Türkiye-Venezuela ilişkilerinde tarihi fırsatlar

Türkiye-Venezuela ilişkileri on yıldır gittikçe derinleşen Türkiye-Latin Amerika ilişkilerinden ayrı düşünülemez. Ankara´nın Latin Amerika ilişkilerinin çerçevesi her geçen gün birçok alanda genişliyor ve daha kalıcı hale geliyor.

Türkiye-Venezuela ilişkilerinde tarihi fırsatlar

MEHMET ÖZKAN(*)

Bundan en fazla beş yıl önce Türkiye ve Venezuela arasında tarihi öneme sahip olacak türde bir siyasal, sosyal ve ekonomik yakınlaşma olacağını öngörmek, büyük ihtimalle hayalci olmakla suçlanacak ve kabul görmeyecekti. Fakat 2018 yılı itibariyle, özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan´ın Karakas ziyareti vesilesiyle ilişkiler zirveye ulaştı. Peki Türkiye ile Venezuela arasındaki bu tarihi yakınlaşmayı nasıl izah etmek gerekir? Türkiye-Venezuela ilişkilerini tarihi süreçte değerli kılan ve anlamlandıran şey nedir?

Öncelikle şunu vurgulamak gerekir ki Türkiye-Venezuela ilişkileri son on yıldır yavaş yavaş ilerleyen ve gittikçe derinleşen Türkiye-Latin Amerika ilişkilerinden ayrı düşünülemez. Ankara´nın Latin Amerika ilişkilerinin çerçevesi her geçen gün ticaretten siyasete, eğitimden güvenliğe kadar birçok alanda genişliyor ve daha kalıcı hale geliyor. Bu ilişkilerin ana motoru ise Cumhurbaşkanı Erdoğan´ın başbakanlığı döneminden bu yana kıtaya gösterdiği özel ilgi ve bu çerçevede yaptığı üst düzey ziyaretlerdir. TİKA, AA, Yunus Emre ve en son olarak Maarif Vakfı gibi kurumlar kıtada varlık göstererek bu ziyaretleri desteklerken, YTB ise kıtadan yüzlerce öğrenciyi ?Türkiye Bursları? kapsamında ülkemize getiriyor. Diyanet hem kıtadaki çeşitli faaliyetleriyle hem de 2014 yılında yaptığı Türkiye-Latin Amerika Dini Liderler Zirvesi ile dini kardeşlik bağlarını güçlendiriyor. İHH ve Hasene gibi bir çok sivil toplumun kuruluşunun kıta ülkelerinde gerçekleştirdiği Ramazan ve Kurban projeleri kısa vadeli katkılarının yanı sıra, ilişkilerdeki genişleme boyutuna da ciddi katkılar sağlıyor.

Türkiye-Venezuela ilişkileri işte tam da bu noktada siyasal ilişkilerin en ileri olduğu bir zirveyi temsil ediyor. Nasıl ki Türkiye 2005-2010 yılları arasında genişlettiği Afrika açılımını 2011 yılından bu yana Somali ilişkileriyle derinleştirerek kendisini siyasal bir aktör olarak kıtaya kabul ettirip Afrika´da artık bir ana oyuncu haline geldiyse; Türkiye´nin Venezuela ile ilişkileri de, aslında Türkiye´nin Latin Amerika´da siyasal aktör olmasının önünü açabilecek öneme sahip. Bu anlamda Türkiye´nin, aynen Afrika´da Somali örneğinde olduğu gibi, ?sorun? alanı geniş bir ülkeyle ilişkisini, bütün avantaj ve dezavantajlarıyla, Venezuela ile de tecrübe edeceği beklenebilir. Bugün için Türkiye-Venezuela ilişkilerinin başarısı ve geleceği, büyük oranda, teknoloji, enerji, ticaret, eğitim ve güvenlik alanlarındaki çok boyutlu işbirliklerinin koordineli, sağlıklı ve ortak bir vizyon çerçevesinde yürütülüp yürütülememesiyle doğrudan alakalı. Bu anlamda, Somali tecrübesinin de gösterdiği gibi Ankara, Venezuela ile ilişkileri için bir özel temsilci atamayı ciddi şekilde düşünebilir.

Türkiye ile Venezuela ilişkilerinin ilerleyişini son yıllardaki bir kaç gelişme şekillendirmiştir: (a) Venezuela´nın devlet olarak uluslararası sistemden dışlan(ıl)ma hissi, (b) Erdoğan-Maduro arasında gelişen özel dostluk ve (c) her iki ülkedeki darbe teşebbüsleri dolayısıyla Batı´nın Türkiye ve Venezuela´da sosyal mühendislik yapma çalışmalarının oluşturduğu toplumsal atmosfer. Bunlardan ilki küresel bağa işaret ediyor. Hem Venezuela hem de Türkiye bazı küresel güçler tarafından ?sorunlu? olarak görülüyor ve dışlanıyor. Ekonomik ve siyasal anlamda oluşturulan dış baskılar, özellikle Erdoğan ve Maduro arasında bir tür özel ilişkinin önünü açtı. 1970-1980´lerde Amerikan etkisinin son derece yoğun olduğu her iki ülke de bugün Amerika ile sorunlar yaşıyor. Bu sorunların temel sebebi ise eskiden kurulan ilişkilerin yapısal çerçevesinin artık işlemez olması.

Erdoğan ile Maduro arasında kurulan kişisel ilişkilerin yanı sıra, her iki ülkede de yaşanan darbe girişimleri, toplumları birbirine yakınlaştıran bir etken oldu. 2016 ve 2018 Ağustos aylarında Venezuela lideri Nicolas Maduro´ya yönelen darbe ve suikast girişimleri, Türkiye´de geniş toplum kitlelerine 15 Temmuz hain darbe girişimini hatırlattı. Özellikle bu olayların arkasında Batılı güçlerin olduğu kanaati (olmasa bile Batılı devletlerin bu girişimlere verdiği zımni veya açık destek) her iki toplumda da genel olarak batı karşıtlığını, özelde ise Amerikan karşıtlığını körükledi. Bu durum, Türkiye ve Venezuela arasında ortak bir kader algısı oluşturarak Türk ve Venezuela halkı arasında duygusal ve sosyal bir bağın kurulmasına sebep oldu.

En geniş çerçeveden bakıldığı zaman Türkiye (bütün eksik veya fazlalarına rağmen) Ortadoğu´da İslami hassasiyetleri olan siyasal akımların iktidarda kalabildiği son kaledir. Venezuela ise artık kıtada gücü azalan sol ideolojinin iktidardaki son kalesi konumundadır. Bu anlamda, Batı ve sistem karşıtı iki siyasal aktörün Batı´nın bütün baskılarına rağmen kurdukları karşılıklı ilişki, geç kalmış bile olsa, alternatif sistem arayışındaki siyasal aktörlerin karşılıklı tecrübe paylaşımı anlamında faydalı olabilir. Bu anlamda, karşılıklı entelektüel etkileşimlerin gelecekteki siyaset açısından faydaları olabileceği de dikkate alınmalıdır.

Türkiye ve Venezuela artık (yukarıda özetlenen ilişkiden) bir adım öteye geçmeli ve ilişkilerdeki siyasal boyutu daha da derinleştirmelidir. ?Siyasal ilişki? ifadesinden hem güvenlikle hem de doğrudan siyasal konularla alakalı karşılıklı etkileşimler anlaşılmalıdır. Bu açıdan en az iki konuda Venezuela için Türkiye anlamlı katkılar sağlayabilir. Venezuela´da yaşanan iç siyasal krizin aşılması ve özellikle de muhalefetle bir tür ortak alan bulma çabaları, son üç yıldır devam etmesine rağmen başarılı olamadı. Vatikan çeşitli vesilelerle sürece dahil olsa da anlamlı bir sonuç elde edemedi. Eski İspanya Başbakanı Jose Luis Zapatero ise kıtadan bazı eski devlet başkanlarıyla beraber, muhalefetle iktidar arasında çeşitli girişimlerde bulunmaya devam ediyor. Şu ana kadar gösterilen çabaların başarılı olmamasının sebebi ise Maduro üzerinde etkide bulunabilecek ciddi bir aktörün devrede olmaması. Türkiye bu anlamda, eski arabuluculuk tecrübelerinin ışığında, Maduro ile kurulan özel ilişkiyi de dikkate alarak, Venezuela iç barışına katkıda bulunabilir. Çoğunluğu Amerika´da yaşayan Venezuela muhalefetiyle Ankara´nın makul çerçevede kuracağı bir ilişkinin, Venezuela´da yaşanan ekonomik ve siyasal krizin çözümüne katkı sağlayabileceği düşünülmelidir.

Yine benzer bir şekilde, Türkiye´nin arabuluculuk rolü, Venezuela´nın yaşadığı bölge ülkelerinin katılımıyla da genişletilebilir. Venezuela-Kolombiya ilişkileri bu anlamda kilit bir önce sahiptir. Türkiye´nin her iki ülke ile de son derece iyi ilişkilerinin olduğu düşünüldüğünde bu durum ciddiyetle değerlendirilebilir. Ankara´nın hem Venezuela´daki iç barışa yönelik hem de bölgedeki barışa yönelik çabaları, muhtemelen Türkiye´nin Latin Amerika´daki siyasal rolünü derinleştirecek ve bu durumdan Türkiye son derece başarılı bir dış politika örneğiyle çıkacaktır. Bu konuda Türkiye Hindistan ve Rusya gibi aktörlerle beraber hareket etmeyi de düşünebilir.

Uluslararası sistemde artık her sorun çok kısa bir sürede sistemsel bir sorun haline gelmektedir. Küçük sorunlar sistemsel bir kavganın parçası oldukça derinleşmekte, derinleştikçe de çatışmalar genişlemekte ve uzamaktadır. Bu durum ?çözümsüz sürdürülebilirlik? denilen bir tür kriz yönetimine dönüşmektedir. Venezuela´daki iç siyasi kriz ve dolayısıyla yaklaşık 4 milyon Venezuelalının başta Kolombiya olmakta üzere Latin Amerika´daki diğer ülkelere göç etmesi, Venezuela meselesini sistemsel bir krize dönüştürmek için ?harika? bir ortam sunuyor. Amerika başta olmak üzere Batı´nın Maduro ile iletişimi reddettiği bir ortamda Venezuela Rusya-Çin eksenine yakınlaşmaya çalışıyor. Özellikle son aylarda artan Rusya-Venezuela ilişkisi, Venezuela´nın uluslararası sistem açısından ikinci bir Suriye krizine dönüşme ihtimalini güçlendiriyor. Rusya, Kırım ilhakı ve Suriye krizi üzerinden bölgedeki ABD etkisini azaltarak etkinlik alanını genişletme tecrübesi ışığında, Venezuela konusunu bir tür sistemsel sorun haline getirmeye hazırlanıyor. ABD´nin ?arka bahçesi? olarak gördüğü Latin Amerika´da yaşanabilecek bir sistemsel krizin, en az 1962 Küba krizine benzer şekilde, tehlikeli boyutlara ulaşabileceğini dikkatlerden kaçırmamak gerekir.

Türkiye Venezuela ile kurduğu özel ilişkilerini küresel barışa katkı sağlayacak ve Venezuela halkının lehine olacak bir şekilde kullanmak isterse, şu an için Ankara´nın yapacağı her türlü arabuluculuk girişimi, Venezuela krizinin sistemsel bir kriz haline gelmesinin önündeki yegane engel olabilir. Türkiye´nin bu süreçte başarılı olup olamayacağından bağımsız olarak, bunun bir tarihi fırsat olduğunun görülmesinin ve en azından Ankara´nın iyi niyetinin çok olumlu sonuçlar doğuracağının vurgulaması gerekir.

__________________________________

(*)2015-2018 yılları arasında Kolombiya´da TİKA Latin Amerika Direktörü olarak görev yapan Doç. Dr. Mehmet Özkan Pontificia Universidad Javeriana, SETA ve Polis Akademisi dahil birçok kurumda uluslararası ilişkiler alanında dersler vermiştir.