Geçtiğimiz Aralık ayı sonunda Türkiye ve Suriye arasındaki görüşmeler bir ileri aşamaya taşınmış, Rusya’nın ev sahipliğinde ilk üst düzey görüşme Moskova’da gerçekleştirilmişti. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı Hakan Fidan, Suriye Savunma Bakanı Ali Mahmut Abbas ve istihbarat başkanı Ali Memlük ile bir araya gelmişlerdi. Aslında böyle bir toplantının olması uzun zamandır beklenen bir gelişmeydi. Toplantı öncesinde özellikle Türkiye tarafından yapılan açıklamalar görüşmelerin başlatılması için bazı girişimlerin olabileceğini göstermişti. Toplantının ev sahipliğini Rusya’nın yapmış olması, Ukrayna’nın Donbass bölgesini ilhak etmiş olmayı zafer diye ilan edip, onurlu çıkışın yollarını arayan Devlet Başkanı Vladimir Putin için Amerika Birleşik Devletleri’nin ( ABD) kuşatma girişimlerine karşı bir mesaj niteliği taşımaktaydı. Ukrayna’da beklenmedik maddi – manevi kayıplar içine giren Rusya, Suriye’ye karşı yaşadığı odaklanma problemini bu yolla aşmayı tasarlamıştı. Bu durum Türkiye’nin uzun zamandır istediği bir şeydi ama yolu ve yöntemi konusunda bir sonuca varılamamıştı. Hatta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile görüşebileceğini açıklaması, Türkiye’nin nihai hedefini ortaya koyması açısından önemliydi. Esad’ın ise görüşmeyi tümden reddetmediği gibi çok da istekli olmadığına, ya da görüşme için ön şartlarının olabileceğine dair bazı iddialar ortaya çıktı. Bu iddiaların başında Türk askerinin Suriye’den çekilmesi talebi olduğuna dair ciddi yorumlar ileri sürüldü. Ayrıca Suriye’nin terörist olarak tanımladığı bazı muhalif grupların Türkiye tarafından desteklenmesinden vazgeçilmesi isteniyordu. Bu taleplerin gerçeğe yakın olma ihtimali çok yüksek. Çünkü Suriye bu türden şartlarını, çeşitli zamanlarda dile getirmişti. Türkiye bu açıklamalara karşı henüz doğrudan veya dolaylı bir yalanlama da henüz yapmadı. Türkiye ilkesel olarak böyle taleplerin karşısında olmanın görüşmelerin akıbetini etkileyeceğini düşünmüş olabilir.
Peki, böyle bir asker çekilmesi durumu kısa vadede mümkün görünüyor mu? Aslında bu zor bir soru olmakla beraber, buna bağlı bazı ön şartların gerçekleşip gerçekleşemeyeceğinin test edilmesi açısından önemli. Burada Türkiye’nin cevabını bulmak istediği soruların ilki, Türkiye’nin çekildiği yerlerin kimin kontrolüne geçeceğidir. Suriye yönetimin kontrolüne geçtiği varsayılırsa, halihazırda, o bölgelerdeki rejim muhaliflerinin akıbeti ne olacak? Esad’ın ileri sürdüğü şartlar arasında muhaliflere verilen desteğin kesilmesi talebi doğruysa, Türkiye bu gruplarla bundan sonra nasıl bir ilişki yürütecek? Bununla birlikte Türkiye’nin asker çekmesi durumunda, o bölgelerin Suriye yönetimi dışında kimi gruplar ve terör örgütlerinin kontrolüne geçmesi tehlikesi de tamamen ortaya kalkmış değil. Ayrıca Şam yönetimi o bölgede yaşayan insanların can ve mal emniyetinin korunmasını garanti edecek mi?
Hele de İdlib’deki fiili yapı ise apayrı bir konu.
Aslında asker çekme konusuyla birbiriyle doğrudan bağlantılı bir durum söz konusu.
Oradaki örgütler ne olacak, Suriye’den çıkarlarsa nereye gidecekler, çıkmayı reddederlerse onlarla mücadele için sonuçta nasıl bir yöntem bulunacak?
Türkiye ve Suriye birlikte bir operasyona karar verirse sivillerin arasına karışmış oldukları için nasıl ayrım yapılabilecek, örgüt mensupları ile sivillerin ayrıştırılması için nasıl bir metot belirlenecek? Böyle bir operasyon sonucunda bu durum yeni bir göç dalgası anlamına geleceği için Türkiye yeni bir sığınmacı dalgasını kaldırabilecek mi? İşte İdlib özelinde cevaplanması gereken ana sorular bunlar. Kanaatimiz odur ki, Türkiye’nin kontrol ettiği bölgeler ve Fırat’ın doğusu dahil, Suriye’de çözümün anahtarı İdlib’dir.
Bu noktada Fırat’ın doğusu ne olacak diye de düşünülebilir. Yani Suriye Demokratik Güçleri (SDG /PYD- YPG) ile nasıl bir mücadele yürütülecek? Bence ABD’nin DAEŞ gerekçesiyle iş birliğini zirveye çıkardığı SDG’nin varlığını koruyup geliştirmesine altyapı oluşturan İdlib’deki fiili durumdur. İdlib’in geleceği konusunda şayet Türkiye ve Suriye zor da olsa bir anlaşma içine girerse, işte o zaman Suriye’nin toprak bütünlüğünün önündeki en büyük engelin ABD – SDG birlikteliği olduğu daha net ortaya çıkacaktır. Tam da bu yüzden ABD son görüşme trafiğinden oldukça rahatsız. Türkiye’ye aba altından sopa gösteriyor. Başkan Joe Biden Türkiye’nin F-16 talebini bile bu şarta bağlayabilir. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price’ın, “ABD’nin Suriye ile normalleşmeyeceğini, bu tür adımları desteklemediklerini” açıklaması işte bu yaklaşımın sonucudur. Çözüm için Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi kararına atıf yapması ise top çevirmekten başka bir şey değildir.
Avrupa Birliği’nin (AB) ise Suriye sorununu salt bir sığınmacı meselesi olarak okuması ve kendilerine yönelen göç dalgasını engellemeyi birincil politika olarak belirlemesi ise bencilliğin ve iş bilmezliğin dik alasıdır. Bir taraftan ABD’nin gözlüklerini takarak baktıkları Suriye’de, Irak’ta çıkar hesapları yapıyor, diğer taraftan olumsuz sonuçları kapılarına dayandığında ise nasıl olur da gelişleri engelleriz telaşına düşüyorlar. Evleri camdan ama başka evleri taşlamaya devam ediyorlar. Coğrafya yansın ama bu yangından kendileri etkilensin istemiyorlar. Sığınmacılar meselesi olmasa aslında Suriye’de çok daha rahat hareket edip, Afrika’da yaptıklarının kat be kat fazlasını bu coğrafyada yapmak isteyecekleri konusunda bir şüphe yok.
Türkiye – Suriye yakınlaşmasının her şeye rağmen önemli olduğunu hep söyledik. Başkalarının üzerinden konuşmadan yapılsa daha doğru sonuca matuf bir durum ortaya çıkabilirdi. Şimdi bin bir türlü denge içinden, daha doğrusu labirentten çıkış yolu bulmaya çalışacağız.
Türkiye’nin devlet tecrübesi bu tür krizleri yönetmeye muktedirdir. Sorun iktidarın kendisindedir. Türkiye’nin dış politikasının normalleşmesi için yeni yüzlere ihtiyaç olduğu aşikardır. Bir iktidar değişiminin çözümlerin ilk adımı olacağı ortadadır. Aynı muhataplarla birbirine taban tabana zıt söylemleri savunmak zorunda kalan dış politika yapıcılarının sorunları doğru zeminde çözüme kavuşturmaları mümkün olmayacaktır. Türkiye – Suriye arasındaki yakınlaşmanın bölgesel sorunların çözümünde iradenin azami şekilde bölge ülkelerine geçmesiyle sonuçlanmasını diliyorum.