Gazete Duvar'dan Erhan Yılmaz'ın, darbelerle ilgili eseri üzerine gazetei yazar Murat Yetkin ile söyleşisi...
Bir Polonyalının Papa seçilmiş olmasının, Polonya’daki işçi ayaklanmasının, Afganistan’daki Sovyet işgaline karşı ABD destekli Taliban savaşının ve Kıbrıs-Yunanistan ihtilaflarının 12 Eylül 1980 darbesiyle ilişkisini düşündünüz mü hiç? Ya İsrail’in kuruluşunun hemen ardından Suriye’de yapılan ilk CIA darbesinin, 27 Mayıs 1960 darbesine etkisini? Peki, ABD ve Sovyetler arasındaki Soğuk Savaş rekabetini, Filistin direniş hareketini, Prag Baharı’nın yol açtığı 1968 isyanlarını tartışmadan 12 Mart’ı anlamak mümkün mü sizce?
Gazeteci-yazar Murat Yetkin, yeni kitabı Meraklısı İçin Darbeler Kitabı’nda Türkiye’nin siyasi kaderini belirleyen darbeleri mercek altına alıyor. İttihat ve Terakki’nin Babıâli Baskını’ndan 15 Temmuz 2016 darbe girişimine kadar uzanan tarihi, Türkiye’nin sınırları dışına taşarak, geniş bir coğrafyada tartışıyor.
Meraklısı İçin Darbeler Kitabı, Murat Yetkin, 360 syf., Doğan Kitap, 2020.
Meraklısı İçin Darbeler Kitabı’nda Türkiye’deki darbelerin tek tek tartışıyorsunuz. Peşinen şöyle sorsak: Türkiye’de son 30 yıldır, siyaseti ve darbeleri anlamak için kullanılan bir anahtar kelime vardı: Kemalist vesayet. Siz ne diyorsunuz, Kemalist vesayet her şeyi açıklayan bir kavram mı?
Hayır, değil. Kitapta ayrıntıyla anlatmaya çalıştım. Örneğin 27 Mayıs darbesinde Kemalizmin adı bile yok. Türkeş’in darbe bildirgesine son anda eklediği NATO ve Cento’ya bağlılık bildirme cümlesinde, dış politika bağlamında “Yurtta sulh, cihanda sulh” geçiyor. Ama özellikle -sonrasında siyasi İslamcılığın yükselişe geçtiği 12 Eylül darbesinde Kemalizmin fena halde kullanıldığı kesin. 28 Şubat ve 27 Nisan neresinden baksanız kötü birer karikatürdür. 15 Temmuz darbe girişiminde ise Kemalizmden başka her şey var.
Türkiye’nin darbeler tarihini açıklayacak bir anahtar kavram önerilebilir mi peki?
Yalnızca Türkiye’de değil, her ülkede geçerli kavram, meşru yollardan iktidarı ele geçiremeyecek olan iktidar hırsı sahiplerinin, devletin onlara verdiği imkanlarla gayrı meşru yollardan iktidara talip olmaları. İdeolojiden bağımsızdır.
Söz Kemalist vesayetten açılmışken, 27 Mayıs kamuoyunda bilinenin aksine oldukça önemli bir saptamada bulunuyorsunuz: 27 Mayıs’ın çıkış noktası Atatürk ilke ve inkılapları değildi diyorsunuz. Neydi peki? Kemalizm ne zaman darbeye gerekçe olarak kullanılmaya başladı?
Dediğim gibi iktidar hırsı, başka türlü ele geçirmeyeceği iktidara zor yoluyla sahip olma, ortak olmaya çalışmak. Kemalizmin 12 Mart’ta cuntacılar tarafından biraz sosyalizm sosuna bulanarak kullanıldığını görüyoruz. Ama 12 Eylül’de Atatürk’ün kemiklerini sızlatacak her şey onun adına yapılmıştır.
27 Mayıs’ın solu güçlendiren bir darbe olduğunu söyleyebilir miyiz?
Bunu söylersek eksik söylemiş ve yanıltmış oluruz. 1961 Anayasasıyla gelen görece serbestlik, dünyadaki rüzgârların da etkisiyle sadece solu değil, siyasi İslamcılığı da güçlendirmiştir. Türkiye’de sosyalist ve komünist literatür ile çoğu Müslüman Kardeşler kökenli İslamcı literatürün aynı yıl, 1962’den itibaren yaygın olarak basılıp dağıtılması rastlantı değil, kitapta örnekleriyle anlatmaya çalıştım.
Ordu ve ilmiyenin iktidardan pay talep etmelerinden de söz ediyorsunuz. Bu, aslında Kemal Tahir’in Osmanlı devlet geleneği için çizdiği kalem ve kılıç ikiliği de aynı zamanda değil mi? Ve bu talep 27 Mayıs’la mı sınırlı? 27 Mayıs’ı bu anlamda özgün kılan ne?
27 Mayıs’ın Osmanlı’daki askeriye ve medresenin iktidar ortaklığının Atatürk tarafından kaldırılmasına karşı iktidara yeniden ortak olma hırsının sonucu olduğu saptaması bana ait değil. Bu müthiş tahlil 27 Mayıs ile devrilen Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a ait. Kemal Tahir’in söylediği bundan farklı. Bayar o sistemin içinden gelen bir İttihatçı olarak kılıç ve kalemin iktidar ortaklığı için her gerektiğinde ittifakını kast ediyor. Sahafiye merakım nedeniyle baskısı kalmamış bir kitapçıkta verdiği mülakatta anlatmış bunları; zihin açıcı, okuyanlar katılacaktır.
Özellikle 12 Mart’tan, yani sola karşı yapılmış darbelerden sonra işin içinde “Amerikan parmağı” eğilimi artıyor. Mesela 27 Mayıs’a ilişkin böyle bir algı yok, neden?
12 Mart’ın özel olarak sola karşı yapılmış olduğu kanısında değilim; en azından Darbeler Kitabı araştırmalarımdan sonra böyle düşünüyorum. Darbeyi hazırlayanların bir kanadı, Avcıoğlu kanadı, kendilerince Kemalizm ile sosyalizmi birleştirmeye çalışan üniversiteli takım. Bir yandan CHP, diğer yandan yükselen militan sol ile ilişki, daha doğrusu onları kullanma peşindeler. Diğer kanat, Madanoğlu kanadı ise herhangi bir ideolojiye sahip değil, sadece iktidara geçmek istiyorlar. Madanoğlu gidip CIA istasyon şefinden darbeye destek istiyor, isim isim yazdım, ne solculuğu Allah aşkına? 12 Mart, 27 Mayıs’ın getirdiği siyasi ve ekonomik özgürlükleri geri alma harekatıdır. Cuntacıların beceriksizliklerini MİT üzerinden (ki burada Mahir Kaynak’ın payı var) iyi değerlendiren Genelkurmay darbeye el koyup, cuntacılarla ilişkisi olan ve daha genelde sol hareketlerle ilgisi olan kim varsa biçiyor. Ziverbey işkenceleri, Deniz gezmişlerin asılması, Kızıldere, Nurhak hep o çerçevede. 1969’da ODTÜ’de Vietnam’da CIA ajanlığından Ankara’da büyükelçiliğine terfi eden Komer’in arabasının yakılmasına aktif olarak katılan herkes, 1972 sonuna dek ya dağ başlarında, ya darağaçlarında öldürülmüştür. Acı gerçek budur.
27 Mayıs’a ise dışarıda da darbeden darbeye koşan Ortadoğu’daki bir darbe daha, Türklerin kendi içindeki meselesi gözüyle bakılmıştır. 1952 Mısır, 1953 İran, 1958 Irak diye giden bir darbeler zinciri var ortada. Ama ABD’nin kârlı çıktığı doğru. Türkiye’ye, İzmir’e ABD nükleer füzelerin yerleşmesine izin veren, 27 Mayıs sonrasında idam edilen Başbakan Menderes değil, darbenin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel olmuştur.
Kitapta, Türkiye’nin siyasi coğrafyası kavramı üzerinde duruyor ve darbeler tarihini de bu coğrafya ekseninde tartışıyorsunuz. Neden ulusal sınırlar dışına çıkmayı gerekli gördünüz?
Çünkü birbiriyle bağlantılı. Darbeler, devrimler, karşıdevrimler toplumların siyasi, iktisadi ve toplumsal hayatlarında kırılmalar, yangınlar demektir. Komşunuzda yangın sizi yakmasa da hararetinizi artırır. Örnek 1908 Meşruti Devrimidir. Darbe değil, devrimdir, kitapta örnekleriyle verdim, Anadolu protesto ve isyanlarla çalkalanıyordu. Ama öncesinde 1905’te Rusya’da, 1906’da İran’da benzeri meşruti devrimler var. 1909’da da Yunanistan’da darbe.
Bakın 1915’te Yunanistan’da Venizelos ikinci defa darbeyle işbaşına gelmeseydi belki Yunanistan 1919’da İngiltere’nin itmesiyle Anadolu’yu işgale kalkışmayacak, belki İstiklâl Savaşı bildiğimiz gibi seyretmeyecek, belki Cumhuriyetle sonuçlanmayacaktı. 12 Eylül askeri darbesine giden daha güçlü bir İsrail-Pakistan-Polonya-Afganistan ve İran süreci var 1970’lerin sonunda.