“Türkiye’de ve dünyada son yıllarda en çok konuşulan kavramlardan biri popülizm. 20. yüzyıl ve 21. yüzyılı kuşatan bir dalga. İlk ortaya çıkışı malum Vargas’la Meksika’da, bir tür ‘seçkinler karşısında halk iktidarı’ düşüncesine dayanıyor.
İlk döneminde popülizm Latin Amerika’da sömürüye, Amerika Birleşik Devletleri emperyalizmine karşı, onu temsil eden yapılara karşı bir halk hareketi oldu.
Konu ile ilgili videonun inki: https://youtu.be/WE_fBychETU
Son yıllarda tekrar doğduğu malum. Trump, Chavez, Macaristan’da Orban, Fransa’da Le Pen, Türkiye’de Tayyip Erdoğan popülist liderler arasında…
Popülizmi nasıl tanımlamalı?
Bir kere popülizm bir ideoloji değil, önce bunun altını çizmek lazım. Popülizm sağ, sol ya da başka bir bakış açısının ideolojik cihazı değil.
Tersine bir siyaset yapma tarzı.
Bu siyaset yapma tarzının, sağdan sola uzanan popülist sistemlerin ortak özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:
Öncelikle popülizm sistem ve seçkinler karşısında halkın iktidarının arayışını ya da halkın iktidarını ifade eder. Peki ‘halk’ kimdir? Halk dediğimizde bir sınıftan, belli bir sosyal kategoriden bahsedilmez. Halk, bu anlayışta, farklı mağdur toplumsal katmanlar kümesidir. Farklı sınıfların, grupların, kesimlerin birlikteliğidir.
Popülizmin diğer bir özelliği, bu farklı mağdurlar arasında bir ittifak üretmek, onun dışında kalanlara ve elitlere karşı bir kutuplaşma politikası izlemektir.
Üçüncü olarak popülizmin şahıs özelliği vardır. O, bir lider rejimidir. Şahsilik mekanizmasına dayalı, kişinin kurumları ikame etmesi üstünden, kişi üstünden yürütülen bir siyaset halidir. Halk iradesi, liderde toplanır ve cisimleşir. Lider ve halk arasındaki tüm ara katmanlar ise elitist düzeni temsil eder. Özerk güçlerin, seçkinlerin gücünü temsil eden Anayasa Mahkemesi, -Türkiye’de olduğu gibi- Merkez Bankası gibi kurumlar devre dışı bırakılır. Bu düzende lider-halk bütünleşmesi doğrudan ve çoğunlukçu bir sistemle sağlanır. Dolayısıyla temsil edilen farklılıklar, değil sadece ortak havuzlarıdır.
Popülizmin son baskın bir özelliği siyasetsizlik ile arasındaki bağdır. Popülist sistemler işleyişleri itibariyle toplumsal siyasetten uzaklaşırlar ve bu anlamda siyasetsizlik mekanizmasını temsil ederler. Ne demek bu? Şu demek: Demokratik bir toplumda toplumsal gerek-beklenti ile icra-karar bağı siyaseti tarif eder. Bu, siyaset-toplum bağıdır. Ve bu anlamda siyaset katılım, partiler, kurumlar ya da devlet-kamu etrafında örgütlenmiş sendikalar veya sivil toplum örgütleri gibi bazı kurumlar üstünden akan katılımlarla, taleplerle, etkileşimlerle meydana gelir. Popülizm ise bunu devre dışı bırakan, bunları önemsizleştiren bir bakış açısı sunması itibariyle toplumsal siyasetin dışında bir çerçeve olarak karşımıza çıkar. Özellikle ara kurumların dışlanması bu bakımdan, tanımlayıcı genel bir tutumdur.
Bütün bunlardan şunun için bahsediyorum: Başımızda bir adam, bir iktidar var, tam bu tarife uygun. Bu tarifin en koyu, en tatsız biçimde tezahür etmesini ifade ediyor. Fakat sorunumuz burada bitmiyor. Sorunumuz, muhalefete baktığımız zaman da böyle ihtimallerin, böyle risklerin oluşmasıyla devam ediyor.
Popülizmin son belirttiğim siyasetsizlik özelliği Türkiye’de muhalif alanda kol geziyor. Toplumsal siyasetin araçlarıyla belirlenen bir ilerleyiş, toplumsal taleplerin siyasi arzı yönetmesi ve yönlendirmesi doğrultusunda alınan bir yol yok. Tersi söz konusu. Arz talebi yönlendiriyor. Karşımıza siyaset değil, kişi önerileri çıkıyor.
Mesela İmamoğlu mesela Yavaş gibi isimler Tayyip Erdoğan’ı yenebilecekleri duygusu verdikleri için bir cazibe merkezi oluyorlar. Dolayısıyla burada siyasetsizlik mutlak çünkü bu kişilerle ilgili siyasi beklenti dışında ortada bir siyasi proje yok.
İktidara geldikleri zaman nasıl davranacakları hakkında elimizde en ufak bir delil yok. Bunun da ötesine baktığımızda kişinin projeyi, kurumu ikame etmeye başladığını görüyoruz.
Ana hatları itibariyle popülist bir iktidar karşısında, onu yenebilmek için popülist istikamette giden bir muhalif çizginin Türkiye’de bir tehdit, bir risk oluşturmaya başladığını düşünüyorum.
Dolayısıyla Türkiye temel bir seçim yapmak zorunda kalacak bu noktada. Eğer Tayyip Erdoğan kaybedecekse ve onun kaybedeceğine dair kanaatimiz kesinse muhalif alanda iki yol var. Ya popülizan eğilimlerin desteklenmesi ya da farklı siyasi partilerin arasında örgün, katılımcı, çoğulcu bir siyasi projenin üretilmesi.
Bu mesele Türkiye’nin önündeki temel meselelerinden biri olacaktır diye düşünüyorum.