Süleyman GÜDER(*)
Geçtiğimiz hafta Venezula´da önemli gelişmeler yaşandı ve dünyanın gözü zengin petrol rezervine sahip olan ülkeye çevrildi. Ülkede Devlet Başkanı Nicolás Maduro adına başkanlık yemin töreni düzenlendi ve sosyalist lider başkanlık kuşağını ikinci kez takarak resmen göreve başladı.
Yüksek mahkeme başkanının huzurunda başlayan yemin töreni başkent Caracas´taki Askeri Akademi´de yapılan geçit töreninin ardından sona erdi. Türkiye´yi temsilen Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay´ın iştirak ettiği törene 90´ın üzerinde ülkeden çeşitli seviyelerde temsilciler katıldı. Herşeyin planlandığı gibi gerçekleştiği başkanlık töreninde uluslararası katılımın düşük seviyede olması yerel-uluslararası basının dikkatlerinden kaçmadı. Elbette Venezuela´yı yakından takip edenler bunun niçin böyle olduğunu anlamakta zorluk çekmediler. Analize olayın arka planını tahlil ederek başlamakta fayda var, zira törene katılımın sembolik başka anlamları da bulunmakta. Yerli-uluslararası basın takip edildiğinde tartışma bir yönüyle yönetimin meşruiyeti üzerinden yürütülmekte olduğu görülmektedir.
20 Mayıs 2018´de halk başkanlık seçimi için sandık başına gitmiş ve 2013 yılında ilk defa başkan seçilen Maduro´ya ikinci 6 yıllık dönem için yetki vermişti. Yüzde 46,1 katılımla gerçekleşen başkanlık yarışında, Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi (PSUV) lideri Maduro en yakın rakibi muhalefet lideri eski vali Henri Falcón´a karşı neredeyse 4 milyon farkla, seçimleri kazanmıştı. Böylece Maduro geçerli toplam oyların yüzde 68´ini, Falcon ise toplam oyların yüzde 21´ini almış oldu. Böylelikle Venezuelalılar kendilerini 2025 yılına kadar yönetecek liderlerini, yani Maduro´yu başkanlık sarayına taşımış oldu.
Bu durum Venezuela muhalefeti, Lima Grubu ve Bat´nın sert tepkisiyle karşılaştı. Seçim sonrası süreç izlendiğinde uluslararası sistem açısından ?istenmeyen adam?ın başkan seçilmesinin Venezuela açısından zorlu bir süreci beraberinde getirdiği bir gerçek. Başkanlık töreninde ortaya çıkan düşük katlımlı tablo bu durumla doğrudan ilişkili. Venezuela muhalefeti, Lima Grubu ve Batı tarafından törene katılıp katılmama bir tepkiyi yansıtma aracına dönüştü. Hatta bundan daha fazlası da vardı.
Tahmin edileceği gibi Venezuela´daki başkanlık seçimleri ve sonrasındaki gelişmeler birçok ülke tarafından yakından takip edildi, edilmeye de devam ediyor. Uluslararası gözlemciler Maduro´nun seçim galibiyeti konusunda ikiye bölünmüş durumda. Seçim sonuçlarının Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Amerikan Devletleri Örgütü, ve Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkeler tarafından tanınmadığı daha önce açıklanmıştı. Bunların dışında 2017´de Venezuela´daki iktidar-muhalefet sorununa çare bulmak için bir araya gelen 17 Latin Amerika ülkesi temsilcilerinden oluşan Lima Grubu da düşük katılım, muhalefet partilerinin katılımının engellenmesi ve standart seçim işlevleri için yeterli sürenin olmaması ve büyük çapta usulsüzlükler yapıldığı gerekçelerini ileri sürerek sonuçları kabul etmeyeceklerini bildirdi. Buna karşın Rusya, Çin, Türkiye, Küba, İran, Kuzey Kore, Suriye gibi birçok diğer ülke de seçim sonuçlarını tanıdığını ilan etti.
Peki, seçimlere yönelik ortaya atılan bu iddialar ne kadar gerçeği yansıtmakta? Öncelikle ünlü Venezuelalı lider Hugo Chávez´in 2013 yılında kanserden ölümünün ardından başa geçen Maduro, sürekli krizlerle karşılaştı. Yani benzer iddialar Moduro başkanlık koltuğuna oturduğu günden beri ortaya atılıyor. Ayrıca bugüne kadar küresel çapta ciddi bir ekonomik ve siyasi krizle uğraşan Venezuela, Latin Amerika kıtasında da çok büyük bir siyasi izolasyon ve mali yaptırımlarla karşı karşıya kaldı. İktidara geldiği günden bugüne izlemiş politikalara bakıldığında Maduro´nun kendi yönetimine karşı yöneltilen iddiaları dikkate alması pek mümkün görünmemekte, zira Venezuela´da yoğun ayaklanmaların olduğu günlerde bile Maduro iktidarı bu yöndeki iddialar karşısında geri adım atmadı. Fakat muhalefetle diyaloga açık olduğunu her defasında yineledi. Genel olarak bakıldığında Maduro´nun bu iddialara karşı yaklaşımı Venezuela´ya karşı işleyen bir darbe planı bulunduğu şeklinde olmuştur. Özellikle Lima Grubu için sert ifadeler kullanarak, yapının ABD´nin emriyle kurulduğunu, yasa dışı ve mafya karteli olduğunu ileri sürmüştür.
Hal böyle olunca meşruiyet ekseninde yapılan eleştirilerin konuyla doğrudan ilişkisi sınırlı olmakta, büyük oranda Maduro yönetiminden duyulan rahatsızlığa karşı verilen bir tepki olduğu anlaşılmaktadır. Muhalefet ve Batılı ülkelerin sosyalist başkana yönelttiği eleştirilerde inandırıcı olmadığı geçtiğimiz on yıllarda Latin Amerika kıtasında izlemiş olduğu politikalardan izlenebilmektedir. Başta ABD olmak üzere sözkonusu ülkeler ?arka bahçe? olarak adlandırılan Latin Amerika´ya karşı her zaman çifte standart uygulamışlardır. 20. yüzyıl boyunca Latin Amerika´ya karşı Batılı ülkelerin izlediği politikalara ve cunta rejimleriyle girmiş oldukları ilişkilere bakıldığında kendi ulusal çıkarları dışında kıtadaki istikrar, barış, refah ve demokratikleşme ile pek ilgilenmedikleri görülmektedir. Yine de Batı´nın, bu ülkelere karşı yapılan eleştirilerde söylem üstünlüğünü de kullanarak demokrasi ve insan hakları söylemini sıkça kullandığı görülmektedir. Esasında tarafsız bir göz meseleyi tahlil ettiğinde konunun güç dengesi ve ulusal çıkarla doğrudan ilişkili olduğunu rahatlıkla görebilmektedir. Bu gerçeği görmeden ve tarihsel tecrübeyi görmezden gelerek yapılan naif eleştiriler, emperyalist ülkelerin amacına hizmet etmekten öteye gitmemektedir.
Tüm bunlar Venezuela´da bahsedilen sorunların olmadığı anlamına gelmemekte. Yönetimin meşruiyetine halel getirecek düzeyde olmasa da ülkede demokratik süreçlere dair sorunların yaşandığı ve insan hakları ihlallerinin olduğu inkar edilemez bir gerçek. Bunda iktidarın payı olduğu kadar sürekli dışarıya yaslanan ve askeri yönetime rol biçen muhalefetin de etkisi de bulunmaktadır. Yine de her şeye rağmen gündeme sıkça getirilen düşük katılımlı seçim ve bu doğrultuda yapılan meşruiyet tartışması mevcut eleştiriler arasında en naif olarak kayıtlara geçmelidir, zira demokratik olarak gelişmiş ülkelerde bu sorun sıkça karşımıza çıkmaktadır.
Tüm bunların farkında olan Venezuela yönetimi Chávez döneminden beri (1999) Batı ile ilişkilerinde güven sorunu yaşamaktadır. Venezuela´nın Türkiye´nin de aralarına bulunduğu Rusya, İran ve Küba gibi ülkelerle birlikte ?alternatif yol? arayışında olduğu ve görünürde küresel hegemonik ilişkilere meydan okuduğu görülmektedir. Esasında bugün yaşanan sorunların en başında Venezuela´nın bu arayışı gelmektedir. Mevcut durum bu eksende analiz edildiğinde Türkiye´nin Venezuela ile kurduğu ilişki sahici, eşit seviyede, buyurgan olmayan ve muhatabın egemeliğini ihlal etmeyen temellere oturması açısından ciddi potansiyel barındırmaktadır. Son zamanlarda Türkiye ile geliştirilen (özellikle de liderler düzeyinde tesis edilen) yakın diplomatik ilişkiler ve Türkiye´nin edindiği saygın konum önemli ikili ilişkilerin derinleşmesine hizmet edebilecektir. Türkiye´nin diplomatik ilişkilerini ilk defa kurduğu 1950 yılından beri ilk defa ilişkilerin seyri bu düzeyde en üst seviyeye çıkmıştır. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay´ın, Venezuela Cumhurbaşkanı Nicolas Maduro´nun yemin törenine katılması muhatapları tarafından ve ilişkilerin seyri açısından olumlı olarak algılanmıştır.
Türkiye´nin Venezuela´ya karşı yöneltilen yerinde eleştiriler konusunda yapacağı telkinler ve geliştireceği kazan-kazan temeline dayanan dostane ilişkilerle ülkenin değişiminde ciddi katkı sağlayabilecektir. Buradaki en kritik husus Türkiye´nin Venezuela meşru yönetiminin yanında yer almasıdır, fakat rejimin uluslararası arenada varsa demokratik olmayan uygulamalarında Türkiye´yi herhangi bir sorumluluk altında tutmaması için gerekli mesafeyi de koyması kaçınılmazdır. Ayrıca Türkiye´nin geliştireceği ilişki biçiminin gelecekte onu zor durumda bırakmayacak bir düzeyde olması kaçınılmazdır. Tüm olumlu havaya rağmen Türkiye ve Venezuela´nın ilişkileri geliştirme yönündeki çaba ve yatırım yapma yönündeki iyimser havanın ?muhtemel riskler? barındığının da farkına olunması gerekmektedir.
Siyasi ve diplomatik yönler dışında Türkiye´nin Venezuela ile ciddi bir ekonomik iş birliği geliştirme potansiyeli bulunmaktadır. Türkiye oluşan bu olumlu (büyük oranda siyasi) havayı sürdürebilir kılması ancak ekonomik temellerle güçlendirmesine bağlıdır. Bu durum ekonomik sorunlarla boğuşan ve uluslararası yaptırımlarla uğraşan Venezuela açısından da kritik önem taşıyor. Bu açıdan bakldığında Venezuela Cumhuriyeti Devlet Başkanı Nicolas Maduro´nun Ekonomiden Sorumlu Yardımcısı Tareck Zaidan El Aissami Maddah´ın ekonomik gündemle Türkiye´ye geliyor olması ve ülkenin Türk yatırımcıları iş yapmaya çağırması önemli adım olarak görülmektedir. İlişkiler bu zeminde sürüdürülmeye devam ederse iki ülke arasındaki birçok sektörü, özellikle altın rafinerisi, petrol ve petrol türevi ürünlerin, konut inşası vb. alanları kapsayan bu tür iş birliklerin artarak devam edeceği öngörülebilir.
(*)İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümü öğretim üyesi olan Dr. Süleyman Güder aynı zamanda İlmi Etüdler Derneği yönetim kurulu başkanıdır.