Tarihselcilik”, teolojik/Kur’anî temelini Nesh-Tebdil-İmha (2/106, 16/101, 13/38-39) uygulamalarından alan; Sahabeden Hz. Ömer ve Tabiinden Ata b. Ebi Rebah ve Ebu Yusuf, Necmeddin Tufi gibi âlimlerin içtihatlarında mülhem; İmam Maturidi’nin “İçtihadi Nesh” olarak isimlendirdiği yorum metodolojisinin çağdaş Hermenötik disiplininin katkıları ile yeniden isimlendirilmesidir. Tarihselcilik, İslam’ın evrensel ruhunun, doğmuş olduğu yedinci yüz yılın Arap bedeni ve elbisesinden(şeriat) çıkarılarak yeni bedenlerde tezhür/tecelli etmesini(tecdit-update) sağlamaktır: “Sabit Din Dinamik Şeriat”. Mutezilenin geliştirmiş olduğu “Mahluk Kur’an” teorisi, bu metodoloji ile paraleldir. Ahmet b. Hanbel’in dogmatik “Kelam-ı Kadim” görüşü ve İmam Şafii’nin “er-Risale” adlı kitabında geliştirdiği Fıkıh Usulü yani “Kaynaklar” ve bu kaynakları yorumlama teorisi/teolojisi (Edille-i Şeriyye)” siyasal iktidarların desteği ile Sünniliğin resmi görüşü haline gelmiştir.
Tarihselciliğin çağdaş yorumunu, Pakistanlı İslam âlimi Fazlurrahman yapmıştır. Bu teoriyi Fazlurrahman şöyle özetliyor: “Bu teori, İslam’ın bugün uygulanabilmesi için, ilk planda yapılması gerekenin Kur’an’ın arka planını anlamak olduğunu; böylece onun ahlaki, manevi ve sosyo-ekonomik alanlarda ulaşmak istediği hedefleri ve gayeleri belirleyebileceğimizi ileri sürer. Onun vurguladığı noktalardan biri de Kur’an’ın uygulanmasının günümüz şartlarında lafzi olamayacağı; çünkü, bunun Kur’an’ın bizzat gayelerini yok etme sonucunu getireceğiydi. Ve yine diğer yandan, geçmiş on üç küsur asır boyunca Fukaha ya da Ulemanın ulaştığı veriler ciddi bir biçimde incelemekle ve kıymetlerinin teslim edilmesi ile birlikte, birçok durumda bu bulguların ya hatalı; ya da, bugünün ihtiyaçlarını karşılayamayacağını iddia eder.
Bu (Tarihselci) yaklaşım, öylesine devrimci ve şimdiye dek kullanılan yaklaşımlardan o kadar köklü biçimde farklıdır ki; yalnızca Fıkıh ve Sünnet değil, Kur’an’ı da sıkı bir tarihsel incelemeye tabi tutmaktadır ve, bu sebeple de, yalnızca gelenekçiler değil; modernistlerin çoğu da, onu kabullenmekten cidden kaçındılar. Fakat bu yaklaşım, Müslümanların tarihi serancamını değerlendirmenin ve Kur’an ve Peygamberin hedeflerini gerçek anlamda uygulayabilmenin tek dürüst yöntemi gibi görünmektedir. Bu tür bir yaklaşıma ve onunla ulaşılan sonuçlara şiddetle karşı koyuş olacaktır… Eğer böyle olmazsa, biz, İslam’ın bir süre daha duygusal bağlılığı cezbedecek olan bir ibadetler setine indirgenmesi dışında başka bir seçeneğin bulunmadığını düşünüyoruz.” (Fazlurrahman, İslami Yenilenme. Çev. A. Çiftçi. Ank. 2003. S. 86)
Fazlurrahman, yetmişli yıllarda bir müddet Erzurum’da (İslami İlimler Akademisi) ve Ankara’da (İlahiyat Fakültesi) bulundu. Ankara İlahiyattaki seküler hocalar, onu “gerici/şeriatçı” olarak nitelerken; muhafazakâr hocalar, “modernist/oryantalist” olarak nitelemişlerdir. Ankara İlahiyat Fakültesinde Hadis hocamız M. S. Hatipoğlu, onunla fikri münazaralarda bulunmuş ve onun Tarihselcilik görüşlerini benimsemiştir. M. S. Hatipoğlu, seksenlerde yayınlanan “İslami Araştırmalar” dergisine yazdığı “İslam’ın Aktüel Değeri Üzerine” (Cilt:1, Sayı:1.1986) adlı makalesinde kendi çalışmaları ile Tarihselcilik (Mahallilik) teorisine katkı yapmıştır. Daha sonra aynı dergide yazan İlhami Güler, “Fazlurrahman’ın Kur’an’ı Yorumlama Metoduna Kur’an Açısından Kelâmi Bir Katkı” (Cilt:5, sayı:2.1991) adlı makalesi ile tarihselciliği aleni olarak benimsemiştir. Daha sonra Ömer Özsoy, “Kur’an Hitabının Tarihselliği ve Tarihsel Hitabın Nesnelliği Üzerine” (İslami Araştırmalar, cilt: 9. Sayı:1-4. 1996) adlı makalesini yazarak Tarihselciliği savunmuştur.
Fazlurrahman’ın “İslam” adlı kitabı ilk kez 1981 de M. Dağ ve M. Aydın tarafından çevrilmiştir. “Ana Konuları ile Kur’an” adlı çalışması ise, 1985 de A. Açıkgenç ve H. Kırbaşoğlu tarafından çevrilmiştir. İslami Araştırmalar dergisi, “Fazlurrahman” özel sayısı yayınlamıştır (1990. Cilt. 4. sayı: 4) Doksanlı yılların ikinci yarısından itibaren yayın hayatına başlayan “İslamiyyat” dergisi ve daha önce faaliyete başlayan “Ankara Okulu” yayın evi Fazlurrahman’ın kitaplarını çevirterek bu görüşün Türkiye’de neşv-ü nema bulmasını sağlamıştır. İstanbul Belediyesi, 1997 de “İslam ve Modernizm: Fazlurrahman Tecrübesi” adlı bir uluslararası sempozyum düzenlemiştir. Doksanlı yıllarda “Bilgi Vakfı” nın düzenlediği “Kur’an Sempozyumları”nda “Tarihselcilik” teorisi, ana tartışılma konusu olmuştur. Tarihselcilik yorum teorisi, İlahiyat Fakültelerinde teveccühle karşılanmış ve birçok Lisans, Yüksek Lisans, Doktora, Doçentlik tez konuları ile taraftar bulmuştur. İki binli yıllara gelinceye kadar, bu teoriyi çekinmeden benimseyerek, kitap yazarak katkı verenler: M. S. Hatipoğlu (“İslam’ın Aktüel Değeri”), Adil Çiftçi (“Fazlurrahman ile İslam’ı Yeniden Düşünmek” –Doktora tezi-), İlhami Güler (“Sabit Din-Dinamik Şeriat”) ve Ömer Özsoy (“Tarihselcilik Yazıları”) dır.
İki binlerden sonra ise, M. Öztürk (“Kur’an’ın Dili ve Retoriği”) ve Hayri Kırbaşoğlu (“Müslüman Kalarak Yenilenme”) katkı vermiştir. Mustafa Öztürk, tefsir malzemesini kullanarak yapmış olduğu birçok çalışma ile “Tarihselcilik” in kitap okuyan muhafazakâr camiada tanınmasına katkıda bulunmuştur. Ayrıca medyada (Tv-Video) yaptığı programlar ile bu teorinin ilgili kamuoyuna ulaşmasına vesile olmuştur.
Fazlurrahman’ın “Tarihselcilik” teorisi, Türkiye’de Hadis çalışmalarına da ciddi katkılarda bulunmuştur. Başta Hayri Kırbaşoğlu’nun çalışmaları olmak üzere (örneğin: “Sünneti Çağa Taşımak”) birçok çalışma yapılmıştır. İstanbul’da kurulan “Kur’an Araştırmaları Merkezi (KURAMER)” Tarihselcilik teorisi merkezli bir çok sempozyum düzenlemiş ve yayınlar yapmıştır. Ayrıca Türkiye’de İslam Tarihi ve Siyer çalışmaları da Tarihselcilikten ciddi düzeyde etkilenmiştir. Mehmet Azimli, İsrafil Balcı, Adnan Demircan’ın… çalışmaları, buna örnek olarak verilebilir.
Bazıları da, “Tarihselcilik” kavramının, yerli-geleneksel değil; Batı kökenli “Hermenötik disiplinine ait olmasından irite olarak benzer görüşleri, “Makasıt” kavramı ile ifade etmeye çalıştılar. Makasıt teorisi, Tarihselciliğin yaslandığı netafizik-ahlaki zemindir. Ancak, Tarihselcilik, buradan kalkarak somut adım atma ve söz/hüküm vermek iken; Makasıta vurgu yapanlar, -çekindiklerinden mi bilinmez- somut bir şey söylemiyorlar. Örneğin: Şahitlikte iki kadının bir erkeğe denk olmasının(2/282) bugünkü “makasıt”ı hakkında ne düşündüklerini bilmiyoruz.
İlahiyat Fakültelerinde veya dışarda (Tarikat-Cemaat) Gelenekselci veya katı Muhafazakâr çevreler, bu yaklaşıma şiddetle tepki göstermiştir. “Babam öyle diyo” çocuk psikolojisi ile geleneksel sünni teoriyi (Kelam-ı Kadim) şiddetle korumaya çalışmışlardır. Fazlurrahman’ın dediği gibi “dürüstçe” Tanrının muradını aktüel olgular içinde arama cüretini ve cesaretini gösteremeyen bu tepkinin, arkasında biri ” samimi olarak” Tanrının sözünden çıkmamak saiki; biri de, sözden çıkmama olarak “çocukça bir korku” barındırdığı kanaatindeyim: “Selefilik”. Bunlar, Tarihselciliği, Kur’an’ı “tarihe gömmek” olarak itham ettiler. Tarihselcilerin cümlelerini cımbızlayarak sosyal medyada linç kampanyaları düzenlediler. Çalıştıkları kurumlardan atılmaları için davalar açtılar. Tarihselcilik, tarihsel olguları yorumlamada sosyal-bilimsel bir teori olduğu halde (Historical-Critical Approach); onlar, bunu, yeni bir “sapıklık” veya “mezhep” olarak algıladılar.
Oysa, yetişkin/âkil-baliğ olanlar, sözden değil; yoldan çıkmamakla mükelleftirler. Yoldan çıkmamak için, gerektiğinde sözden çıkılır. Tanrı, hikmetle buyurur. “İman” konusu ve değişmez buyruklar (Tevhit-Mead-Nübüvvet), “anlama” konusu buyruklardan (ahlak-hukuk-siyaset-iktisat) farklıdır. Tanrının bütün buyrukları, bir kere ve bütün zamanlar için değişmez değildir; vahiy tarihi, bunun şahididir.
Bir de “Only Kur’an” diyen “Evrensel Kur’an”cılar var. Bunlar, Fıkıh ve Hadis konusunda kolayca Tarihselci oluyorlar. Hatta zahmete girmemek için bu malzemeyi “Emevi Uydurması” deyip toptan reddederek kolayca işin içinden sıyrılıyorlar. Bunlar, Tarihselciler gibi; Kur’an’ın bazı hukuki hükümlerinin, bugün aynı ile uygulanamayacağına vicdanen kanaat getirmiş oldukları halde; bunların yenilenmesi gerektiğine –Allahtan veya İnsanlardan korktukları veya dogmatik oldukları için- dilleri varmadığından dolayı; kelimelere, kavramlara ve ifadelere çeşitli dil cambazlıkları ile takla attırıyorlar. Örneğin “vadribuhunne”(4/34) ifadesindeki “da-ra-be” fiilinin bin dört yüz senelik tarihsel ve toplumsal bağlamdaki “dövme-vurma” anlamından kaçmak için, lügatte bulunan otuz anlamından beğendiklerini verdiler. Bir başka örnek, “Fektau eydiyahuma=Ellerini kesin” (5/38) ifadesini, sentaks (kullanım) ve tarihsel bağlamından kopararak/kıvırarak, ona mecazi bir anlam olan (ellerini çekin/engelleyin) anlamını yüklediler. Böyle yüzlerce örnek mevcuttur. Oysa Wittgenstein’ın dediği gibi anlam, lügatte değil; kullanımdadır, sentaksta ve tarihsel bağlamdadır.
Tarihselcilik tartışmaları, bir de “İpini kırmak” veya “Evden kaçmak” isteyenler için, bulunmaz Bursa kumaşı olmuştur. Geç öğrenenlerin sesi çok çıkar. Bunlar, soyut, felsefi, derin düşünme yerine; kolay ahkâm kesmeyi marifet sanan, sığ silahşörlerdir. Tarihselciliği vesile yaparak “Deizm”e kaymışlardır. Türkiye’de Deizm tartışması, felsefi-teolojik bir tartışma değil; mevcut teolojik(sünni) ve pratik temsilcilerin performansından doğmuş bir dinden soğuma-nefret ve kopma durumudur.
Fazlurrahman’ın teorisini yazdığı “Tarihselcilik” ile hiçbir ilişkisi olmayan bir tarzdaki yorumlarda ya “Lafız-mana ayrımı” yaparak, vahyin Hz. Muhammed’e bütün olarak veya mana yolu ile geldiği; onu cümlelere dökenin kendisi olduğu yollu ılımlı veya Kur’an’ın doğrudan Hz. Muhammed tarafından vazedildiği gibi iddialarda bulundular. Bunlardan bazıları, Kur’an’daki bazı konuları veya bazı ifadeleri, kendi kafalarındaki Tanrı tasavvuruna yakıştıramayarak, bu cümlelerin, olsa olsa, Hz. Muhammed’e ait olduğunu iddia ettiler. Tarihselciliği “mal bulmuş Mağribî” gibi harcadılar. Kendi kişisel itibarlarına malzeme yaptılar. Çarçur ettiler.
Fazlurrahman’ın gayesi, Kur’an’ın evrensel mesajını tarihin enkazı altından çıkarıp, modern çağın metafizik, etik ve sosyo-politik sorunlarına bir “mukabele”de bulunmak iken; bazıları, her gün Kur’an’dan veya Tefsir kaynaklarından yeni bir “tarihsel” mevzu bulup, Kur’an’ın “mesajının”, halk nezdinde buharlaşmasına, itibardan düşmesine katkıda bulundular. Fazlurrahman’ın yöntemi, Kur’an’ın nazil olduğu çağa gidip, ondaki tarihsel olan unsurları teşhis edip, evrensel mesajı alıp buraya gelmeyi ve somut-pratik ahlaki, hukuki, iktisadi ve politik sorunlarımızı, bu ilkeler ışığında çözmeyi içerirken; onlar sadece oraya gidip, buraya gelemediler. Fazlurrahman’ın dini bir kaygısı, derdi-davası varken; onlar bu teoriyi salt akademik tartışma malzemesi, tebliğ konusu, program mevzusu yaptılar.
Hasılı, Tarihselciliği, -benim formüle etmemle “Sabit Din Dinamik Şeriat” -,Türkiye’de asaletini koruyan ve tarihin enkazı altında olan Kur’an’ın evrensel mesajını, çağın metafizik, ahlaki, hukuki, iktisadi ve siyasi sorunlarının çözümü için bir “mukabele” de bulunma “dava”sı olarak görenler ve bu uğurda emek harcayanlar olduğu gibi; onu, evden kaçmak veya ipini koparmak için, izin olarak görenler ve kişisel itibar için malzeme olarak kullananlar da mevcuttur.
Kaynak: farklı bakış