Hafız Esad 2000 yılında öldükten sonra Suriye’deki çatışmalar henüz başlamamışken yerine geçen oğlu Beşar Esad’ın yönetimi altındaki Suriyeliler işsizlik, yolsuzluk ,hak ve adalet mekanizmasının işlemediğinden şikayet ediyorlardı.
Mart 2011’de başlayan Arap Baharıyla birlikte Suriye’nin Deraa kentinde yönetim aleyhinde gösteriler başladı. Rejim, gösterileri bastırmak için onlara karşı şiddet kullanıyordu. Göstericilere karşı kullanılan bu şiddetten sonra tüm ülke çapında Esad’ın istifa etmesini isteyen protestolar patlak verdi. Karışıklıklar giderek arttı ve daha sıkı önlemler alınmaya başlandı. Daha sonra muhalif taraftarlar kendilerini savunmak ve güvenlik güçlerinden kurtulmak adına silahlanmaya başladılar. Esad “Yabancı destekli teröristler” adını verdiği muhalifleri yok edeceğini söyledi. Daha sonra ülke çapındaki şiddet hızlı bir şekilde yayıldı ve ülke tamamıyla bir iç savaşa doğru sürüklendi. İşte tam bu sırada Türkiye ile Suriye’nin arası bozulma sinyalleri vermeye başladı.
22-23 Aralık 2009 tarihinde, Şam’da, Türkiye Cumhuriyeti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Arasında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Toplantısı gerçekleştirecek kadar yakın olan bu iki ülke ne oldu da “Arap Baharı”nın hemen sonrasında düşman kesildiler? Ailece görüşen, iki ülke arasındaki vizeyi kaldıracak kadar yakın olan ve önemli ticari anlaşmalar imzalayan Esad ve Erdoğan “Arap Baharı”yla birlikte karşı karşıya geldiler. Peki bu bozulmanın nedeni ne idi ?
Gelin bu bozulmanın nedenini iki liderden dinleyelim. Suriye lideri Beşar Esad, Başbakan Tayyip Erdoğan ile ilişkilerinin nasıl kötüleştiğini gazeteci Utku Çakırözer’e şu şekilde anlattı:
“+ Siz ve Başbakan Erdoğan ailelerinizle birlikte tatil yapacak kadar yakındınız. Ne oldu da bu hale geldiniz?
-Bunu anlamak için sorulması gereken şudur: Kim değişti? Ben mi, o mu? Bölgemizde yaşanan değişime bakarak bazı sonuçlar çıkarabilirsiniz. Örneğin çevremizdeki ülkelere bir bakın. Suriye’nin İran, Irak ve Lübnan ile ilişkilerinde bu süreçte hiçbir değişiklik olmadı. Şimdi bir de tersine bakın. Türkiye’nin İran, Irak, Lübnan ve Ürdün ile ilişkilerinin seyrine bakıp kendiniz bir sonuca varabilirsiniz. Tüm bu ülkelerle Ankara’nın arası kötüleşmiş durumda. Demek ki değişen Erdoğan…Ne olduya gelince; Erdoğan bizimle ilişkilerinde dostluk ve kardeşlik ilişkisinin ötesine geçerek içişlerimize karışma yönüne gitmiştir. Oysa biz egemen bir devletiz. Kendisine saygısı olan bir devletiz. Hiçbir şekilde dışarıdakilerin bizim işlerimize karışmasına izin vermeyiz… Bunlar siyasi ilişkilerimizde yaşananlardı.
+Erdoğan ile köprüleri attınız mı?
– Evet neredeyse öyle. Çünkü bu coğrafyada artık güvenilirliğini kaybetti. Bu kişisel bir sorun değil. Sadece Suriye değil, diğer Arap halklarının gözünde de bu böyle.
+ Başbakan son açıklamasında kendisine verdiğiniz sözleri tutmadığınızı söyledi. O ne istedi? Siz ne söz verdiniz?
– Bu sözleri bile içişlerimize karışmasının yeterince kanıtıdır. Eğer Başbakan, Suriye içi politikaların tarafı değilse, ben nasıl olur da ona söz veririm? O bana birtakım sorular soruyordu. Tavsiyelerde bulunuyordu. Ben de olaylara ilişkin kendi görüşlerimi anlatıyordum. Sohbet ediyorduk. Bize reform tavsiyesinde bulunuyordu. Ama ben zaten onunla konuştuklarımı halkıma da anlatıyor ve o yönde adımlar atıyordum. Suriye’de olayların başladığı 15 Mart’tan 6 gün sonra reform yönünde önemli adımlar atmaya başladık. Şimdi Erdoğan’a gidip sorsanız yine “reform” diyecektir. Oysa eğer samimi olmuş olsa bugün anlattıklarını 2004’teki görüşmelerimizde de anlatırdı. Şimdi bu kadar reformlardan bahsediyor. Ama 2004’te neden hiç reformu dillendirmiyordu? Burada bir çifte standart var. Önceden Suriye halkına duyarlı değildi de birdenbire mi kabardı bu duygular? Sonradan vahiy mi geldi kendisine? Suriye halkını benden daha mı çok seviyor? Bizi bıraksın da “komşularla sıfır sorun” politikasından geriye ne kaldıysa onu uygulamaya baksın.
+ Yaptığınız görüşmelerde Türk heyetleri ne mesaj veriyorlardı? Ziyaretinize gelen CHP heyetine “Erdoğan ve Davutoğlu bize Amerika’nın mesajlarını getiriyor” dediğinizi duymuştuk.
-Çok yeni mesajlar getirmediler. ABD’nin dillendirdiği konuları detaylandırarak getiriyorlardı. Genelikle tehdit etmenin ve korkutmanın ötesinde yeni şeyler değildi getirdikleri.”
Suriye lideri Beşar Esad yukarıdaki sözleri söylerken, Başbakan Erdoğan ise, “Biz Suriye konusunu bir dış mesele olarak, bir dış sorun olarak görmüyoruz. Suriye meselesi bizim bir iç meselemizdir. Çünkü bizim Suriye ile 850 kilometre sınırımız var, akrabalık, tarih, kültür bağlarımız var. Dolayısıyla burada olanlar bitenler, bizim asla seyirci kalmamıza fırsat vermez. Tam aksine oradaki sesleri duymak zorundayız, duyuyoruz ve tabii ki gereğini de yapmak durumundayız.” diyordu.
Erdoğan konuşmasını şöyle sürdürdü: ”Artık sabrın son anlarına geldik ve bunun için de bu süreç içinde Salı günü Dışişleri Bakanı’nı Suriye’ye gönderiyorum. Kendileriyle orada gerekli olan görüşmeleri yapacaklar. Bu görüşmelerde mesajlarımız artık kendilerine kararlı bir şekilde iletilecektir. Bundan sonraki süreç verilecek cevaba ve uygulamaya göre şekillenecektir.”
Yani kısaca Türkiye ile Suriye arasındaki ilişki bitme noktasına gelmiş ve iki ülke düşman olmuşlardı. Peki gerçekten ilişkilerin gerginleşmesinin nedeni iki liderin söylediklerinden ibaret mi yoksa başka nedenler de var mıydı? Daha sonraki süreçlere baktığımızda Türkiye açısından farklı nedenlerin olduğunu gösteren olayların olduğunu görmekteyiz. Bu nedenlerin en önemlilerinden birinin Rojava Kürtleri olduğunu söyleyebiliriz.
Yönetimi değişecek bir Suriye’de muhtemel yeni yönetimi daha işin başındayken yanına almak isteyen Türkiye, tüm Suriyeli muhalifleri kıskaca almaya başladı. Bununla da kalmadı, Suriye muhalefetini örgütlemeye, Suriye muhalefetine alabildiğine etkili bir destek vermeye başladı.
Türkiye, muhaliflerin sürgündeki örgütlenme yeri olmuştu. Suriye Ulusal Konseyi İstanbul’da örgütlenmişti. Ayrıca Antalya’da laik çoğu iş adamlarından oluşan muhalifler toplanmıştır. Bu eylemler ile Türkiye, Suriye muhaliflerine örgütlenme fırsatı vermiştir. Bu örgütlerin Türkiye’de kurulması, Türkiye’ye örgütleri kontrol etme fırsatı da tanımıştır. Aynı politikayı daha önce baba Esed Türkiye’ye karşı uygulamıştı.
PYD-YPG VE SDG’nin KURULUŞU
Suriye muhalefeti ve Rojavalı Kürtlerin en büyük güçlerinden biri PYD dir. PYD Sözcüsü Salih Müslim, Ankara’nın davetiyle birden fazla kez Türkiye’ye gelerek Türk yetkililerle görüştü. 2013 yılının Ağustos ayında Ankara’ya gelen Müslim’in Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Hakan Fidan ve Dışişleri Bakanlığının üst düzey yetkilileriyle görüştüğü açık bir şekilde dillendirildi. Türkiye’nin PYD ile ilişkileri belli bir süre inişli-çıkışlı bir şekilde devam etti. Türkiye, Suriye’de iç savaşın başladığı dönemde PYD’nin, Esad rejimine karşı Özgür Suriye Ordusu’na katılmasını istemesiyle ilişkinin seyri değişti. Türkiye’nin bu isteğini reddederek muhaliflere karşı mesafeli durmayı tercih eden Kürtler, 50 yılı aşkın bir süredir devam eden sistematik asimilasyon politikalarını kırmak adına kendi siyasal ve idari statülerini elde etme arayışına girdiler. Geleceğin Suriye’sinde statüsüz bir halk olarak kalmanın figüranı olmayacaklarını belirten Kürtler, 2012’nin Mart ayından itibaren esas olarak kendi iç örgütlenmelerine yöneldiler. Rojavalı Kürtler Üçüncü Yol adını verdiği politikasını stratejik bir temele büründürerek açıktan uygulamaya koydu. Bu aşamadan sonra Türkiye ile ilişkiler kopma noktasına geldi.Suriye’nin geleceğine ilişkin yapılan uluslararası toplantılara Suriyeli Kürtlerin katılmasına sürekli karşı çıkan Ankara, PYD/YPG’nin PKK ile aynı örgüt olduğunu ve dünyaya PYD/YPG’yi de “terör örgütleri listesine alması” çağrısı yaptı. Temmuz 2015’te Türkiye, PYD/ YPG’ye karşı tutumunu sertleştiren Ankara PYD nin eşbaşkanı Salih Müslimi “terörist” ilan etti. Bu aşamadan sonra ilişkiler tamamen koptu. Ankara, Suriye’nin geleceğine ilişkin yapılan uluslararası toplantılara da Suriyeli Kürtlerin katılmasını engellemeye çalıştı.
Türkiye’nin çözüm sürecini sonlandırdığı bu dönemde Washington, Ankara’nın tepkisini dindirmek için bir formül buldu: Sınırlı sayıda Türkmen, Arap ve Süryani gruplar birlikte YPG’nin başını çektiği Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) kurdu. Temmuz 2017’de ABD Özel Kuvvetler Komutanı Orgeneral Raymond Thomas, ABD’nin önemli düşünce kuruluşlarından Aspen Enstitüsünün Colorado eyaletinde gerçekleştirilen yıllık güvenlik toplantısında konuştu ve Türkiye’nin, terör örgütü PKK ile ilişkili görmesi sebebiyle YPG’ye “isim değiştirme” tavsiyesinde bulunduklarını, bunun üzerine örgütün, adını “Suriye Demokratik Güçleri” (SDG) olarak değiştirdiğini söyledi. Orgeneral Raymond Thomas, “Adlarının ortasına ‘demokratik’ ifadesini koymalarının zekice bir hamle olduğunu düşündüm. Bu, onlara bir miktar itibar sağladı.”dedi. ABD, yaptığı açıklamada, Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) terör örgütü olarak görmediklerini ve yardım etmeye devam edeceklerini söyledi. Zaten Türkiye dışında Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) terör örgütü olarak kabul eden başka ülke yok.
Önümüzdeki sayıda devam edeceğiz. Selamette kalın…