Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Türkiye ve Doğu Akdeniz Kaosu

Abdülaziz Tantik'in, Özgün İrade Dergisi 2020 Eylül (197.) Sayısında yayınlanan yazısı...

Türkiye ve Doğu Akdeniz Kaosu

Son on yıldır Doğu Akdeniz’de enerji yatakları bulunduğuna dair haberleri izliyoruz. İsrail, ilk ateşi fitilleyen oldu. Değişik zamanlarda farklı ülkelerle ve şirketlerle yapılan anlaşmaları hep izledik. Ama yeterli adımın atıldığını gözlemleme imkânı bulunamadı.

Türkiye 15 Temmuz darbe girişiminden sonra hızlı bir şekilde bölgesel güç olma yolunda emin adımlarla ilerlemeye başladı. Suriye içine yönelik müdahaleler ve meşruiyetini elinde bulunduran tutumu ile öne çıkmaya başladı. Suriye’de her seferinde köşeye sıkıştırıldı diye beklenilen Türkiye, yeni bir pozisyon ile saldırıları berhava ederken, kendisi için yeni güç adımlarını bulmaya devam ediyor. Suriye Meselesinde dışarıda tutulan Türkiye’den Türkiyesiz olmaz tezine gelindi.

Doğu Akdeniz enerji sorunu, Türkiye’nin Libya ile yaptığı anlaşma ile yeniden gündeme geldi. Karşı atak olarak Yunanistan ve Mısır arasında gerçekleşen anlaşma işin tuzu biberi olurken, aslında Yunanistan için bir geri adım olmuştur. Buna rağmen Türkiye emin adımlarla yapılması gereken adımları atarak yürürlüğe koymakta bir tereddüt yaşamadı. Yunanistan ile meydana gelen gerilim, sanal bir gerilim olarak ortada durmakla birlikte Türkiye, Karadeniz’de enerji yatağı bulduğunu deklare etti. Bu da Türkiye’nin gücünü artıran bir adım oldu.

Gücün meydana gelişinde kesinliğin ve kararlılığın ortaya konulması çok önemlidir. Türkiye, kararlılığını ortaya koyduğunda atacağı adımları atmaya devam ediyor ve sorunu kendi lehine dönüştürüyor. Önce bölgesel bir güç olarak Türkiye’nin konumunu dikkate sunmalıyız: bu ülke, kendi coğrafyasında yüz yıl öncesinde en büyük güç olduğu ve dünya dengelerini belirleyen bir unsur olduğunu hatırlamaya başladı. Tarihi derinliği olan ve bugün de bu tarihi derinliğini hatırlayan ve buna uygun adımlar atan tek devlet. Ayrıca attığı adımları uluslar arası meşruiyeti dikkate alan ve adalet çağrısını en yüksek perdeden seslendiren bir ülkedir. Bu vasıfları taşıyan bu bölgede ikinci bir devlet yoktur.

İsrail, kendi meşruiyetinin baskısı altında debelenip duruyor. Attığı adımlar, her seferinde geri püskürtülecek bir pozisyonu taşıyor. Şu an itibarıyla bazı BAE gibi ülkeler ile normalleşme yaşasa da kahır ekseriyet İslam Dünyasında pek itibar görmeyen ve sorunlu olan bir ülkedir. Mısır, tarihi derinliğini kaybettiği gibi, iktidar olanların kendi ülkelerinde bile meşruiyeti sorunlu olan ve sürekli dışa bağımlı bir politik tutumdan dolayı da uluslar arası değeri kalmamış bir ülke… İsrail ile girdiği ilişki yüzünden sürekli itibar kaybına uğruyor. Ayrıca darbe sürecinde kendi halkını zalimce katletmesi ve hala binlerce masum insanın zindanlarda çürütülmesi ile seçilmiş cumhurbaşkanının hapishanede ölmesi/öldürülmesi de onu zor durumda bırakıyor. Lübnan, Ürdün, Yunanistan, Libya vesaire ise zaten bölgesel güç olma imkânına sahip değiller. Her birinin kendi dışında birilerine olan ihtiyaçları açıktır. Bu yüzden ancak bir güce yaslanarak var olabilecek devletlerdir. Yunanistan batının şımarık çocuğu, eski gücünü kaybetmiş, arkasındaki destek Avrupa Birliği de eski gücünü taşımıyor. Bu yüzden Yunanistan ancak başkası adına hareket edebilir. Hâlbuki bölgesel güç kendi adına hareket edebilecek bağımsızlığa sahip olabilmelidir. Bölgede İran, bölgesel güç olabilme liyakatine haiz olabilirdi. Hem tarihi derinliği, hem kültürel derinliği bunu sağlayabilirdi. Ancak devrimin üzerinden kırk yıl geçti, ama bugün, devrimden eser kalmadığı gibi uluslar arası sistem açısından bir meşruiyet krizi yaşarken, kendi iç politik tutumu da sürekli eleştiriye tabi kılınmaktadır. İçerde ve dışarıda ciddi bir meşruiyet krizi yaşamaktadır. Bu yüzden kendi coğrafyasında da son beş yıldır attığı adımlar ile sürekli itibar kaybına uğramakta ve en büyük yardımcı gücü Hizbullah’ın da eski itibarının kalmadığını gözlemlediğimizde, Sünni dünyanın blokajını da dikkate aldığımızda bölgesel bir güç olarak var olabilmesi dış desteğe ihtiyaç hissettireceği gibi meşruiyetini de zedelemektedir.

Türkiye, bölgesel güç olarak var olmayı ve ona uygun adımlar atarak uluslar arası anlaşmalara veya bölgesel anlaşmalara taraf olarak varlığını kanıtlamayı sürdürmeye devam ediyor. Karadeniz’de bulunan enerji yatağı ise gücünü artıran bir özelliğe sahip olacaktır. Kendi adına hareket eden Türkiye aynı zamanda uluslar arası güç dengesinde de muvazeneye dikkat ederek dengeleri koruyabiliyor. Ekonomik gücünü arttırdıkça bölgesel güç olmayı kesinleştireceği gibi uluslar arası güç olmaya doğru eğilimini de sürdürecektir. Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca ilk kez, içerde barışı ikame etmiş, dışarıya karşı bağımsız duruşlar gösterebilen, kendi coğrafyasında itibarlı olan ve müslüman kamuoyu tarafından da desteklenen bir siyaset işleyişi vardır. Bu meşruiyet aynı zamanda Türkiye’nin gücünü artıran bir özelliğe sahip olmaktadır.

Doğu Akdeniz’deki sorunun çözümü Türkiyesiz düşünülemez. Türkiye her halükarda sorunun çözümünün bir parçası olmak durumundadır. Enerji yataklarını bulmak yeterli değil, onun çıkarılması ve taşınması ile satışı yapılacak ülkelere ulaştırılması da önemlidir. Bu yüzden Türkiyesiz olmuyor. O yüzden Doğu Akdeniz sorunu Türkiye olmadan çözüme kavuşturulamaz. Türkiye’nin istediklerini vermeden bu sorun çözülemeyeceği için kilit nokta Türkiye olacaktır. Sorunda bu isteğe uygun bir çözüme kavuşturulacaktır. Türkiye ilk sondaj gemisini çıkardığı zaman çıkarılan gürültüyü dikkate almadı ve yola devam ediyor. Bu da Türkiye’nin gücünü gösteriyor. Modernliğin en temel kuralı: Kesinliği gördükten sonra pragmatik kuralına uygun olan uzlaşıyı sağlamaktır. Türkiye, kendi hakkı olan işlerde direndiği ve direnci kesinliğe kavuşturduğu sürece lehine dönüştürmeyeceği bir sorun kalmayacaktır. Önemli olan bu kesinliği muhataplarına göstermektir.

Doğu Akdeniz sorunu üretilmiş bir sorundur. Sahibi ortaya çıktığına göre çözüme yönelik adımların atılmasını bekleyebiliriz. Türkiye, eski Türkiye değildir. Bunun altını çizmekte yarar var. Dünya yeni bir uluslar arası sisteme doğru yürürken, Türkiye yeni sistemin gözde ülkesi olmaya yönelik adımlarını atmaya devam edecektir. Bölgenin hem barışını hem adaletini sağlama yönünde atacağı her adımda desteğini artırarak geri dönüş alacaktır. Şu an karşısında saf tutan bloğun kısa bir zamanda dağılacağını beklemek bir hayal olmayacaktır. Eni sonu herkes bölgede rahat bir şekilde yaşama isteğine sahipse Türkiye’ye dikkat kesilmek zorunda kalacaktır.

Yukarıda söylediklerimi bir hayal olarak görmeyin: son beş yılın ortaya çıkan sorunlarını ve bu sorunların çözümünde atılan adımların Türkiyesiz gerçekleşmediğini dikkate alın. Bundan sonraki yılların da böyle geçebileceğinin imkânlarını görebilirsiniz.

Bu ülkeyi güçlü kılan şey: devlet ile iktidar olan partinin aynı hedefe kilitlendiklerini, iktidarın söylem ve hedef olarak yapmak istediklerini devlet ise beka sorunu olarak görerek iktidarı desteklemektedir. Bu da Türkiye’yi daha güçlü kılmanın imkânlarını artırmaktadır.

Güçlerin birbirini dengelemesi sorunu yeni uluslar arası sistemin en temel sorunu olarak önümüzde durmaktadır. ABD ile Çin gerilimi ve denge arayışı, özellikle Doğu Akdeniz söz konusu olduğunda kilit ülke Türkiye olacaktır. Rusya ve Avrupa gerilimi açısından da Türkiye kilit bir ülkedir. Çin’in Doğu Akdeniz’e girişine engel ve denge ülkesi de yine Türkiye görünüyor. Diğer ülkelerin bunu başaracak tarihsel, kültürel ve siyasal derinliğe sahip olmama gibi bir zaafları var. Ayrıca ekonomik olarak da bunu sağlayabilecek bir konuma sahip değiller. Birde jeo stratejik olarak doğru yerde değiller…

Türkiye bölgesel bir güçtür artık! Uluslar arası bir güç olmaya da namzettir. Şu an ki siyasi ve stratejik konumunu muhafaza ettiği sürece bu adımların ses getirmesini engelleyecek bir durum oluşmayacaktır. Yeni sistemin kilit anahtarı Türkiye olacaktır. Hem ABD ve Avrupa Birliği açısından, hem Rusya ve Çin açısından ve hem de İslam dünyası ve ülkeleri açısından Türkiye kilit bir ülke ve güçtür. Bunu görerek düşünce geliştirmeliyiz. Ama bu yeni sistemin en büyük gücünün sermaye olacağının altını da çizmeyi unutmamalıyız. Zaten bu yüzden Türkiye kilit bir ülke olmayı sürdürebiliyor olacaktır. Muhtemelen, sermayenin yeni merkezi Türkiye olacaktır bu da onun gücünü artıracaktır.

Bu ülke bu konumunu düşünce ve kendi düşünsel geleneğini yeniden dirilişe taşıma konusunda da ciddi hamleler yapmalıdır. Yoksa bu güç beklendiği gibi sonuçlar üretemeyebilir. Güçlü bir düşünce geleneği ve güçlenmiş bir kültürel yapı ile siyasi ve stratejik gücün desteklenmesi şarttır. İslam, sadece Müslümanlar için değil, olmayanlar içinde yeni bir umut ve anlam arayışına tekabül etmelidir ki bunu da Türkiye içinden entelektüel bir damar gerçekleştirmelidir.

Siyasal kazanımlar, kültürel güce dönüşmedikçe sorunlar derinleşerek önümüze gelecektir. Ak Parti iktidarı bu deneyimi bize göstermiş olmalıdır. Dünyanın yalan oluşu, onun gerçekliğini ciddiye almamayı gerektirmemelidir. Bilakis, dünyanın gerçekliğini ciddiye almalı ama onunla ilişkimizi kurarken geçici tabiatını dikkate almalıyız…

Önümüzdeki yıllarda ciddi bir anlam krizi dünyayı beklemektedir. Müslümanlarda bu anlam krizinden nasibini alacaktır. Bunun izdüşümlerini şimdiden görmekteyiz. Bu yüzden müslüman entelektüel ve aydınların bu anlam krizine yönelik ciddi çalışmalar ve çabalar ortaya koyması zorunludur. Tek boyutlu büyüme her zaman sorun oluşturmuştur. Siyasi büyüme düşünsel büyüme ile desteklenmelidir.



Anahtar Kelimeler: Türkiye Akdeniz Kaosu

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER