Katar ve Kuveyt ziyaretlerinin benim için her zaman en cazip tarafı meclis ve divaniyeleridir. Katar’da Meclis, Kuveyt’te divaniye olarak isimlendirilen ortamlar aslında bütün Körfez ülkelerinin genel uygulamalarından ve köklerini Arap kültüründen alan bir sosyal-siyasal katılım örnekleri. Özellikle Kuveyt Divaniyeleri ve sosyolojik anlam ve işlevi üzerine daha önce de yazmıştım. Avrupa tarihi ve kültürü içinde böyle bir uygulama olsa şimdiye kadar bin bir güzellemesini duyardık ama bizde bu tür kültürel kurumları işleyecek bir sosyolojik dikkat ve göz maalesef hala oluşabilmiş değil.
Her aşiret büyüğünün, dini veya toplumsal kanaat önderinin, siyasi figürün veya cemaat önderinin bir divaniyesi oluyor, ailenin, ülkenin veya dünyanın sorunları burada konuşuluyor, edebiyat ve şiir performansları sergileniyor ve bir tür halk parlamentosu işlevi görüyor. Ülke ile ilgili her şeyin tartışıldığı bu tür aile divanları siyasetçilerin de hiçbir şekilde kayıtsız kalamadığı capcanlı bir siyasi ortam sağlıyor.
Bu ziyaretimde de çok sayıda divaniyeye davet edildik, aynı gün içinde birkaçına birden katılmaya çalıştıysak da davetlerin birçoğuna icabet edecek vaktimiz olmadı. Katılabildiğimiz meclis ve divaniyelerde gördüğümüz büyük teveccüh tabi ki şahsımızdan ziyade Türkiye’ye, bilhassa Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a olan ilgi ve muhabbetin bir sonucu. Bunu açıkça hissediyoruz.
Sohbet konusunu zaten ev sahibi hemen açıyor ve Erdoğan’dan, Türkiye’den, son gelişmelerden soruyor. Biz de dilimiz döndüğünce anlatmaya çalışıyoruz.
Yolculuk telaşesi içinde takip edemediğim Erdoğan’ın İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği konusundaki beyanlarını orada kendilerinden duydum, tabi büyük bir takdir ve heyecanla. Neredeyse küçük çaplı bir Davos heyecanı yaratmış insanlarda bu beyanlar. NATO’ya veya ABD’ye, bir Avrupa ülkesine bir Müslüman ülkenin böylesine vakur ve kararlı bir duruş sergiliyor olabilmesi onları çok sevindiriyor ve Türkiye’ye olan muhabbetlerini artırıyor. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı sonrası Türkiye’nin oynadığı rol de ciddi bir yankı ve takdir toplamış.
Katar ve Kuveyt’te son çıkan iki kitabım “Türkiye’de Toplumsal, Siyasi ve Kültürel Değişim” ile “Gelenek ve Modernlik Arasında Türkiye’de İslam” isimli kitaplarımın tanıtımı için toplanan Arap entelektüelleri ile de gündem doğal olarak biraz daha kültürel-düşünsel ağırlıklı oldu. Kitaplarımda Türkiye’de İslami düşünce ve pratiğin kendine özgü karakterini, özellikle son yirmi yılda ortaya çıkan ve temayüz eden Türkiye tecrübesinin dini, kültürel ve entelektüel arka planını anlatmaya çalıştık. Kuveyt’in önemli entelektüellerinden Dr. Ali el-Sened ve Dr. Casim el-Cazza kitaplar dolayısıyla çok değerli Türkiye yorumları yaptılar. Çok takdir ettikleri Türk tecrübesinin entelektüel derinliğini Arap dünyasına yansıtmanın zaruretinden bahsettiler.
Türkiye’de neticede son yirmi yıl içinde yaşanan ekonomik, sosyal ve siyasal kalkınma ve değişimin en önemli aktörleri İslam’ı kendine dert ve dava edinen insanlar olmuştur. O yüzden Türkiye’de yaşanan değişimi anlamak için Türkiye’nin İslam anlayışını ortaya koymak ve inançla eylemler arasındaki ilişkiyi anlam dünyası ve motivasyon sosyolojisi açısından ortaya koymak gerekiyor.
Türkiye İslam dünyasında modernleşmenin meydan okumalarına karşı kendine özgü bir yolla, kendi modelini ortaya koyacak şekilde cevap verebilmiş bir ülke olmuştur. Modernleşmenin karşısında Osmanlı’nın son zamanlarında maruz kalınan etkiye karşılık, asıl büyük meydan okuma siyasetin baskısıyla, değişime zorlamasıyla yaşanmıştı. Türkiye hem siyasi baskılara hem de modernleşmenin meydan okumalarına karşı kendine özgü cevabı üretti. Bu modelin arka planındaki İslam düşüncesinin tabiatı nedir? Gelenekten neyi muhafaza edip neyi değiştirerek, tecdit ederek veya içtihatlarda bulunarak bugüne nasıl geldi? Bütün bu sorular her iki kitapta yer alan söyleşilerde alanında temayüz etmiş sembol isimlerle soruldu, üzerinden cevaplar üretilmeye çalışıldı.
Arapçadan Türkçeye çok sayıda tercüme yapıldığı halde aksini söylemek maalesef mümkün değil. O yüzden Arap okuyucusu Türkiye’deki entelektüel, kültürel derinliği gerektiği kadar izleyemiyor. Türkiye’yi sadece öne çıkan siyasi figürler üzerinden izlemek Türkiye’yi anlamak için çok yetersiz kalır. Türkiye’yi büyük bir takdirle izleyenler Türkiye’yi inşa eden bu entelektüel derinliği de merak ediyorlar aslında ve çok daha güçlü bir tercüme hareketine ihtiyaç duyuyorlar.
Hakkını yemeyelim, Kültür Bakanlığının son zamanlarda Türkçeden farklı dillere çevirilere verdiği destek sayesinde Türk düşünce ve edebiyat dünyasının bütün dünyaya daha fazla tanıtımı için bir hayli mesafe kat edilmiş durumda. Çok sayıda Türk yazarın kitabı Arapça dahil çok sayıda dile çevrilmiş oldu bu sayede. Ancak tabii ki daha fazlası lazım.
Kitapta yer alan Hayreddin Karaman, Bekir Topaloğlu, Mehmet Görmez, Ali Bardakoğlu, Alparslan Açıkgenç, Ömer Türker, Mahmut Erol Kılıç, Erol Göka, Vahdettin İnce, Şevket Kotan, Rasim Özdenören ve toplam 54 Türk edebiyatçı, düşünür ve akademisyenle yapılan konu odaklı söyleşilerle Türkiye’deki siyasi, toplumsal ve kültürel yapının ve değişimin Arap ilgilisince izlenebileceği kesitler sunmaya çalıştık.
TRT Arapçada Suheyl İnce’nin koordinatörlüğünde gerçekleşen bu diyalogların kitap haline dönüşmesi fikri değerli dostum Sefer Turan’dan gelmişti. Kendisine bu vesileyle teşekkür ederim. Her iki ülkede kitapların lansman çalışmalarına gönülden katkılarını sunan büyükelçilik görevlilerini, bilhassa her iki ülkede gönüllerde taht kurmuş Kuveyt Büyükelçimiz Ayşe Hilal Koytak ile Katar Büyükelçimiz Mustafa Göksu’ya çok teşekkür ederim.