterdiği tavırdır. İnsan hayatını önemseyen bir tavır benimseyerek, Kaşıkçı cinayetine muhalefet liderinin iddia ettiği gibi ekonomik çıkarları hedefleyerek yaklaşmadı. İlk cinayet söylentileri çıktığında bile ABD, Suud yönetimi ile ekonomik çıkarlarını bozmayacaklarını belirtirken, Türkiye kararlı bir tutum sergileyerek oldukça şeffaf bir şekilde soruşturmanın ayrıntılarını paylaşmayı sürdürdü. Türkiye, cinayetin faillerinin Suudiler olabileceği gerçeğini dile getirerek, gerçeklerin ortaya çıkması için yoğun bir çaba harcadı. Türkiye´nin kuşkulularının, suçlamalarının ne kadar da haklı olduğu uzun süredir negatif bir bakışı barındıran bazı batılı medya kuruluşları tarafından da ancak anlaşılabildi.
Türkiye insan merkezli dış politikasını Suudi yönetimi ve onların ortakları Körfez ülkeleri ile ilişkileribozulacak olmasına rağmen sürdürüyor. Almanya ve Fransa, yıllardır en önemli silah satışlarının müşterisi olarak gördükleri Suudi Arabistan´la ilişkileri bozamamak adına yeni yeni sesler çıkarmaya başladıklarında, Türkiye´nin dik duruşu dünya kamuoyu tarafından da artık ayırt edilebiliyor.
Suudiler utanç verici bir cinayeti işlerken, ABD ve müttefikleri çıkarları adına sessiz kalmayı, bir şekilde yapılan vahşi cinayeti kapatmaya çalışırken, Türkiye ısrarla hakikatin ortaya çıkması için büyük çaba sarf ediyor. Cinayetten neredeyse 1 ay geçmesine rağmen ABD ve Suud´la iş çeviren diğer devletler, söyledikleri sözler dışında bir şey yapmadılar. Türkiye´nin gayreti ve çabası ise ortada. Artık şimdilerde dünya kamuoyu bu gerçeğin farkında.
Bölgenin insan hakları savunucusu tek ülkesi Türkiye, insanı merkeze koyan politikası ile gurur duyulabilecek hakikatleri söyleyen bir rol oynuyor. Fakat bu izlenen yol yeni riskleri de getirecektir. Türkiye´nin bu politikasından rahatsız olacak başta ABD olmak üzere bölge ülkeleriyle çıkar ilişkisinde olanlar, Türkiye´nin bu rolünden rahatsız olacak ve başarıya ulaşmasını önlemek ve durdurmak için her yolu deneyeceklerdir. Fakat ne yaparlarsa yapsınlar, kazanacak olan ?insan? merkezli bir politika olacaktır.