Tarih: 04.07.2018 11:47

Türkiye´de İslâmcılığın sonu mu? 3

Facebook Twitter Linked-in

Hakikat arayışından psikolojik tuzaklara kapılma sürecine girildi. Yenilgilerin, ezilmişliklerin, görülen zulümlerin insan hayatı üzerindeki etkilerin yansımasıdır yaşananlar. Meşru ve geçerli olması gereken bir hayat anlayışının dışına çıkmaya götürüyor bu duygu. Kötülüklere ve zulme ayniyle karşılık verme ağır basıyor. İntikam alma, bir daha aynı durumu yaşamamak için. Dönülmez bir yoldur bu. Sorun dava bilincinin ötesinde bir durum arz ediyor. İktidarın varlık gücü her şeyin üzerinde, öyle ya da böyle korunması gerekiyor. 

Güçlükle elde edilen kazanımlardan sonra helal haram, iyi kötü karşılaştırmalarında olumsuzlukların yinelenmesinin bir karşılığı bulunmuyor. Haram olan şeylerin bile meşruiyet kazandığı gerçek. Geçmişin bütün olumsuzluklarını örtebiliyor. Ahlâkî dağılma ve çözülme başlıca sorun. Çürüme bütüne yansımış. En üstten en alta kadar.

 

 

 

Batı türü bir siyasal yapı içindeki olumsuzlukların nedenleri baştan beri belli. Dışarıdan gelen her şeye olumsuz bir gözle bakıldığından iyi ya da olumlu olan taraflar bile göz ardı oluyordu. Bunun bir karşılığı bugün için söz konusu değil.

Rüşvet, yalan, adam kayırma, hırsızlık insanlığın başlangıcından bugüne var elbette. Peygamberimizin temel vurgularından biri olan: ?Ben güzel ahlâkı tamamlamak için geldim.? Bu, şu anlama geliyor; çürümeye yüz tutmuş olan ahlâkın yeniden inşası ve tamamlanmasıdır sözü edilen. Peygamberimizin yaşadığı döneme cahiliye denmesinin nedeni de ahlâkî sorun ve çürümüşlük. Şiirin bu kadar kuvvetli olduğu bir dönemi bilgisizlik anlamında görmemek gerekiyor.  Cahiliye daha çok ahlâkî çürüme ile ilgili ve tek sorun da putlar. Putların feda edilememesi.

Var olan ahlâk hemen bütün peygamberlerin izleği. İlk peygamberden son peygambere kadar ahlâk bir yaşama biçimi ve özü. İnsanlığın güven duyabileceği hemen hemen tek alan.

Müslümanların bu yaşama biçimine uymaları doğallık içeriyor. Olması gereken de bu. Bir yabancı, bir elma ağacının altına gittiğinde ısıracağı bir elmanın haram olduğunun bir kendindenliği var. Eğer ısırmışsa yapacağı tek iş elma sahibinden helallik dilemesi.

 

 

 

Müslümanların ahlâkî çözülmeleri demokratik sistem içindeki uyumlarının yadırganası bir yanı yok. Çünkü sistemin yapısının gerekleri var. İnsanları aldatmak, üstünlük sağlamak için her tür hile meşru, yani geçerli. Bu, başka sorunlar da beraberinde getiriyor. Hazineden götürülenlere, ya da kul hakkının gaspına da bir meşruiyet kılığı aranır. Geçmişin olumsuzlukları üzerine bina olunan bu yapıdan kurtulmak için hemen her türlü davranış olumlanabilmekte. Toplumun büyük kesimleri bu onayı verirken ?helal olsun, yeter ki başımızdan gitmesinler, yeter ki başkaları gelmesin? diyebilmekte. Bunun azı ya da çoğunun da bir sınırı yok. Bu da Müslümanları sıradanlaştırıyor diğerlerinden hiçbir farkı olmuyor ya da kalmıyor.

Geçmiş dönemlerde sahih Müslümanlar siyasal alana girdiklerinde onlara yakıştırılan önemli sıfatlar bulunurdu. Onlar yalan söylemez, haram yemez, kul hakkına riayet ederler, denirdi. Bugün artık böyle bir durumdan söz edilemez. Çünkü Müslümanların diğerlerinden hiçbir farkı yok. Alkol alıyor ama cebinde kredi kartı taşıyor bile bile haram olan bir eylemi yaşıyor. Kazancının yarısından fazlasını faize veriyor. Bir haramdan kaçarken bir başkasını çok rahatlıkla işleyebiliyor. Cihat duygusunu yitirdiği için emperyalizme çok kolay teslim olunabiliyor. Bunun da bir kılıfı ve aması mutlaka var. Çürüyen bu Müslüman kitleler ve yapılanmalar Müslümanlara zarar veriyor. İslâmî mücadelenin bir karşılığı olmuyor.

İslâm bir ahlâk ilkesidir. Ahlâk ile İslam´ın özdeşliği tartışılmaz. Peygamberin güvenirli ve emin oluşunun nedeni de ahlâk ile ilgili. Müslümanlar İslâmî bilinci toplumun hemen bütün katmalarına yayabilmeleri için öncelikle kendileri ahlâklı olmalı. Bireyden başlayarak Müslümanlar bilinçle yeniden ahlaklı olmanın erdemini yakalamalı ve yaşamalı.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —