oçi ve Astana üzerinden zirve yapan Türkiye-Rusya-İran üçlüsü arasındaki işbirliği imkân ve pratikleri son zamanlarda bir hayli daralmaya başladı. İdlib bu daralmanın, hattâ kimilerine göre kopuşların sebebi olarak değerlendirilebilir. Gidişâtı anlamak için gelişmelere kuşbakışıyla bir bakalım.
ABD, “Bahar geliyor” tezgâhı ile Arap dünyâsını âdeta hallac pamuğu gibi attı. Devletlerin hemen hemen hiç olmadığı bu coğrafyalarda kurumsal açıkları BAAS partisi ve otoriter liderler dolduruyordu. Parti devlet; partitokrasi devlet otoritesi manâsına gelmez. Otoriter liderler ise, popülist siyâsetler tâkip etmek sûretiyle destek devşirmeye çalışsalar da, serbest seçimlerlerin yaşanmadığı yerlerde kendilerini kuşatan meşrûiyet krizlerini aşamazlar. ABD ve AB, Arap dünyâsını işte bu yumuşak karnından vurdu. Kimi yerlerde doğrudan, toptan kimi yerlerde dolaylı ve kısmî askerî operasyonlara başvurarak; kimi yerlerde ise halkları meydanlara sürerek BAAS bakiyelerini devirdi. Ama neticede ne demokrasi ne özgürlük geldi. Tam tersine, kan davâları ve kaos tırmandı.
Aslında bu süreç Rusya’nın parçalanmasıyla neticelenen bir sürecin devâmından başka bir şey değildi. Doğu Avrupa devrimleriyle Arap Baharı arasındaki bağı kurmanın çok mühim olduğunu; Çavuşesku’nun devrilmesiyle Kaddafi’nin devrilmesi arasındaki dramatik benzerliğin tesâdüfî olmadığını düşünüyorum. Lâkin, Doğu Avrupa şöyle veyâ böyle kurumsal bir birikime sâhipti. NATO ve AB, Doğu Avrupa’yı bir şekilde massetti. Diğer taraftan görülmesi gereken bir başka husus mevcût. Doğu Avrupa’ya özgürlük ve demokrasi geldi gelmesine. Ama Doğu Avrupa’nın özgürlük ve demokrasi tecrübesi, bu tecrübeyi körelten neticeler ortaya çıkardı. Bugün Doğu Avrupa kâhir ekseriyeti ile yabancı düşmanlığı ve radikal sağ popülizmin yükselişiyle anılıyor. Arap dünyâsında yaşananlar ise bu istikâmette olmadı. Fakirlik, yokluk, kronik kaos, iç savaşlar, statüsü belli olmayan bölünmüşlükler içinde sürükleniyorlar.
Rusya ise bu fırtınayı yine kurumsal birikimiyle aştı. Doğu Avrupa’yı büyük ölçüde kaybetti, ama Asya’daki gücünü yeniden toparladı. Doğu Avrupa’nın dışında Rusya’ya Kafkasya ve Ukrayna’dan saldırdılar. Bu saldırılara da Rusya çok sert bir şekilde cevap verdi. Kafkasya’da kanlı müdahalelerde bulundu. Ukrayna’yı ise Dombask ve Kırım’da basbayağı işgâl etti.
İran ise ayrı bir bahis açmaya bile gerek yok. İran daha Reagan devrinden başlayarak, ABD’nin hedefinde. Irak ile yaptığı savaş İran için öğretici oldu. Batı’nın saldırılarını, Şiiliğin gücünü kullanarak uzakta karşılamaya başladı...
Türkiye de hedefteydi. Belki de parçalanması en kolay gözüken memleketti. Çünkü NATO ‘ya mensuptu. AB’nin kapısında bekliyordu. Demokrasisi vardı ve Batı değerlerine sâdıktı. Hâsılı çantada keklilikti. PKK ve DHKP-C üzerinden kıstırılmıştı. Türkiye’nin Batılı müttefikleri, Batı değerlerinin pratikleri üzerinden, Türkiye karşıtı güçlere “içeride” alan açıyordu.
Araplar dağıldı. Rusya ve Türkiye toparlandı. İran ise Arap dünyâsındaki kaosu fırsat bilerek direnç kazandı. Süreç bu üç devlete, Batı’nın baskılarına karşı aralarında işbirliği geliştirmeyi de öğretti. 2005-2020 arasındaki bilanço aşağı yukarı buydu. Evet; reelpolitik açısından Türkiye kendisinin de hedefte olduğu bu tabloyu görmeli; “bahar” rüzgârlarına kendisini bırakmamalıydı. Elbette BAAS rejimlerinin desteklenmesi düşünülemezdi. Ama daha ortadan gidilebilirdi. 2010’ların başında Arap Baharı’nı desteklemenin faturasının Gezi’de tezgâhlanan bir “Türkiye Baharı“ girişimi olacağını kestirebilir miydik acaba? Ama, şu aralar “Haydi Esad’la görüşün” diye baskı yapanların bilmiyorsa öğrenmesi; unuttuysa hatırlaması gereken bir şey var. Türkiye’ye, Akdeniz’e taşınacak Körfez petrolünün güzergâhı husûsunda söz verip; İran’ın baskısıyla bundan sapan bizzat Esad idi.
Türkiye-Rusya ve İran arasında başlayan işbirliği İdlib’de en ağır imtihanını yaşıyor. Rusya, Türkiye’nin İdlib’deki performansından memnun değil. Rejimin Türk askerlerine saldırmasına cevaz verdi. Yeni bir göç dalgası başta olmak üzere Türkiye’nin hassasiyetlerini dinlemiyor. Yâni Türkiye ile Sûriye’nin savaşma ihtimâline de kapı aralıyor. Allah korusun, ama bu olursa ne yapacağına da karar verdi mi acaba? Esad’ın derme çatma ordusunu destekleyip Türkiye ile savaşacak mı? İdlib Esad için hayâtî bir öneme sahipse, Türkiye için de öyledir. Esad’ın gönlü olacak diye Türkiye bu yükü alacak değildir. Esas karar vermesi gereken Rusya’dır. Evet Türkiye’nin de kaybedeceği şeyler olacaktır. Ama yola Türkiye olmaksızın, özellikle İran ile yalnız kalarak devam etmenin bedelini her şekilde Rusya ödeyecektir…