Kaan Develioğlu(*)
Türkiye-Sudan ilişkilerinin tarihsel arka planı ve günümüz Türk diplomasisi pratikleri ışığında bakıldığında, Türkiye´nin Sudan açısından önemli kolaylıkla anlaşılabilir. Türklerin Sudan´la tarihteki siyasi, ekonomik, sosyo-kültürel ilişkileri ve bu bağların günümüzde de sürdürülüyor olması, bu savı temel olarak kanıtlar niteliktedir.
Türkiye ve Sudan devletlerinin son dönemde yakınlaşması yeni bir durum değil, bilakis tarihi ortaklığın bir ürünü. İşaret edildiği gibi Osmanlı Devleti´nin Afrika´da hâkim olduğu topraklar içerisinde yer alan günümüz Sudan devleti ile Türkiye arasındaki ilişkiler, siyasi, dini ve kültürel yakınlıkların pekiştirdiği temeller üzerinde yükselmektedir.
Nitekim modern Sudan´ın oluşumunun temelinde Osmanlı Devleti´nin önemli etkisi bulunmaktadır. Osmanlı´nın bölgede modern tarıma geçişi desteklemesi, başkenti Hartum´a taşıması ve nihai sınırları oluşturması bunlardan bazılarıdır. Bugün de Türkiye, uzun bir geçmişe dayanan ilişkileri daha da geliştirmek amacıyla Sudan´a yönelik kurumsal bir dış politika stratejisi oluşturmuş durumdadır. Bu bağlamda Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA), Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB), Yunus Emre Enstitüsü (YEE) ve sivil inisiyatifleri vasıtasıyla ?girişimci ve insani dış politika? pratiğiyle Sudan´la bağlarını sağlam temeller üzerine inşa ederek geliştirmektedir.
Tarih perspektifinden Türkiye-Sudan ilişkileri
Osmanlı devleti, 15. yüzyıldan itibaren karşılaştığı iç sorunların çözümüne yoğunlaşmasına paralel olarak merkezi yönetime uzak olan eyaletlerde mahalli yönetimleri güçlendirmişti. Bunun temel nedeni uluslararası ticaretin gelişmeye başlamasıyla birlikte sömürgeci devletlerin bölgede etkinliklerini artırmasıydı. Dolayısıyla merkezle Sudan topraklarının bulunduğu Habeş Eyaleti arasındaki iletişim giderek azalmış, buna paralel olarak yerel otoritelerin yönetimdeki etkinliği artmıştı. On sekizinci yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde ise bölgenin durumu Osmanlı devletinin güç kaybetmesiyle birlikte içinden çıkılmaz bir hal almış, Kızıldeniz kıyısı İngiliz ticaret gemilerinin uğrak yeri haline gelmişti.
On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı Devleti´nin merkezi otoritesinin zayıflaması ve bölgedeki (Mısır merkezli) İngiliz yayılmacılığının artması dengeleri sarstı. Söz konusu dönemde merkezden atanan valilere geniş yetkiler verme gibi ?durumu idare etme? çabasıyla konjonktürel önlemler alan Osmanlı Devleti arzuladığı sonuçlara ulaşamamıştır. Bu bağlamda özellikle 1890´lı yıllarda Osmanlı Devleti´nin Sudan´da boy gösteren Mehdi hareketine yardım edecek derecede güvenememesi ve yakın coğrafyalarında yaşanan sıkıntılar bu noktada önemli engeller olmuştur.
Yaşanılan savaşların ardından Mehdi hareketi yenilgiye uğradı. 19 Ocak 1899 tarihinde Sudan toprakları üzerinde yapılan bir anlaşmayla Osmanlı Devleti sistem dışına itildi. Buna göre Sevâkin şehri Sudan vilayetiyle birleştirildi ve göndere İngiliz bayrağı çekildi. Ancak bütün bunlara rağmen bölge halkı Osmanlı döneminde yaşadıkları özgürlükleri bulamadıkları için bir gün yardıma geleceği umudu taşıdı ve Türklere derin bir sevgi besledi.
Türkiye-Sudan ortaklığı
Türkiye ve Sudan devletlerinin son dönemde yakınlaşması yeni bir durum değil, bilakis tarihi ortaklığın bir ürünü. İşaret edildiği gibi Osmanlı Devleti´nin Afrika´da hâkim olduğu topraklar içerisinde yer alan günümüz Sudan devleti ile Türkiye arasındaki ilişkiler, siyasi, dini ve kültürel yakınlıkların pekiştirdiği temeller üzerinde yükselmektedir.
1956 yılında bağımsızlığını kazanan Sudan Cumhuriyeti devletini ilk tanıyan ülkelerden birisi Türkiye olmuştur. Kadim dostluğun bir nişanesi olarak da her iki ülke karşılıklı olarak başkentlerinde büyükelçilikler açmışlardır. Fakat Türkiye ve Sudan arasında kurulan bu temel düzeydeki angajman iki ülke arasındaki ilişkileri istenilen düzeye getiremedi. Bunun iki temel nedeni var: Birincisi, 400´ün üzerinde etnik ve dini yapının mevcut olduğu Sudan devletinin, 56 yıl boyunca devam eden İngiliz sömürge yönetiminin de mirası olarak yıllarca iç savaşlarla mücadele etmiş olması. İkincisi ise Türkiye´nin 1980´li yıllara kadar Sudan ve genel olarak Afrika´ya yönelik kapsamlı bir strateji geliştirmemiş olması. Dolayısıyla bahsi geçen dönemde iki ülke arasında kayda değer bir angajman kurulamadı. Ancak 1980´li yıllarla birlikte iki ülke arası ilişkilerde bir hareketlenme, 2000 yılından itibaren de bir artan bir ivmeye tanık olundu.
Türkiye Cumhuriyeti´nin Sudan devletiyle kurduğu siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkilerin diğer bölge ülkelerine göre hız kazanmasında tarihi ortaklığın yanında iki temel faktörden bahsetmek mümkün. Birincisi, 1998 Afrika Açılım Eylem Planı projeksiyonunda koordine edilen bölge ülkeleriyle ilişkilerde TİKA, YTB ve Yunus Emre Enstitüsü öncülüğündeki diğer devlet mekanizmalarının gerçekleştirdiği kalkınma yardımlarına yönelik faaliyetleri. İkincisi ise sivil inisiyatiflerin bölgenin kalkınması için üstlendiği rolle birlikte Türk şirketlerinin gerçekleştirdiği yatırımlar vasıtasıyla Sudan ekonomisine yapılan katkı. Bu iki faktör Türkiye-Sudan ilişkilerinin gelişiminde birbirlerini tamamlayan temel unsurlar oldu. Bu bağlamda yürütülen çalışmalar ekonomik angajmanlar bağlamında da meyvesini verdi, siyasi ve kültürel ilişkilere paralel olarak ticaret hacmini de artırdı.
Ekonomik kalkınma
Hem Türkiye hem de Sudan´ın potansiyellerini keşfetmeleri ve büyümeye açık bir yapıda olmalarından dolayı karşılıklı ihtiyaçları arttı. Bunun sonucunda iki devlet arasında siyasi, sosyal ve kültürel ilişkilerin yanı sıra ekonomik ilişkiler de hızla gelişti. Bu olay ve olgular birbirlerini tamamlar mahiyette. Türkiye´nin, hem kamu hem de sivil inisiyatifler boyutuyla Sudan´la yaptığı tecrübe paylaşımları, bölgesel ve küresel bağlamda ekonomik kazanımlar edinilmesi açısından oldukça önemli.
Türk diplomasisi, Afrika´yı öncelikleri çerçevesinde yakından takip etme gayretinde oldu. Türkiye´nin bir imparatorluk halefi olması, uzun yıllara dayanan devlet tecrübesi, Afrika kıtasındaki ülkelerle münasebetini geliştirebilmesine imkan verdi.
Öte yandan Türkiye´nin AK Parti hükümetleriyle birlikte hızlanan Afrika diplomasisi, çok yönlü ve ?dostunu dostuna kırdırmama? temel çizgisinde, onların idari ve sivil alt yapılarını geliştirerek kalkınmalarını sağlayacak bilgi aktarımı ve kamu diplomasisi faaliyetlerini hayata geçirme çerçevesinde şekillendi. Türkiye´nin Sudan´daki faaliyetleri ülkenin siyasi, ekonomik, askeri ve kültürel alanlarda kalkınmasına önemli ölçüde katkıda bulunurken, ikili ilişkilerin çok boyutlu olarak daha da gelişmesi için fırsatlar da sunuyor.
Küresel güçler ve bölgesel dinamikler
Sahraaltı ülkelere giriş kapısı olarak görülen Sudan´ın da yer aldığı Doğu Afrika bölgesi, yükselen ekonomik trendi ve potansiyeliyle bölgesel ve küresel güçlerin de rekabet alanlarının başında geliyor. Nitekim son dönemde Etiyopya ve Eritre devlet başkanlarının Güney Sudan´ı ziyareti, Somali, Kenya ve Etiyopya liderlerinin barış mesajı içeren buluşması ve İsrail-Etiyopya yakınlaşması gibi olaylar bu bağlamda değerlendirilebilir. Afrika Boynuzu´nda yaşanan bu hareketlilikte ikili temas çizgileri ve bıraktıkları izlerin yakından takip edilmesi gerekiyor.
Türkiye´nin Afrika kıtasında yürüttüğü diplomatik faaliyetler, çok yönlü ve dostunu dostuna kırdırmama minvalinde şekillenmiştir. Son günlerde Doğu Afrika´da yaşanan bu gelişmeleri Türk diplomasisi yakından takip etmektedir. Özellikle Türklerin, tarihte bin yıldan fazladır Sudan özelinde bölge insanıyla birlikte yaşaması, ?girişimci ve insani dış politika? temasıyla kurduğu diplomatik ilişkileri, bölgenin kalkınması için kamu ve özel sektör vasıtasıyla gerçekleştirdiği yatırımları sayesinde bölge insanıyla karşılıklı olarak derin bir sevgi bağı olmasının temel göstergesidir. Bu bağlamda Türkiye, Doğu Afrika bölgesi ülkelerinin kendi problemlerini çözebilecek güçte olduklarına inançla küresel ve bölgesel güçlerin herhangi bir istikrarsızlığa yol açacak hareketleri karşısındaki tavrını net olarak ortaya koymayı sürdürecektir.
[Politik ekonomi ve Sudan özelinde Afrika konularında yoğunlaşan Kaan Devecioğlu çalışmalarını Afrika Araştırmacıları Derneği´nde (AFAM) sürdürmektedir]