Diyarbakır’da anaların başlattığı direniş domino taşı vazifesini deruhte ederek güneydoğu vilayetlerimizde peş peşe “edi bese” yürüyüş ve gösterilerine sebebiyet verdi. Tepkinin batı vilayetlerimize göre çok daha görünür ve etkili olduğu hususu tartışmaya dahi konu edilemeyecek bir açıklıkta idi.
Toplumumuzun belli bir değişimden geçtiği aşikâr. “Kahrolsun PKK” diye yürüyen kitlelerin korku duvarını yıktıkları kadar “Kürtçülük” kisvesi ile giydirilmeye çalışılan ulusal kimliğin de Kürtler tarafından kabul görmediği anlaşılıyor. Tabii burada İslâm coğrafyasında etnik bölünmeleri kışkırtarak ekmeğini çıkaran Batının, Kürt çocuklarını Suriye’de ABD eliyle çıkarlarına alet ettiği vakıası da, etkileyici bir faktör.
Benim üzerinde durmak istediğim asıl mesele bu değişimi ideolojik bagajlara kurban etmeden anlamak ve anlamlandırmakta göstereceğimiz titizliğin önemine dikkat çekmekte.
Dikkatli olmak gerek
Şayet bu yaşananları şövenist bir yaklaşımla “Türklüğün zaferi” yahut “devletin kazancı” olarak tanımlarsak, Allah korusun bu güzel gelişmenin köküne kibrit suyu dökmüş oluruz ki bu aynı zamanda Cumhuriyet tarihi boyunca yapılan hatalardan hiçbir ders çıkarmamışlığımızı da ortaya çıkarır. Bunun vebali de başka bir şeyle kıyaslanmayacak kadar ağır olur ve geriye dönüşü de olmaz.
Bu nedenle günümüz iktidarı kadar aydınlar da yaşananları tanımlarken kullandıkları dile çok dikkat etmelidirler. Şu unutulmamalıdır ki ırkçı söylemler İslâm’ın haram kıldığı şeniyet olduğu kadar “ulusçuluğun” Müslümanların hep aleyhine Batılıların lehine işlediği hususiyeti de yakın tarihimizde edindiğimiz tecrübeler ile sabit olan bir kaziye-i muhkemedir.
Bu bakımdan Batılı ve dâhildeki Batıcı çevrelerin geliştirecekleri söylemler ve tavsiyeler karşısında biraz müteyakkız olmalıyız. Ayrıca iktidar bloğu da bu konuda çok mütecanis değil. İş kimin kimi daha fazla etkileyeceği sorusunun cevabına bağlı. İyi niyet yalnız başına kifayet etmiyor. İnsanlar ideolojik gözlüklerinin arkasından bakınca olayı olduğundan farklı bir şekilde görüp, gördüğüne göre bir tavır sergileyebiliyor.
Andımız konusunda bunun müşahhas bir örneğini toplumca müşahede etmedik mi?
Peki, bu yaşananları nasıl değerlendirmeliyiz?
İyi analiz şart
Evvela olayın en iyi şekilde röntgeni çekilmek suretiyle analizi yapılmalıdır. Analiz yapmak elbette ki yorumlamaktır. Her bir yorumunda birbirinden farklı olması son derece doğaldır. Doğal olmayan bu yorumların duygusal ve ideolojik temelde yapılmasıdır. Şunu unutmamalıyız ki ne bir Türk dünyaya bedeldir ne de bir Kürt. Keza yine ne “Türküm” diyen çok mutludur ne de “Kürdüm” diyen. Yapılması gereken olaya duygusal yaklaşmayı bırakıp bilim disiplini içerisinde ele almaktır.
Röntgeni çekilen olay sosyolojik bir gerçeğimizdir. Uzun bir süre süren çatışmalar, kaybettiğimiz Türk ve Kürt gençleri, heba olan zenginliğimiz ve kaybedilen zaman… Bugünse geldiğimiz uç nokta: Kürtçülüğün kapısının önünde barikat kurarak evlatlarının hesabını soran analar. Ve onları destekleyen kitleler. Bunların hepsi toplumsal düzlemde cereyan eden olaylar. Dolayısıyla konu sosyoloji disiplinini ilgilendirmektedir. Yaşananlar ne kadar isabetli yorumlanır ve gereği yapılırsa toplumsal gerginliklerimiz o oranda azalacaktır. Burada sorun yorum yapılırken yöntem olarak neye müracaat edilmesi gerektiği konusunda yoğunlaşmaktadır.
Evet, bugünü anlamak ve doğru olanı yapmak için tarihe müracaattan başka bir çıkar yol bulunmuyor. Lakin bir şartla sadece ve sadece geçeğe ulaşmak kaygısı ile ve müştereken bir faaliyet ve ortak akıl ile.
Bu meyanda Türk ve Kürt aydınlarına büyük bir sorumluluk düştüğünü hiçbir zaman zihnimizden çıkarmadan…