Baştan belirtelim ki, insanların, hemen her alanda kendi ihtiyaçlarına binaen ortaya koydukları soyut ve somut verilerin en önemli tarafı, içerik açısından yeterli olması iken, zamanla, onu daha da geliştirmek ve olası yanlışları da izale etmek için çaba sarf edilmesi olarak düşünülebilir.
Bu veriler, insanların biriktire, biriktire oluşturageldikleri kültürlerine binaen elde edilirler.
En temelde, işin içerisinde iyi niyet olmalıdır.
İnsanların oluşturdukları ve kültürlenme yoluyla elde edilen verilere bir de ilahi sıfat yönünden vahiyle gelen ve bir açıdan da kültürlenmeyle elde edilen olgularda işin içerisinde değerlendirilebilir.
Aynı zamanda, toplumsal/yönetsel planda insan, hakikat içre ve hikmeti barındıran formlara sahip olduğu gibi, yine hakikate ve hikmete ters düşmeyecek şekilde; ilahi saikiyle ilke olarak belirtilen ve içeriğinin ise, yine o minvalde insanın doldurduğu mevzular dün olduğu gibi bugünde geçerliğini korumaktadır.
Yönetim şeklide bu tarz bir yaklaşımla ele alınmalı, uygulamaya sokulmalı ve değerlendirmeye tabi tutulmalıdır.
Batıda kısa bir dönem Roma’da ortaya konan cumhuriyet uygulamalarına benzer tarzlarda, dünyanın çeşitli bölgelerinde adına “cumhuriyet” denmeyecek olsa da, benzerlikleri bulunan yönetim şekilleri mevcut olmuştur.
Bu, salt Batıya ve Roma^ya has bir durum değildi.
Her açıdan zorba yönetimleri bir kenara koyduğumuzda; doğuda, İslam dünyasında da kendi bünyesinde istişareye yer veren küçüklü, büyüklü yönetim şekilleri olmuştur.
Bu tür yönetimleri, şimdiki anlamında “parlamento”ya benzetecek ve belli bir ağırlığı olan inanlardan oluşan “şura toplulukları” kalıbında ele alabiliriz. Buna Türkçede Aksakallılar; Kürtçede Rıhsıppî–ki, o da aksakallı anlamında- ve Afganlarda Loya Jirga en önemli örnek olarak verilebilir.
Yani en küçük toplum biriminden, sayıca en büyük toplumlara kadar her insan kümesi, mutlaka, ama mutlaka, bir yönetim biçimine bağlı olarak yönetilmiş/yönetilmektedir.
Yönetimde şekil değişikliği, öyle “ha!” deyince hemencecik olacak şeylerden değildir.
Adeta, çay geçilene kadar atın değiştirilmeme kuralı burada da geçerlidir.
Tarihte belki örneği vardır, ama bugüne dek bilinen yönetimlerin sistem değişimi “ha!” deyince olmamış, belki de uzun yılları, hatta asırları bulan koca bir süreç içerisinde vuku bulmuştur.
Türkiye’de saltanatın kaldırılması ile birlikte, İslami uygulamalardan örnek alındığı bilinen hilafetin yerine cumhuriyetin geçtiği bilinmektedir.
Zamanla parlamenter sistem, cunhuriyet’in olmazsa olması olarak, yönetim konusunda dünden bugüne uygulanmıştır.
Elbette her sistemde olduğu üzere parlamenter sistemde de çoğu da insan unsurundan kaynaklı zaaflı yönler olmuş olabilir, ama ortaya çıkan zaafların, yine sistem içerisinde ele alınması, bir düzenlenmeye tabi tutulması gerekir.
Buna, maksadı anlamak açısından “güçlendirilmiş parlamenter sistem” diyebiliriz.
Ama büyük umutlarla iktidara gelen ve en öncelikli olarak asırlık askeri vesayeti sonlandırmaya yönelik çalışmaların akabinde AK Parti iktidarının bırakın parlamenter sistemi –eksik ve aksayan yönleri var ise- güçlendirmeyi, halkın vekillerini adeta birer noter gibi görme ve değerlendirme eğilimi sonucunda kısaca “CBHS” denilen “Türkiye Tipi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” namıyla, parlamenteri demin vurguladığımız üzere birer notere, parlamentoyu da noterlik kurumuna dönüştüren ve o yapıyı bypass eden bir anlayış birkaç yıldır varlığını sürdürmektedir.
“Sayın Cumhurbaşkanımızın tensipleriyle…”
Dikkatlerden kaçmayacaktır; bu sistemde en bilindik ifade “Sayın Cumhurbaşkanımızın tensipleriyle” olarak belirginleştiğinde; bakanlardan, milletvekiline, çeşitli kademelerde bulunan görevlilere ve hatta il, ilçe belediye başkanlarına kadar geniş bir yelpazede sistemin ağırlığı kendini hissettirmektedir.
Sistemin kendisinden kaynaklanan böylesi donuklaşmalar başladıktan sonra, başta parlamenter sistemi “güçlendirme yoluyla” tekrardan kurmak isteyen siyasetçisinden siyaset bilimcisine, sosyoloğundan hukukçusuna ve oradan da sırdan vatandaşa kadar geniş bir yelpazede tartışmalarda kendiliğinden başlamış olacaktı.
Prototipini, epey zamandır çeşitli vesilelerle dost, aile ve akraba sohbetlerinde rastladığımız tartışmaların, konunun uzmanların katımlıyla çeşitli dernek ve vakıf bünyesinde enine, boyuna tartışılmaması elbette düşünülemezdi.
Konuya binaen “Demokrasiyi Güçlendirme Derneği” “Türkiye Tipi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Tartışmaları” üst başlığı altında konuyu “hukuk, siyaset ve ekonomi” üzerinden tartışmaya açtı.
Yukarıda adı geçen dernek tarafından iştigal alanı, yukarıda belirtmeye çalıştığımız maddelere bağlı uzman kişilerin katılımıyla sempozyum gerçekleştirildi.
Çok sayıda akademisyenin katıldığı “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem: Görüş ve Öneriler Sempozyumu’nun ilk gününde farklı görüşler vardı. (http://www.haberdurus.com/haber/istanbulda_guclendirilmis_parlamenter_sistem_tartisildi-64158.html)
Yapılan bu sempozyumda; Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Bülent Kaya, Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, Anayasa hukukçusu Prof. Dr. Serap Yazıcı, Cumhurbaşkanlığı Yerel Yönetim Politikaları Kurulu Başkanı Prof. Dr. Şükrü Karatepe de bir tebliğ sunmuştu.
Katılımcılar içerisinde en önemlisi Şükrü Karatepe idi. Zira Karatepe ifade ettiği üzer “her ne kadar, bağlı bulunduğu kurumundan ayrı(azade) olarak katılmış bulunsa da, bir anayasa hukukçusu olarak sempozyumda yer alması, tartışmaların mahiyeti açısından dolayı bir hayli önem arz etmektedir.
Adı geçen derneğin –galiba- yapmış olduğu en son sempozyumdan öncede, yine konunun uzmanlarının katıldığı birkaç sempozyum daha yapılmıştı.
Konunun uzmanları, sempozyumda mes’eleyi kendi zaviyelerinden hareketle değerlendirmeye çalışmışlardı.
En önemli vurgu “hukuk ve adalet” olarak öne çıkıyordu. Tartışma, teknik açıdan ise, dünyada var olan başkanlık sistemlerinin incelenmesi, tetkik edilmesini içeriyordu.
Bu başlıklardan biri olan ve sempozyumda bir sunum yapmış bulunan Prof. Dr. Binnaz Toprak’ın demokrasi ile başkanlık sistemini karşılaştırdığı ve ontolojisi gereği bir arada bulunamayacağına işaret ettiği demokrasi ile başkanlık sistemine dair görüşlerini içeren makalesine uygun gördüğü “Demokrasilerin ‘Ölüm Öpücüğü’ Başkanlık Sistemi” (s.57) başlığı, nota atış olarak kayda değer görülebilir.
Katılımcılar şu isimlerden oluşuyor; Mithat Sancar, Taha Parla, Haluk Alkan, İlter Turan, Rıza Arslan, Rıza Türmen, Fazıl Hüsnü Erdem, Levent Köker, Ahmet Özer, Ayhan Koç, Serap Yazıcı, İbrahim Kaboğlu, Ergun Özbudun, Ersin Kalaycıoğlu, Bülent Kaya(Av), Meral Danış Bektaş(Av.), Şükrü Karatepe, Bahadır Erdem, İbrahim Halil Çanakçı, Burhan Şenatalar, İbrahim Turhan, Erol Katırcıoğlu, Nesrin Nas, Gülgün Erdoğan Tosun & Tanju Tosun, Mahir Özhan, Ali Çarkoğlu ve Abdullah Kıran…
Katılımcıların kahir ekseriyetinin “hukuk, siyaset, ekonomi vb. alanlarda akademisyen oldukları, bir, iki kişinin de avukatlık titri olan hukukçu ile birlikte siyasetçi kimliğe sahip olmaları, tartışmaları kendi bütünlüğü içerisinde anlamlı ve gerekli kılıyordu.
Sempozyumun “giriş” konuşmasını, aynı zamanda adı geçen derneğin başkanlığını da yürüten İltas Buzgan yapmıştı.
Buzgan, giriş yazısında, AK Parti’in birçok alanda yapmış olduğu “güzel ve doğru” çalışmalara atıf yapıp konu bağlamında kapsamlı bir değerlendirmede bulunmaktadır. (s. 9, 10, 11, 12, 13, 14)
Sempozyumda sunulan makalelerin bir kısmı, katılımcı şahsın, salt sempozyumda sunulmak üzere kaleme alınan yazılardan oluştuğu gibi, bir kısmı da, önceden yayınlanmış bulunan kitaplardan alındığı ve sempozyumda sunulduğu belirtilmektedir.
Örnek olarak; akademisyen ve aynı zamanda da HDP Eş Genel Başkanı olan Prof. Dr. Mithat Sancar’ın sempozyumda sunmuş olduğu “Hukuk Devleti: Kavramsal Bir Çerçeve” adlı makale, “Devlet Aklı Kıskacında Hukuk Devleti” adlı kitaptan alındığı belirtilmektedir. (s. 15)
Katılımcı uzmanlar, sistem tartışmalarına çeşitli konuları işlemektedirler; hukuktan siyasete; ekonomiden oy(rey) olgusuna varıncaya dek. Prof. Dr. Abdullah Kıran’da, tartışmalara Kürt meselesi üzerinden “Başkanlık ve Parlamenter Sistem Açısından Kürt Meselesi” başlıklı makalesiyle katkı sunmaya çalışmaktadır.(s. 557)
Bu konu, yani başkanlık sistemi tartışmaları başladığında, ona karşı olanlardan ziyade, taraf olanlar, özellikle de yandaş medyada kalem oynatan –çoğu da dünün İslamcısı, bugünün ise muhafazakârı- gazeteciler, akademisyenler harareti yüksek bir şekilde tartışmaya başlamışlardı.
Öyle ki, bazıları hızlarını alamayıp başkanlık sisteminin temelini, o da kaynak göstermeden Hz. Peygamber(s) üzerinden İslam’a refere etmeye çalışıyorlardı.
Halbuki konu modern bir konu olup aynı çerçevede ele alınmaktaydı. Ama muhafazakâr taife, başta yaşadığı anakronikliğine binaen çağları birbirine yaklaştırdığı gibi, her biri kendi bütünlüğünde ve kendi öznel şartları içerisinde vücuda gelmiş paradigmaları da “maksat hasıl olsun diye” bir araya getiriyor, aralarını bulup telif ediyordu. Ya da onları birbirine karıştırıyordu!
Bu sistemin hangi ulus/millet tipi olacağı konusu da tartışmalarda öne çıkıyordu; Amerikan tipi mi, Fransız tipi mi, yoksa –galiba karşılığı “henüz” bulunmayan – Türk tipi mi olacaktı; konu insanlara ne türden iyilikler getireceği belli olmadan hangi ulus tipi olup olmayacağı öncelik kazanıyordu.
Bu maddeler sonuçta teknik konulardı. Önemli olan muhteva, yani içerik ve genel fayda ile alakalı idi.
Ama bunlar es geçilip, meselenin adeta kabuğu öne çıkarılıyordu.
Bunlarda sonuçta teknik konular.
Esas itibarıyla sorulması elzem olan soru şu; yaklaşık seksen yıldır Müslüman milletin boynunda adeta boza pişiren Kemalist ulusalcı ve Kemalist sağcı/milliyetçi taifenin ülkeyi getirip bıraktığı olumsuz noktadan, olumlu noktaya taşımayı kendine misyon olarak belirleyen ve akabinde birçok alanda iyileştirmeler yapan, kendi alanında reformlara imza atan AK Parti’nin neden ve hangi sebepten dolayı ve kime bakarak başkanlık sisteminde karar kıldığı, cevabı bilinmesi gereken önemli bir soru olarak orta yerde durmaktadır.
Gerçi, başkanlık sistemine geçiş için “üretilmiş sebep” belli idi, o da en başta güvenlik konusu ile bağlantılı “beka mese’elesi” idi.
İktidar ve ortağı beka konusunu/sorununu sonuna dek dile getirecektir, ama gelinen süreçte yapılan yanlışlara binaen başta iktidarda oluşan çatlak/lar ile bunlara bağlı olarak “sorunlu-sıkıntılı-kötü yönetim” sonucunda başkanlık sisteminin artık “sos” verdiği ve onun yerine eskisinin yani parlamenter sistemin, onun da yeniden “güçlendirilerek” değerlendirilmesin gerektiği kendini göstermektedir.
Başkanlık sistemleri, dünyada birçok ülkede “başarılı” bir şekilde uygulanmakta iken, bizde niye kısa bir süre içerisinde tekledi ve işe yaramadı?
Onun cevabı, arada birçok mevzu olsa dahi, Türkiye’de uygulanan sistemin tek kişinin inisiyatifine bırakılmış olmasıyla alakalı idi. Hem de her konuda “Sayın Cumhurbaşkanımızın tensibiyle” ifadesi, konu ile ilgili net bir cevap olarak okunmayı elzem kılmaktadır.
Bunu yerine alabildiğine özgür ortamlar, her topluluğun –oy oranı ne olursa olsun- kendi dünya görüşü çerçevesinde örgütlenme ve siyaset yapma hakkının verilmesi; adaletin ivedilikle sağlanması, onu üzerinde vesayete yer verilmemesi, ekonomi alanda tekelleşmeyi yok etme, öel sektör ile birlikte kamu sektörünün –vatandaşı koruna adına- eskisinden daha çok canlandırma ve bu meyanda var olan sorunların çözümünü çabuklaştırma bir çırpıda sayılabilir.
_____________
(*)Türkiye Tipi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Tartışmaları”, Demokrasiyi Güçlendirme Derneği Yay. Mayıs 2022 İstanbul
Kaynak: Farklı Bakış