Kürt siyasetçi ve yazar İbrahim Güçlü yazdı;
Ben 71 yaşındayım. Ortaokul sıralarından itibaren Kürt-Kürdistan davasının bir çalışanı olmaya başladım. Benim Kürt-Kürdistan davası çalışma alanım, Türk devletinin işgal ettiği Kürdistan’ın kuzeyi olduğu için, doğal olarak Türk ve Türkiye siyaseti ile de yakından ilişkili oldum. Ama Türk siyasetinin hiçbir zaman bir parçası olmadım. Türk partilerinde ve kurumlarında yer almadım. Hep Türk siyasetinin dışında kalarak, Türk siyasetine, Kürt-Kürdistan davasının başarıya ulaşmasının sınırları içinde müdahil oldum.
Kürt-Kürdistan davasının hatrı ve gerekleri içinde Türk siyaseti ile ilgilenmeye ve ilişkili olmaya başladığım günden itibaren değişik dönemlerde hep “reform” ve “reformlar” sözünü duydum. Bu reformlar üzerine düşüncelerim de oldu.
Türkiye’de konuyu açığa çıkarmak için öncelikle kimler reform-reformlardan bahseder ve kimler bahsetmez; kimler reform ve reformlardan yana görünür, kimler görünmez onları belirleyerek yolumuza devam edelim.
CHP ve tüm Atatürkçüler/Kemalistler tarih boyunca reformlara karşı olmuşlardır. Onlar için Atatürk sonsuza kadar yaşayacak, sonsuza kadar tüm dönemlere ve gelişmelere uygun onlar için tartışmasız bir devlet kurmuştur. O devlet de reforma/reformlara ihtiyaç yoktur. Bundan dolayı da hep reformlara karşı olmuşlardır. Çünkü onlar unlarını eleyip, işlerini sonuçlandırmış, eleklerini duvara asmış durumdalar. İşleri oldukça rahattır. Atatürk’ün sözleri şablon olarak onların hayatını her yönüyle izah eder ve açıklayıcı niteliktedir.
Türkiye’de var olan sosyalizm, Lenin, Stalin, Mao, Ho Şi Mi, Yalçın Küçük, Mihri Belli, Mahir Çayan, Öcalan sosyalizmidir. Bu sosyalizm anlayışı, reformların ve reformculuğun düşmanıdırlar. Onlara göre reformlar, mevcut düzeni daha da yaşatan/yaşatacak, stabilize hale getiren, ömrünü uzatan enstrümanlardır. Onlar aşamalı gelişmelere değil, sıçramalı devrimsel gelişmelere taraftardırlar. Bundan dolayı reformlar onları ilgilendirmez. Onlar devrim dışından hiçbir değişime ve gelişmeye inanmazlar. Hep yıkıp dökerler. Yapıcı değillerdir.
Türkiye’de liberal demokratlar, gerçeğe yakın reform ve değişim tarafındadırlar. Ama bunlar da küçük bir azınlıktır. Bu küçük liberal azınlık da mevcut Kemalist devlet de gerçek anlamda reformların ve değişimlerin olmayacağını bildiklerinden, doğrudan niteliksel anlamda devletin değişimini cesaretle ve sahip oldukları rasyoneller ve değerlerden dolayı istemediklerinden; Türkiye’deki Kürt milletinin varlığını bu değişimde hesaba katmadıklarından; devletin sağından ve solundan bir değişim ve reform talebine sahipler. Bundan dolayı, II. Cumhuriyet, “Cumhuriyet’in Demokratikleşmesi” tezine sarılmaktadırlar. Verili durumlarından bunu bile gerçekleştirebilir durumda değiller.
AK Parti döneminde “Eski Devlet-Yeni Devlet” kategorileştirilmesi, “Yeni Devlet” kurma hayali bu gurubun eseridir.
Benim siyaset okumalarıma göre Türkiye’de hep reformlardan yana olanlar; Türkiye’de çok partili rejime-sisteme dış etkenlerin zorlamasıyla geçilmesinden sonra Adnan Menderes, Celal Bayar öncülüğünde Demokrat Parti (DP) ile başlayan, Süleyman Demirel öncülüğündeki Adalet-DYP partileri, Turgut Özal öncülüğündeki ANAP ile devam eden, AK Parti’ye uzanan muhafazakâr kesimdir.
Şimdilerde de AK Parti’den ayrılan Gelecek ve DEVA Partisi reformları savunan partiler olarak siyaset sahnesinden yer almış durumdalar.
AK Parti, 18 yıldır Türkiye’de hükümet-iktidar yapmaktadır. Türk devletinin rasyonelleri içinde değişik dönemlerde kendine münhasır reformlar yaptı. Bulunduğumuz aşamada da, yine “Hukuk ve Ekonomi Reformlarından” bahsediyor, bunun için yoğun çalışma içinde olduğu görülüyor. Ama devletin niteliğinde değişiklik olmadığı için, 1946 yılından bu yana savunulan ve gerçekleştirilmeye çalışan reformlar, görece değişimler, iyileşmeler dışından gerçek derde ve hastalığa deva olma niteliğinde olamadılar. Bundan böyle de olamayacaklardır.
Aslında muhafazakârların bir kısmı, reformları engelleyen gerçek nedeninin farkındadırlar. Gerçek nedenin, devletin kuruluş felsefesi ve bu felsefe göre devletin yapılanmasındadır. Hükümeti olmalarının ilk aşamalarında da bu bilinçle zaman-zaman hareket ettikleri görülmektedir. Ama ne yazık ki devletin sahip olduğu Kemalist kuruluş felsefesinin içselleşmesinin tuzağından kurtulma şansını bulamıyorlar. Ya da bu tuzaktan kurtulsalar bile, devletin gerçek sahipleri onları teslim alıyorlar, kendilerine benzetiyorlar. Buna iktidar ve hükümet etme hırsı eklendiği zaman, kendi davalarının karşıtına düşme konumuna da düşüyorlar.
Bu süreci ve gelişmeyi AK Parti’de yakından izlemek olanaklı. Kemalizm’e ve Atatürk’e karşı olan AK Parti, zaman içinde Kemalist devlet değerlerine, iktidar-hükümet hırsı, içselleşen Kemalist değerler sonucu, şimdilerde en fazla Kemalist eski devlet savucusudur.
Oysa AK Parti Kemalist devleti “eski devlet” olarak tanımlıyor, “yeni devlet” kurma iddiasından olduklarını, bunu da bir ölçüde becerdiklerini ifade ediyorlardı. Hem de bunun da sık sık dile getiriyorlardı. O zaman Kürt sorunundan bahsediyordu. Şimdilerde AK Parti’nin “eski devlet” ve “yeni devlet” kavramlarını ağızların aldıklarına ve ifade ettiklerine hiç rastlanılmıyor. Türkiye’de Kürt sorunu yoktur diyor.
İşte orada iş bitmiş. Takke düşmüş ve kel görünmüştür. Eski devletin savunucuları olmaya başlayarak, bir devlet partisine dönüşmüştür. Bundan dolayı AK Parti’nin şimdilerde gündeme getirdiği reformların da varacağı yer belli ve başarısızlıktır. İstenilen değişikliği sağlamayacaktır. Eski kısır döngünün bir halkası olmaya mahkûmdur.
İzleyebildiğim kadarıyla AK Parti’den kopanların oluşturduğu DEVA ve Gelecek Partisi de “eski devlet” ve “yeni devlet”ten bahsetmiyorlar. Devletten memnunlar. Devlette idari değişiklikler yapma arzu ve niyetindedirler. Görünen o ki onlarda eski devletin sahipleriyle ittifak ederek bir yere varmalarının, milletvekili olmanın hesaplarını yapıyorlar.
Bu devlet kurulduğu zaman yanlış kuruldu, düğme yanlış iliklendi. Devlet Kürtlere karşı kuruldu. Ama aynı zamanda Türk halkına da karşı olmaktan kurtulamadı.
Mevcut Devlet, her kesin, tüm milletlerin, tüm toplumsal kesimlerin, dini ve mezhebi grupların devleti değildir. Herkesin devleti olmadıkça, bu devletin iyi işler, iyi reformlar yapması da olanaklı değildir. Bundan dolayı da devletin niteliksel olarak değişmesi gerekir. En demokratik değişim modeli de federalizmdir.
*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar k24 medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.