Çağımızın en istisnai küresel krizlerinden biri olan koronavirüsle mücadele konusunda şu ana kadar Türkiye’nin sergilediği başarı performansı bütün dünyada temayüz etmesini sağlamıştır. Baştan itibaren devlet ve toplum uyumunun da en parlak örnekliğiyle ortaya çıkan bu performansta Türkiye’nin yıllardır geliştirmekte olduğu sağlık sisteminin bütün dünyanın ne kadar ilerisinde olduğu bu vesileyle bariz bir biçimde ortaya çıkmıştır.
Dünyanın silah, ilaç ve bilişim teknolojilerinde dünyanın en ileri ülkelerinin bu kazanımlarını kitlesel sağlık hizmetlerine aktarabilmeye dönük bir yatırım yapmamış olmaları ise bir skandal olarak patlamıştır.
Bu esnada kimin gerçekten insanı yaşatmaya, kimin insanlara sadece hükmetmeye ve öldürmeye dönük işler yaptığı da görülmüştür. Türkiye’nin insanı yaşatan politikalarıyla bundan sonraki dünyada daha da parlayacağı ve yeni siyaset modelleri için bir ilham kaynağı olacağını tahmin etmek zor değil.
İnsanı yaşatan politikaların yanısıra Türkiye’nin bu sürece devlet ve toplum uyumunu, katılımını ve birlikteliğini sağlamış olması da başarı performansının ayrı ve önemli bir yanını oluşturuyor. Bu konuda Türkiye’nin bir yandan 40’tan fazla ülkeye tıbbi yardım gönderirken kendi halkına bu tıbbi malzemeyi ücretsiz olarak sağlayabilmesi bu küresel kriz esnasında onu dünyanın en güçlü ülkesi olarak öne çıkarıyor.
Diğer yandan en az 70’ten fazla ülkenin başvurduğu IMF yardımına ihtiyaç duymadığını açıklayan Türkiye’nin #BizBizeYeteriz kampanyası başlatarak halkından yardım istemesinin muhalefetin eleştirisini celp etmesi elbette şaşırtmadı.
“Dünyanın bütün ülkeleri halkına yardım ederken Türkiye’nin bir yandan da dünyanın 40’tan fazla ülkesine yardıma koşarken kendi halkına IBAN vermesi…” diye başlayan eleştirilerin ne toplumdan, ne dünyadan, ne Türkiye’nin gerçekten ne yapmaya çalıştığından haberleri var.
Dünyadan haberleri yok, çünkü bu krizin daha nelere yol açacağını belli ki anlayamamışlar. Dünyanın en büyük ekonomilerini derinden sarsan dalgaları çarpmaya başladı bile.
Başka ülkelerin ne yaptığından haberleri yok, Kuveyt gibi, Almanya gibi dünyanın en zengin ülkeleri de bu bağış kampanyalarını yapıp epey yardım topladılar.
Üçüncüsü, Türkiye’nin ne yaptığından haberleri yok. Türkiye’de yapılan adı üstünde bir “bağış kampanyasıdır” ve kimseden zorla bir kuruş para alınmıyor, alınmamıştır. İsteyen verir isteyen vermez. Komşusu açken kendisi tok yatan insanlarla dolu bir toplum olma durumlarının had safhada ortaya çıktığı bir durumdayız. Bu krizde bir miktar tuzu kuru olarak evinde oturma lüksü olanlarla, günübirlik kazancıyla geçinen insanların evde oturduğunda aç kalmaların bolca yaşandığı durumlar var. Allah devletimize güç kuvvet ve zenginlik versin, hepsine de yetişsin, eyvallah. Ama bu karşılaştığımız imtihan insanların birbirlerine merhamet göstermedikleri bir durumda, toplumda yaşayan insanların kendilerini gerçekten bir bünyenin organı gibi hissetmedikleri durumda, hiçbir devletin güç ve takat getireceği bir imtihan olamaz. Burada devletin ihtiyaç duyduğu şey para değil, insanların bu süreçte bireysel sorumluluklarını hatırlamaları, hissetmeleridir ve bu da büyük ölçüde başarılmıştır.
Bu konuda parasını esirgeyip bundan dolayı devlete veryansın edenler de varsın kendi bencillikleriyle merhametten uzak yaşamaya devam etsinler, nereye kadar?
Bu arada Türkiye’nin son derece başarılı bir biçimde yürüttüğü süreçte bu performansla mütenasip olmayan bir olay geçtiğimiz Cuma günü ilan edilen sokağa çıkma yasağının ardından yaşandı. Bu olaylar Türkiye’nin şimdiye kadarki genel görünümüne hiç uymadı ve aslında Türkiye’nin genel durumuna bir haksızlık. Zira Türkiye gerçekten bu değildi. Ama bu konuda bile Türkiye’nin neticede sosyolojinin genel kurallarından muaf bir toplum olmadığını hatırlamamız lazım.
İş sosyolojinin kurallarına geldiğinde ise çok net, kesin tahminlerde bulunmanın da mümkün olmadığını hemen hatırlamak gerekiyor. Toplumda özellikle bu tür durumlarda kaldığında bireyler nasıl davranacakları konusunda sosyologlar tarafından türlü türlü modellemeler yapılmıştır. Bütün modellemeler insanın matematik hesaplarla ya kendi bencil çıkarlarıyla hareket ederek toplumu felakete sürükleyebilecekleri veya toplumun felaketinin kendisinin de felaketi olacağının hesabını göz önünde bulundurabileceği arasında salınıp durur.
Şöyle örnekler var mesela:
1. Su kıtlığı var ve yurttaşlar su tüketimini kısmaya sevk edilirler. Eğer her yurttaş kendi çıkarını düşünerek bu isteğe cevap verirse, hiç kimse suyu stoklamayacaktır. Açıkça, her bir kişi tarafından yapılan biriktirme şehrin arzında önemsiz bir etki yapar, fakat münasebetsizliğin olacağı bir gerçek. Diğer taraftan eğer herkes kendi çıkarı için davranırsa, sonuçlar herkes için bir felâket olacaktır.
2. Eğer herkes vergisini ödemezse, devletin işleyişi çökebilir. Aynı şekilde her kişi, kendisi de dahil herkes vergisini ödemeyi tercih ederse vergisini ödemeyen hiç kimse kalmaz. Tabii ki, kişi için en iyisi kendisi dışında herkesin vergi ödemesidir. Fakat herkes böyle düşündüğünde yine bir felaket.
3. Üretim fazlası olan bir çok yıldan sonra çiftçiler, fiyatların yükselmesi için gönüllü olarak ürünlerini kısmaya karar verirler. Fakat hiçbir çiftçi, fiyat etkilemek amacıyla üretmez, böylece her biri üretebileceğini üretmeye ve ne getirirse getirsin ürettiğini satmaya başlar, ve bir kat daha üretim fazlası oluşur (Margaret M. Poloma, Çağdaş Sosyoloji Teorileri, çev. Hayriye Erbaş).
Bu durumda Cuma günü yaşananlar önceden kestirilebilir miydi? İki saat değil de iki gün süre verilmiş olsaydı insanların marketlere akarak yüksek temas sağlamasının süresi iki güne yayılıp sayı 250 bin yerine 3-4 milyon insanın yakın temasına mı yol açardı? Kimse bilemez bunu.
Sosyolojide matematiğin işini asıl zorlaştıran şey bu konudaki kültür farkları ve insanların her zaman rasyonel davranmıyor olmalarıdır. Davranışlara korkular, kaygılar yön vermeye başlayınca, sosyoloji de boş durmaz elbet, ona da uygun bir yaklaşımda bulunur.