Özet
Türkiye, son kırk yılda maruz kaldığı ayrılıkçı terörle mücadelede tarihsel bir eşiği aşmaktadır. Abdullah Öcalan’ın 2025 yılı başında yaptığı “silah bırakma ve örgütsel fesih” çağrısı, sadece terör örgütü PKK açısından değil, aynı zamanda bölgesel güvenlik, toplumsal barış ve siyasal dönüşüm açısından da derin etkiler yaratacak bir gelişme olarak değerlendirilmelidir. Bu makale, dört aşamalı bir çözülme sürecini analiz ederken, sürecin liderliğini yürüten Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın stratejik vizyonunu ve kararlılığını merkeze alır. KCK’nin feshi, Kandil’in teslimiyeti ve silahlı kadroların tasfiyesi, sadece güvenlik değil aynı zamanda siyasal temsil, toplumsal hafıza ve dış politika dengeleri açısından yeni bir Türkiye’nin habercisidir. Makale, bu süreci siyasal teori, güvenlik çalışmaları ve toplumsal uzlaşı perspektiflerinden analiz etmektedir.
Giriş
Türkiye Cumhuriyeti, Soğuk Savaş sonrası dönemde Orta Doğu’daki etnik, mezhepsel ve jeopolitik fay hatlarının en ağır biçimde kesiştiği ülkelerden biri olmuştur. 1984’te ilk silahlı eylemini gerçekleştiren PKK, yalnızca bir terör örgütü olarak değil, aynı zamanda dış güçlerin vekâlet aracı, bölgesel istikrarsızlık dinamiği ve siyasal manipülasyon unsuru olarak da uzun yıllar etkili olmuştur. Ancak 2025 yılı itibariyle gelişen olaylar, Türkiye’nin bu sorunu yalnızca askeri yöntemlerle değil, aynı zamanda diplomatik, toplumsal ve siyasal kanallarla çözdüğünün işaretlerini vermektedir.
Abdullah Öcalan’ın “silahları bırakın ve örgütü feshedin” çağrısı, bu sürecin bir kırılma anı olmuştur. Bu çağrı, sadece bir itiraf değil, aynı zamanda örgütün ideolojik ve stratejik olarak iflas ettiğini kabul etmesidir. Öcalan’ın açıkça “bağımsız Kürt devleti, federasyon ya da özerkliğin tarihsel temeli yoktur” ifadesi, terör örgütünün yıllardır savunduğu iddiaların çöktüğünün beyanıdır.
Bu gelişmeler, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde sürdürülen çok katmanlı terörle mücadele stratejisinin somut bir zaferidir. Erdoğan, içerideki askeri mücadeleyi uluslararası diplomatik hamlelerle desteklemiş, Suriye, Irak ve İran sınırlarında güvenlik koridorları oluşturarak PKK’nin alan hakimiyetini sona erdirmiştir. Aynı zamanda halkın desteğini arkasına alarak siyasal bütünleşmeyi teşvik etmiş, DEM Parti gibi yapılara “ya terörle bağını kopar ya da siyaset dışı kal” mesajı vermiştir.
Bu makale, dört aşamalı bir analiz çerçevesinde PKK’nin sona erme sürecini ele alacak, bu sürecin dış politika, toplumsal hafıza ve anayasal dönüşüm üzerindeki etkilerini tartışacaktır.
Elbette. Şimdi sırada Teorik Çerçeve ve Yöntem bölümü var. Bu bölümde çalışmanın dayandığı siyasal teori, stratejik analiz çerçevesi ve çözüm süreçleri literatürü yer alıyor:
II. Teorik çerçeve ve yöntem
Bu makale, terörle mücadele ve siyasal çözüm süreçlerini analiz etmek için üç temel kuramsal eksen üzerine inşa edilmiştir: (1) Siyasal liderlik ve kriz yönetimi teorisi, (2) asimetrik çatışma ve terörle mücadele stratejileri, (3) çatışma sonrası toplumsal yeniden bütünleşme ve hafıza politikaları. Erdoğan’ın liderliğinde geliştirilen stratejinin başarısını anlamak, sadece askeri zaferlerle değil, aynı zamanda siyasal irade, toplumsal meşruiyet ve uluslararası denge kurma becerisiyle birlikte düşünülmelidir.
1. Siyasal Liderlik Kuramı ve Erdoğan’ın Pozisyonu
Max Weber’in karizmatik liderlik modelinden hareketle, Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliği “karizmatik otoriteyi kurumsallaştırmış” bir profil sunmaktadır. Erdoğan, yalnızca yürütmenin başı değil, aynı zamanda halkın duygu dünyasını, tarihi hafızasını ve güvenlik taleplerini sentezleyerek “kurucu lider” figürüne yaklaşan bir pozisyon inşa etmiştir. Bu bağlamda, terörle mücadelede elde edilen zafer sadece bir güvenlik başarısı değil, aynı zamanda siyasal bir başarıdır.
2. Asimetrik Çatışmalar ve Devlet Stratejisi
David Galula ve Rupert Smith gibi teorisyenlerin vurguladığı gibi, modern çağın savaşları artık konvansiyonel değil; asimetriktir. PKK, bu bağlamda, devlet dışı aktörlerin silahlı stratejilerle uluslararası alan kazanma çabalarının tipik bir örneğidir. Ancak Erdoğan yönetimindeki Türkiye, klasik “terörle mücadele”nin ötesine geçerek bu asimetrik yapıyı, bölgesel diplomasi, istihbarat kapasitesi ve sivil siyaset alanını genişleterek çevrelemiştir.
3. Toplumsal Hafıza ve Barışın Psikolojisi
Paul Ricoeur ve Aleida Assmann’ın bellek teorilerinden esinle, bu makalede Kürt ve Türk halklarının yaşadığı ortak travmanın çözüm sürecinde taşıdığı yük analiz edilmektedir Terörle yaşamak, yalnızca fiziksel bir güvenlik meselesi değil; aynı zamanda nesiller boyunca taşınan bir travma, bir “kayıp hafıza” sürecidir. Öcalan’ın çağrısı, bu hafızanın ilk kez ortak bir yeniden yazım sürecine girmesi anlamına gelir. Erdoğan’ın liderliği, bu hafızanın inşasında güçlü bir siyasi katalizör olmuştur.
Yöntem
Bu çalışma niteliksel analiz yöntemine dayanmakta, birincil kaynaklardan (Öcalan’ın mektupları, KCK açıklamaları, Erdoğan’ın konuşmaları), ikincil kaynaklardan (akademik literatür, analiz raporları, haber arşivleri) ve karşılaştırmalı çözüm süreçlerinden (Kolombiya-FARC, IRA, ETA) faydalanmaktadır. Ayrıca tarihsel sosyoloji ve siyasal söylem analizi yöntemleri, örgütlerin kendi iç dönüşüm süreçlerini anlamada temel analitik araçlar olarak kullanılmıştır.
Elbette. Şimdi makalenin en kritik kısmı olan Dört Aşamalı Süreç Analizi bölümüne geçiyoruz. Bu bölümde her bir aşama sırasıyla incelenecek ve Chicago stilinde beş numaralı dipnotla devam edilecek.
III. Dört aşamalı süreç analizi
1. Abdullah Öcalan’ın Tarihi Çağrısı: İdeolojik ve Askeri Çözülme
2025 yılı başında Abdullah Öcalan tarafından yapılan ve kamuoyuna duyurulan “PKK’nin silah bırakması ve kendini feshetmesi” çağrısı, örgüt tarihinde bir dönüm noktası olmuştur. Bu çağrı, sadece örgütün eylemsel değil, aynı zamanda ideolojik bir çözülme yaşadığını da ortaya koymuştur. Öcalan’ın ifadesiyle, “bağımsız Kürt devleti, federasyon ya da özerklik gibi taleplerin tarihsel ve sosyolojik temeli yoktur.” Bu açıklama, PKK’nin dayandığı tarih anlatısını ve ideolojik altyapıyı çökertmiş, örgütün meşruiyet zeminini ortadan kaldırmıştır
Bu çağrı, hem Türk hem de Kürt toplumları tarafından büyük bir memnuniyetle karşılanmış, yıllardır süren çatışma ortamının son bulacağına dair güçlü bir umut doğurmuştur. Terör nedeniyle ağır bedeller ödeyen geniş halk kesimleri açısından bu çağrı bir “arınma” ve “normalleşme” işareti olmuştur.
2. KCK’nin Feshi: Üst Yapının Çöküşü
Kandil merkezli KCK (Koma Civakên Kurdistan), sadece PKK’nın değil, aynı zamanda PYD, PEJAK ve SDG gibi örgütlerin çatı yapılanmasıdır. Öcalan’ın çağrısından sonra, bu çatı yapının feshedileceğine dair sinyaller verilmiş ve en geç Haziran 2025’e kadar bu yönde resmi bir kararın alınacağı duyurulmuştur. Türkiye Cumhuriyeti devleti bu süreci yakından takip etmekte, bir yandan askeri operasyonlarını sürdürürken diğer yandan siyasi çözüm mekanizmalarını devreye almaktadır.
KCK’nin feshi, yalnızca PKK’nin değil, Suriye ve Irak’taki uzantılarının da komuta yapısının çökmesi anlamına gelecektir. Bu, örgütlerin birbirleriyle olan stratejik ve lojistik bağlarının da ortadan kalkmasını sağlayacaktır. PYD ve SDG gibi yapılar, başlangıçta çağrının yalnızca PKK’ye yönelik olduğunu ileri sürmüşse de, Öcalan’ın bu örgütlere de özel mektup gönderdiği ve süreci kapsayıcı biçimde yönettiği ortaya çıkmıştır.
3. Kandil’in Kongresi: PKK’nin Resmen Feshi
Üçüncü aşama, Kandil’deki örgüt kadrolarının kongre toplayarak PKK’yi resmen feshetmesidir. Bu yönde yapılan açıklamalarda, Öcalan’ın çağrısına bağlılık belirtildiği ve sürecin ilerletileceği ifade edilmiştir. Bu, sadece bir örgütsel sona erme değil, aynı zamanda sembolik bir teslimiyet anlamına gelmektedir: On yıllarca Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı savaşan bir yapının, kendi liderinin çağrısıyla tasfiye olması, güvenlik paradigması açısından tarihî bir dönüm noktasıdır.
4. Silahlı Kadroların Tasfiyesi ve Geleceği
Son aşama, silahlı militanların geleceğine ilişkindir. Suriye’de bulunan örgüt unsurlarının silahlarını belirli merkezlerde teslim etmesi, bazı militanların Suriye ordusuna katılması ya da sivil hayata dönmesi beklenmektedir. Türkiye topraklarında eylem kabiliyeti kalmayan militanlar ise Irak ve Suriye’yi terk ederek Avrupa’ya ya da başka ülkelere dağılacaktır. Yabancı uyruklu olanların ülkelerine iade edilmesi ya da uluslararası hukuk çerçevesinde yargılanması gündemdedir.
Sürecin sorunsuz işlemesi beklenmemektedir. İran ve özellikle İsrail’in bu çözüm sürecine muhalefet ettiği, terörden arınmış ve Türkiye’nin etkisindeki bir Suriye’yi stratejik tehdit olarak gördüğü bilinmektedir. Ancak Öcalan’ın kendi tarihsel tezlerini inkâr etmesi, bu tür dış müdahalelerin etkisini sınırlamaktadır. Aynı şekilde, yeni ABD yönetimi de bu yeni gerçeklik karşısında Ortadoğu politikalarını revize etme eğilimindedir.
IV. DEM Parti, Türk Solu’nun tasfiyesi ve sivil kürt siyaseti
Terör örgütü PKK’nin silahlı ve ideolojik olarak çöküş sürecine girmesi, onun siyasal alandaki uzantısı olan DEM Parti’yi doğrudan etkilemiştir. PKK’n,n çözülmesiyle birlikte, DEM Parti içinde uzun süredir devam eden ikili yapı, yani Kandil’e bağlılık ile Türkiye partisi olma iddiası arasındaki gerilim, nihayet çözüme kavuşmuştur. Artık silahlı yapıya referansla hareket eden klikler tasfiye edilmekte, halkın iradesini esas alan bir sivil yapılanma gündeme gelmektedir.
Özellikle “eş başkanlık” sistemi, Kandil’in doğrudan talimatlarını parti yönetimine yansıtmak amacıyla dizayn edilmişti. Bu sistem, yerel demokrasiyi değil, örgütsel vesayeti temsil ediyordu. Bu yapı, Kürt halkının siyasete aktif ve özgür biçimde katılımını engellemiş, demokratik temsilin önüne örgütsel filtreler koymuştur. Gelinen noktada bu yapı çökmekte, yerine katılımcı, yerelden beslenen, halkla doğrudan temas kurabilen bir siyasi kültür şekillenmektedir.
Ayrıca, DEM Parti içinde etkili olan ve kendilerini “devrimci sosyalist kadrolar” olarak tanımlayan bir kesimin tasfiyesi de kaçınılmaz olmuştur. Bu yapı, 1990’lardan itibaren Kürt siyasal hareketine entelektüel ve ideolojik katkı sunmak bir yana, onu halktan koparan, marjinal söylemlerle tahakküm kuran bir pozisyona yerleşmiştir. Türk solu adına hareket eden bu kadrolar, Kandil’in gölgesine sığınarak siyasi rant elde etmiş, ancak sahici toplumsal karşılık bulamamıştır.
Bugün, DEM Parti içinde yükselen yeni kuşak, ne Kandil’e ne de devrimci romantizme teslim olan bu anlayışa karşı net bir pozisyon almakta ve gerçek bir Türkiye partisi olma doğrultusunda dönüşüm geçirmektedir. Belediyelerde aday belirleme süreçleri, artık örgütsel referanslarla değil, sivil topluma dayanan yöntemlerle yürütülmekte; milletvekili adayları halkla temas eden, yerel meşruiyete sahip isimler arasından belirlenmektedir.
Kürt halkı için yeni dönem, yalnızca çatışmanın bitişi değil, aynı zamanda sivil siyasetin gerçek anlamda başlaması anlamına gelmektedir. Bu dönüşüm sürecinde Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP lideri Bahçeli’nin ortaya koyduğu kararlılık, iç cephede güvenliği sağlamış ve meşru siyasetin önünü açmıştır. Bu gelişmeler, “Türkiye Yüzyılı” vizyonunun sadece ekonomik ve diplomatik değil, siyasi ve sosyolojik boyutlarının da hayata geçtiğini göstermektedir.
V. Türkiye Yüzyılı: Terörsüz bir gelecek ve bölgesel güç vizyonu
Türkiye’nin son yirmi yılında yürüttüğü stratejik devlet aklı, terörle mücadelenin yalnızca askeri değil, diplomatik, sosyolojik ve siyasi boyutlarını da içeren çok katmanlı bir yaklaşımla şekillenmiştir. Abdullah Öcalan’ın PKK’nin silah bırakması ve örgütün feshini içeren tarihi çağrısı, bu uzun vadeli stratejinin neticesidir. Bu gelişme, sadece Türkiye için değil, bölge halkları için de şiddetsiz bir geleceğe dair umutların yeşerdiği bir dönemin başlangıcını işaret etmektedir.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kararlılığı, Devlet Bahçeli’nin devlet refleksini temsil eden katkılarıyla birleşmiş, terörün hem içeride hem de dışarıda etkisizleştirilmesi sağlanmıştır. Bu sürecin mimarlarından olan Erdoğan, sadece güvenlik politikalarıyla değil, aynı zamanda yeni anayasa çağrısı, sivil siyaset açılımları ve yerel halkların temsilini önceleyen yaklaşımlarıyla da Cumhuriyetin ikinci yüzyılına damgasını vurmaktadır.
Artık Türkiye, sadece terörden arınmış bir iç ortamla yetinmeyip, bölgesel barış ve istikrarın da öncüsü rolünü üstlenmektedir. Suriye’de kurulmaya çalışılan terör kantonlarının dağıtılması, Irak’ta etkinliği kırılan terör yapıları ve Batı’nın hibrit savaş aygıtı olarak kullanılan unsurların etkisizleştirilmesi, Türkiye’nin jeopolitik oyun kurucu kapasitesini artırmıştır.
Bu bağlamda Öcalan’ın “bağımsız Kürdistan, federasyon ya da özerklik gibi yapıların tarihsel zemininin olmadığını” vurgulaması, Batılı bazı aktörlerin Orta Doğu’daki mikro devletçik projelerine karşı, bölge halklarının kendi iradesiyle verdiği tarihsel bir cevap niteliğindedir. Bu açıklamalar, Kürt halkının da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı temelinde özgürlük ve eşitliği savunan bir siyasete yöneldiğini ortaya koymuştur.
Bugün geldiğimiz noktada, “Türkiye Yüzyılı” sadece bir siyasi slogan değil, toplumsal barış, ekonomik kalkınma, sivilleşme ve bölgesel liderlik vizyonunun stratejik bir özetidir. Terörün sona ermesiyle birlikte, Türkiye daha da güçlenecek; uluslararası alandaki etkinliği artacak, içerde ise demokrasi, hukuk devleti ve sosyal adalet zemininde yeni bir toplumsal sözleşme inşa edilecektir.
Elbette, bu essay’in son bölümü henüz yazılmadıysa, onu şimdi tamamlayabiliriz. Aşağıda sana “Sonuç: Tarihi Bir Dönüşüm ve Yeni Bir Başlangıç” başlığıyla, essay’in anlamlı ve güçlü bir şekilde tamamlandığı final bölümünü sunuyorum. Dipnot sıralaması da 19’dan devam edecek şekilde düzenlenmiştir.
VI. Sonuç: Tarihi bir dönüşüm ve yeni bir başlangıç
PKK’nin ideolojik, lojistik ve askeri olarak çöküşe geçtiği bu tarihsel kırılma anı, yalnızca bir örgütün sona erişi değil; aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin yakın tarihindeki en kapsamlı iç güvenlik başarısının ilanıdır. Öcalan’ın çağrısı ile başlayan süreç, Kandil’in kongre kararı, KCK’nin tasfiyesi ve silahlı militanların teslim olmasıyla tamamlanırken; bu dönüşümün mimarı olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir ulusun kaderini yeniden yazan lider olarak tarih sahnesindeki yerini perçinlemiştir.
Türkiye’nin terörle mücadelesi, salt askeri zaferlerle sınırlı değildir. Asıl zafer, Türk ve Kürt halkının bir arada yaşama iradesinin yeniden filizlenmesidir. Öcalan’ın “silahların dönemi bitti” şeklindeki mesajı, Erdoğan’ın barışı merkezleyen devlet aklı ile birleşerek, sadece Türkiye içinde değil; Irak ve Suriye ekseninde de silahsızlanmayı, normalleşmeyi ve siyasal çözümü mümkün kılan bir süreci tetiklemiştir.
Bu gelişmelerin doğrudan sonucu olarak, Kürt siyasi hareketi de yeniden yapılanmak zorundadır. Artık silahlı vesayetin gölgesinden kurtulan DEM Parti, demokratik katılım yolunda ilerleyecek; eş başkanlık gibi ideolojik refleksler yerini halk iradesine bırakacaktır. Türk solu görünümlü militan elitlerin tasfiyesi ile birlikte, Kürt siyasetinin doğal, yerel ve meşru temsilcileri ön plana çıkacaktır.
Elbette bu süreçte dış müdahale riskleri, özellikle İsrail ve İran gibi aktörlerin provokatif hamleleri göz ardı edilmemelidir. Ancak Türkiye, son yirmi yılda kazandığı jeopolitik özgüven, savunma sanayiindeki atılımlar ve diplomatik yetkinliğiyle bu riskleri bertaraf edecek düzeydedir. Erdoğan’ın liderliğindeki Türkiye, artık yalnızca bir hedef değil; bölgesel ve küresel ölçekte bir dengeleyici aktör konumundadır.
Terörün son bulmasıyla birlikte “Türkiye Yüzyılı” yalnızca bir ideal değil, somutlaşan bir devlet vizyonu haline gelmiştir. Artık Türk-Kürt kardeşliği; şehit haberleriyle değil, ortak gelecek hayalleriyle konuşulacak; siyasal rekabet terörün gölgesinde değil, sandığın güvencesinde yaşanacaktır. Bu tarihi dönüşüm, yalnız bugünün değil, gelecek nesillerin de barış ve adalet içinde yaşayacağı bir cumhuriyetin temelini atmaktadır.
Kaynak: K24 Türkçe