Türkiye Kürt Sorunu ve 3. Cumhuriyet'e Doğru

Çeşitli toplumsal ve siyasal konuların işlendiği "3. Cumhuriyet'e Doğru" adlı eser, yazar ve siyasetçi kimliğiyle tanınan ve bilinen Altan Tan tarafından kaleme almıştır.

Türkiye Kürt Sorunu ve 3. Cumhuriyet

Sait Alioğlu Değerlendirdi...

"Ne gülüyorsun; anlatılan senin hikâyen.."

Kürt sorunu, yaklaşık yüz küsur yıllık bir sorun... Temelinde ise, bir açıdan varlıkları kabul olmakla, edilmekle ve kültürel değerleri kabul görmekle birlikte, soyut bir İslam kardeşliği içerisinde Osmanlının varlığının teminatı ve delili olarak addedilen bir halkın çekedurduğu sıkıntıların önemli bir  hülasası... Birde bunun yanında, İttihad ve Terakki Cemiyeti (İTC) tarafından başlatılan ulusçuluk akımı içerisinde, tüm kültürel değerlerinden soyutlanması istenen, onun Müslümanlığının, Türk unsurunun öncülüğünde var kılınmak istenen 'yeni' yapı için feda edilmesi düşünülen, ama azınlık ta kabul edilmek istenmeyen Türk'e payanda olması düşünülen bir halkın, bugünde devam eden acı ve ızdırabının ressmi olan sorun...

Üç tarz-ı siyaset... Padişahçılık... İttihatçılık... Kürt milliyetçiliği... Kürt milliyetçilerini Osmanlıdan ayrılarak bağımsız bir Kürt devleti kurmak isteyenler (Ör. Ekrem Cemil Paşa ve Şerif Paşa); Osmanlı yönetimi altında özerk bir yönetim isteyenler (Ör. Said-i Nursi ve Abdurrahin Rahmi Zapsu)

Özerklik yanlısı olan bu zevat, 2. Abdülhamid'in de savunduğu İslamcı dünya görüşüne sahip olmalarına rağmen, sultan'ın, kendi tasarruflarından kaynaklanan bazı politikalarından dolayı, ona muhalif ve Meşrutiyetçi idiler.

Sultan'ın, yönetimi, hiçbir güçle paylaşmama düşüncesi sonucunda meşrutiyet şartları oluşmuş, yönetim değişmiş yönetim şarta bağlanmış ve İttihatçılar iktidarı ele almışlardı.

İTC, birçok konuda olduğu gibi Kürt toplumunun devlet nezdinde var olan haklarına yönelik olumsuz tavır almış ve bunlara yönelik politikalar geliştirmişti. Bu politikalar total olarak, nihayetinde azınlıkta bulunan gayr-i müslim halklara yapılandan farklı olarak; Kürtler Müslüman olduklarından dolayı azınlık dışında tutulmuş, ama bunun dışında, onlara pek bir hak tanınmamı, onlar, adeta 'İslam içre' Türkleştirilme olgusu ile baş başa bırakılmıştı. (*)

İTC'nin, hemen her konuda ortaya koyduğu basiretsiz politikalarda olduğu üzere, Kürtlere yönelik yaklaşımları, zamanla Kemalistler için, temelli politikalar haline gelmiş ve 1925'ten başlamak üzere ta 2000'lere kadar, konu bazında tavizsiz bir devlet politikası olarak uygulanmıştır.

İşte Kürt sorununu da içerisine alacak şekilde, doksanlarda entelektüeller ve aydınlar bazında,  o da yeniden yapılanma adına dillendirilen 2. ve 3. Cumhuriyet söylemleri bayağı pirim yapmış olup, bir açıdan da oluşan bu rüzgarın etkisiyle 'eski Türkiye'yi tarihin tozlu sayfalarına gömme iddiasıyla iktidara gelen AK Parti'nin, önceleri sevinç ve umut dolu mesajları, 7 Haziran sonrasında yerini umutsuzluğa ve orandan da karanlığa bırakmıştı. Öyle ki, bu süreçte, içerik açısından olumsuz bir imajı ve söylemi olmadığı halde, Kürt sorununun çözümüne yönelik konuşulanlar ve yazılıp çizilenler bayağı azalma göstermiş, konu adeta 'cız' kabilinden ele alınıp değerlendirilmişti.

İşte bu 'cız' kabilinden sayılabilecek yazıların bir kısmı, başta Kürt sorunu olmak üzere, çeşitli toplumsal ve siyasal konuların işlendiği "3. Cumhuriyet'e Doğru" adlı eser, yazar ve siyasetçi kimliğiyle tanınan ve bilinen Altan Tan tarafından kaleme almıştır.

Tan, bu eserinde, o da bir ihtiyaca binaen hem öteden beri yürürlükte olan ve hem de, rakamsallığı ve sıralanışı pek de önemli olmamakla birlikte, 'cumhuriyet' mottosu bağlamında, birçok konu ile birlikte Kürt sorununa yönelik yaklaşımlarını ve çözüm yollarını okuyucusuyla paylaşmaktadır.

Tan'ın bu eseri, toplam dört bölümden oluşmakta. Bunlar sırasıyla; Kürt Baharı'na Ne Oldu?, Suriye Serencamı, Siyasal İslam'ın Kim Çökertti ve en son da 3. Cumhuriyet'e Doğru bölümlerinden oluşmakta...

Kitap bir bütünlük içerisinde okunduğunda; konuların tümünün, Türkiye toplumunun kahir ekseriyetini ilgilendirdiği kadar, aynı bütünlük içerisinde, hatta, onlardan da fazla olarak Kürtleri ilgilendirmekte olup Kürtlere adeta: "Ne gülüyorsun; anlatılan senin hikâyen" demektedir.

Kitabı önemli kılan unsurların başında, İslamcı dünya görüşü içerisinden gelen yazarın, yine, özerklikçi bir anlayışı ve söylemi bulunmamasına rağmen, Kürtlerin Türkiye bütünlüğü içerisinde, ama kendi fıtri ve kavmi kimliğinin gereklerin yerine getirici bir şekilde yaşamalarını, hareket etmelerini ve politikalar geliştirmelerini savunucu bir durumda konumlanması gelmekteydi.

O bu tavrını ve tarzını, İslamcı bir yapısı bulunmayan HDP içerisinde siyaset yaptığında da, ortaya koymaya çalışmıştı. Bu tavrı ve tarzı sonuçta tartışılabilirdi de. Ama parti disiplinini bir yere kadar kabul etmekle birlikte, ülkenin ve toplumun bütünlüğünü savunan birçok İslamcı siyasetçinin (hatta düşünce adamının); kuruluşundaki başat söylemine bakıldığında AK Parti saflarında siyaset yapması daha evla ve şık bulunacakken, başka siyaset zemininde hareket etmeleri de, kendini gelinen süreçte devlet gibi gören iktidar partisinin izalesi, neredeyse zorlaşan anlayışını teşrih masasına yatırmak gerekirdi.

Sahi Kürt baharına ne olmuştu?

Öteden beri yapıla gelen yanlış uygulamalar ile işlene gelen suçların yerel, bölgesel ve kürsel ölçekte üzeri örtülerek yok sayılırken, bir kısmının da, üzeri, ister bilinçli, isterse de bilinçsiz bir şekilde örtülmemiş olsun, bir kıvılcıma baktığı Buazizi'nin Tunus'ta kendini yakmasıyla başlayan ve kelebek etkisi sonucu; Mağrib'den Maşrk'a doğru bir Arap baharının oluşumunu tetiklemişti.

Bu tetiklenen bahar olgusunun bir de Kürt yönü vardı. O da Kürtlerin yaşadığı tüm yerleri kapmasından ziyade, Türkiye bütünlüğü içerisinde; Kürtlerinde katılımını sağlayacak bir şekilde AK Parti'nin iktidarı döneminde oluşan ve gözlemlenebildiği oranda yumuşama emaresi gösteren bir bahar havası söz konusu oluyordu.

O da,  adeta "birinin ölümü, diğerinin dirilmesi" anlamına gelecek tarzda, siyasi literatüre "Paris suikasti" olarak giren ve üç PKK'li yöneticin -kim tarafından yapıldığı meçhul- Ocak 2013'te katledilmesinin akabinde, "artık bundan sonra, silahlar sussun, barış söz konusu olsun" düşüncesine sahip gerek İmralı, gerek Kandil, gerek PKK'nin Avrupa kanadı, gerek legal Kürt siyaseti ile birlikte bizzat AK Parti iktidarının, hep birlikte yürütmeye çalıştığı barış çabaları Kürt baharı olarak okunabilirdi. Ama ne yazı ki, bu bahar havası 7 Haziran'ın akabinde üç polisin Ceylanpınar'da -PKK'nin mi, yoksa FETÖ'nün mü- katledilmesi sonrasında hızla bozulmaya başlamış ve çorap söküğü gibi olayla peşi sıra devam etmişti.

"Kürtler başta olmak üzere Türkiye'de barış ve huzur isteyen herkes 7 Haziran seçim sonuçlarına neden bu kadar çok sevindi? ... Kimler hangi nedenlerle 'Kürt Baharı'nı 'Kara kışa' çevirme kararı aldı ve nasıl başardı?" (s. 15)

Sonuçta ne oldu; "Kürt sorununun demokratik yolarla çözümünün artık ertelenemez bir sürece girmesi, İttihat ve Terakki'nin ulusalcı, imkârcı ve asimilasyoncu çizgisinden  ısrar eden 'Derinleri' dehşete düşürdü ve yıllardır sürdürülen Kürtlerin meşru taleplerinin terörize ederek ve terörü gerekçe göstererek öteleme siyasetine geri dönüldü." (s. 16, 17)

 Tan, bu konuya dikkat çekerken, dönemin Başbakanı olan Ahmet Davutoğlu'na da yer yer işaret etmekte ve Davutoğlu'nun, konu ile ilgili olarak, daha sonra, çeşitli mahfillerde yaptığı konuşmalarda, olayı pas geçtiğinin de altını çizmektedir. (s. 19)

Davutoğlu, yazarın vurguladığı üzere, dönemle ilgili bazı konuları pas geçmekle birlikte, çoğu da konuya bağlı olarak "Bildiklerimi anlatırsam..." türü, üzeri kapalı, ama AK Parti iktidarının suçlayıcı ifadeleri de zaman zaman dillendirmektedir.

İktidar cenahının, süreçte içerisine girdiği yanlışın yanında, görünürde Öcalan'ın var olan 'gayretlerine rağmen' HDP'nin derinliği olan ya olmayan birçok iş ve dış gücün etlisinde kalarak Kandil'den yana tavır alıp Hendek kalkışmasında taraf olması da Tan tarafından eleştirilmekte: "Ne oldu da tarihte görülmemiş bir şekilde elde edilen 80 milletvekili, 102 belediye başkanlığı ve tüm demokratik kazanımları hiçleştirecek Devrimci halk savaşı başlatıldı?" (s. 100)

Ağırlıklın olarak Kürt sorunu üzerinden konulara yer verilen eserde, Suriye üzerinden Türkiye'nin, buraya büyük oranda 'tarihten gelen' ilgisi çerçevesinde; Türkiye'nin Suriye'de bulunmasına karşı çıkan ve taraf olan iç kesimlerin tavırları üzerinden bir değerlendirme yapılmaktadır. Tan 'Ne iş var? yerine "Türkiye'nin nerede hangi işleri var?" ve 'Bu işlerle ilgili Türkiye neler yapmalı, nasıl davranmalı, hangi yolları denemeli?" diye sormak lazım." (s. 193) anladığımız kadarıyla emperyalist, salt çıkarcı ve asimilasyoncu bir bakış açısı dışında Türkiye'nin başta Suriye olmak üzere  'gündemde olduğundan dolayı' Libya vs ülke ve toplumlarla ilişki içerisinde olmasın gerekliliğine vurgu yaptığı söylenebilir.

Tan'ın kitabında işlediği bir diğer konu ise siyasal İslam'ın kimin ve kimlerin çökerttiği ile ilgili... Konu gereği kaleme aldığı ve eserde yer alan makaleler dikkatlice okunduğunda; bizimde görebildiğimiz kadarıyla tercihini muhafazakar laiklikten yana yapmış bulunan bir iktidarın, kendini kitlesi olarak İslam'a dayandırıyor olsa dahi, o ideolojik tercihten dolayı İslamcılık ve 'siyasal İslamcılıkla ciddi bir bağının bulunmadığı söylemek gerekirdi.

Çöken, siyasal İslam'ın kendisi de olsa dahi, bu çökertme eyleminde iktidar dışı İslamcıların dahli ile birlikte esas failin, laikliği baz aldıkları halde, İslam'ı meşruiyet payandası olarak kullanan zevatın suçu olsa gerek. Zira karşının nezdinde iktidar, siyasal İslamcı idi. Karşıda bulunan kim olursa olsun, öyle düşünmez miydi? Ama zevatın bunu çok iyi bildiği halde siyasal İslam'ın kendi çıkarı için tepe tepe kullanmasının var olan hesabını kim verecekti? Yetkili, ama işin içerisinden sıyrılanlar mı, yoksa yurdum gariban Müslüman'ı mı? Kim?

Kitabın son bölümünde is, orijinalliği yazara ait olan 3. Cumhuriyet çerçevesindeki birkaç makale bulunmaktadır.

Burada Mehmet Altan'ın 'daha önce' dile getirdiği 2. Cumhuriyet'le atıf yapılıyor. Bunan dolayı "Daha Mehmet Altan'ın İkinci Cumhuriyet'i bile menzile varmamışken, bu 'Üçüncü Cumhuriyet' lafı nerden çıktı" olası sorusunu hatırlatarak, kendi cumhuriyet olgusunu makaleler bağlamında temellendirmeye çalışmaktadır.

__________________

(*) Daha başkent İstanbul'da kurulmadan, birçok Türkçü derneğin, ocağın Elazığ (Harput), Malatya ve Diyarbakır gibi, nüfusunda önemli oranda Kürtlerinde bulunduğu Doğu şehirlerinde kurulup 'asimilasyon için' faaliyette bulunması, konu açısından önem arz etmektedir.

 KİTABIN KİMLİĞİ: Altan Tan, 3. Cumhuriyet'e Doğru, 1. Baskı Mayıs 2020 Çıra Yayınları