Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK), PYD/PKK ve DEAŞ terör örgütlerine karşı başlattığı Zeytin Dalı Harekatı´nı uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde değerlendiren uzmanlar, Türkiye´nin meşru müdafaa hakkını kullandığını vurgulayarak, Türkiye´nin Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi terörle mücadele kararları çerçevesinde sınırlarındaki güvenlik tehdidini bertaraf etmek amacıyla hareket ettiği değerlendirmesinde bulundu.
Afrin´in Akdeniz´deki PKK varlığını önemli ölçüde kolaylaştırdığının altını çizen uzmanlar, harekatın bu tehdidi önlemek bağlamında ele alınması gerektiğine dikkati çekti.
Zeytin Dalı Harekatı uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde yürütülüyor. BM´nin uluslararası barışın korunması için almış olduğu birçok kararda bir ülkeye herhangi bir saldırı olması durumunda kendini savunma hakkı tanınıyor. BM şartının "meşru müdafaa hakkı" olarak adlandırılan 51. maddesi ve BM Güvenlik Konseyinin (BMGK) 1373, 1624, 2170 ve 2178 sayılı kararları bunların en önemlileri arasında yer alıyor.
BM´nin söz konusu 51. maddesi üye devletlerden herhangi birine silahlı saldırı olması durumunda o ülkenin kendini savunması için gerekli yollara başvurmasını meşru hak olarak tanımlıyor. Bu madde uyarınca saldırıya uğrayan ülkenin, barış ve güven ortamını tesis edene kadar bu hakkını kullanmasında uluslararası hukuk açısından herhangi bir engel bulunmuyor.
Türkiye, Zeytin Dalı Harekatı başlamadan önce yine 51. maddede yer alan Güvenlik Konseyine bildirme şartını da yerine getirdi. Bu şart meşru müdahale hakkını kullanacak devletin aldığı önlemleri acilen Güvenlik Konseyine bildirmesi gerekliliğini içeriyor.
BMGK´nin terörle mücadeleye ilişkin kararlarında da terör unsurlarıyla mücadelede uluslararası güçlere ve ülkelere, finansal, siyasi ve askeri operasyon yapabilme olanağı tanınıyor. BMGK´nin 1373, 1624, 2170 ve 2178 terörle mücadele bağlamında aldığı kararlarda terör eylemlerinin engellenmesi, zayıflatılması ve güçsüz duruma getirilmesi için devletler arası iş birliğine vurgu yapılıyor. Bununla beraber uluslararası destek beklenmeden o ülkeye de müdahale imkanı sağlanıyor ve böyle bir durumda üye devletlerin yardımını da öngörüyor.
"Amaç sınır güvenliğini sağlamak"
Kıbrıs Bahçeşehir Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Türkiye´nin, sıfır noktasına yaklaşmadan sınırındaki her türlü güvenlik tehdidini oluştuğu yerde bertaraf etmek bağlamında ilk olarak Cerablus operasyonuna başladığını ifade etti.
El Bab´a kadar giden alanın, o dönemde ağırlıklı olarak DEAŞ ve yanı sıra PYD/PKK´nın temizlenmesine yönelik bir operasyon olduğunu hatırlatan Güney, ardından İdlib ve son olarak da Afrin operasyonuna başlandığını dile getirerek, şunları kaydetti:
"Burada da Türkiye´nin 7 senelik Suriye iç savaşı sürecinde muhatap olduğu çok boyutlu terörizm tehdidini ötelemek, yani öncelikle sınır güvenliğini sağlamak amacı taşınıyor. Zira, bu anlamda kendisine yönelik son dönemde ve daha öncesinde de Kilis´e düşen roketler gibi muhtelif saldırılar oldu.
"Afrin´den gelen saldırılar önemli bir tehdit"
SETA Güvenlik Araştırmaları Direktörü ve Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Murat Yeşiltaş da askeri açıdan bakıldığında Türkiye´ye yönelik bugüne kadar Afrin tarafından gerçekleşen terör saldırılarının önemli tehdit oluşturduğunu belirtti.
Yeşiltaş, "Afrin´deki YPG, PKK varlığı, Akdeniz´deki PKK varlığını söz konusu terör saldırıları açısından önemli ölçüde kolaylaştırıyordu. Dolayısıyla bu tehdidi önlemek amacıyla ortaya konulmuş bir harekat planı da ortaya çıktı. Türkiye´nin Afrin operasyonu bu bağlamda değerlendirilebilir." diye konuştu.