Türk Olmayan Bir Türkçü: Ziya Gökalp -5-

Şakir Diclehan Yazdı;

Türk Olmayan Bir Türkçü: Ziya Gökalp -5-

Bir yazı serisi halinde kaleme aldığımız Ziya Gökalp, zamanını, birikimini-birikim denilecekse eğer- ve düşüncelerini, mensup olduğu halk adına değil de Türkçülük uğruna harcaması, Zaman ve zemine, politik irade ve güce göre fikir değiştirerek farklı bir duruma evirilmesi, tasvip edilen ve hoş karşılanan bir durum olmadığı gibi, beraberce yola çıktığı dostlarını ve sevenlerini de üzmüştür hep…

 Gökalp’in daha önce gündeme taşıdığımız şiirlerinde işlenen tema, Mustafa Kemal’le bütünleşen kahraman tipine dönüşürken, değişen ve gittikçe aşırı bir dereceye vararak yazılan, ayrıca geçmişteki kahramanların, haris ve ülküsüz olarak nitelendirildikleri ve olumsuz özelliklerle şiir kalıplarına dökülen düşüncelerinden oluştukları görülmektedir.

Hanili Salih Bey, onun bu durumuna ve çizgi değişikliğine değinirken şu tespitlerde bulunur.

“Ergenekon”dur benim

Asıl ana vatanım

Orada tahtım, tacım

Derneğim, kurultayım

Ben anda bir kalfayım

Sanmayın ki dilmacım

Han oğlu Han Giray’ım

İman eden olursa

Jön Türklere yalvacım

Münkirler bulunmazsa

“Gözlerim kaparım”

Peygamberlik taslarım”

 

 Gökalp, kendisini içine dâhil ettiği ve ideoloğu olarak göründüğü yeni rejimi överken, aynı zamanda ötekileştirdiği eski rejimi de olumsuz yanlarını dile getirir. Bu söylem değişikliği, şiirlerde eski ve yeni rejimle ilgili dizelerde daha belirgin bir şekilde görünür. Mustafa Kemal’i överken:

“Her şey olur: Yalnız iste, emir ver…

Kurtar bizi meskenetten, hırmandan!

Sürümüzde bir kurt çoban kalmasın,

Tepemizde gizli düşman kalmasın;

Düşmanların dostu hakan kalmasın:

Kurtar bizi bu yaldızlı yılandan!

Abdülhamid gerçi Kızıl Sultan’dı,

Buna nispet yine o bir insandı…

Çok masumlar Fetvâ’sına aldandı:

Kurtar bizi artık Kara Sultan’dan!”

Gökalp’in “Talat Paşa” ve “Enver Paşa” için yazdığı şiirlerde, o dönemdeki mevcut iktidarı, yani imparatorluk yönetimini eleştiren herhangi bir söyleme pek rastlanmaz ve mevcut da değildir.

1922’de Ankara Hükümeti’nin siyasal gücü elde ettiği tarihi bağlamda yazılan şiirlerde, imparatorluk dönemi ve sultan, ağır bir şekilde yerilmektedir. Yukarıdaki alıntıda şiir öznesi “Kurtar bizi” diye Mustafa Kemal’e seslenmektedir Gökalp. Burada öznenin kendini dâhil ettiği “biz,” Türk milletini temsil etmektedir. “Biz”in karşısında yer alan “o” ise, “sürüye girmiş kurt çoban”, “gizli düşman”, “düşmanın dostu,”,  “yaldızlı yılan”, “Kızıl Sultan” olan II. Abdülhamit ve  “Kara Sultan” olan Vahdettin ve onların temsil ettiği değerler ve rejimdir.

Ziya Gökalp’in “İstida” adlı şiirinin son dörtlüğünde II. Abdülhamit’ten ‘Kızıl Sultan’, Vahdettin’den ise, ‘Kara Sultan’ olarak söz eder.

Cumhuriyet rejimi kurulup kurumsallaştıktan sonra, resmî tarih yazımında altı kalın çizgiler çekilerek vurgulanacağı üzere, Sultan, milletini ve vatanını yabancılara satmış haindir, düşmanın dostudur, yılandır. Sultanla beraber Osmanlı dönemi de “meskenet ve hırmân” dönemidir, yoksunluk, ümitsizlik, acizlik ve miskinlik, halkı kuşatmıştır.

Şiirlerinde, böyle yıkıcı bir eleştirel tavırla tanımlanan eski rejimin kurumlarıyla dahi hesaplaşılır:

“Artık çiftlik değil bu hür memleket.

“Malikâne” yazılamaz taşında…”

Yeni rejimin şekillenmesinde ve düşünce hayatında önemli bir yeri bulunan Ziya Gökalp, 1915’te İttihat ve Terakki iktidardayken tasavvur ettiği kurtarıcı, koruyucu, müjdeleyici, birleştirici, dâhi ve yol gösterici Türk kahramanı imgesi, 1922’de, Mustafa Kemal’in lideri olduğu hareket yükselişe geçtikten sonra yeniden şekillenir ve anlam kazanır.

Şiirler arası ilişkiler, Gökalp’in değişen siyasal, sosyal ve tarihi konjonktüre paralel olarak, gerçekleştirmek istenen ideolojik söylemlerinin şiirde görünür halde olması ve ifade edilmesi sağlanmıştır.

Şiirlerin karşılaştırılmasıyla ortaya çıkan, birbiriyle çelişen ve çatışan ideolojik söylemler, şair geçinen Ziya Gökalp’in şiirleri, insanları manipüle etmek amacıyla belirli ideolojik düşünceleri kabul etmeye ve zorlamaya yönelik tarzda kaleme alındıkları görülür.

Ziya Gökalp, eğer 1924 yılında ölmeseydi, yön değiştirecek ve rejim liderinin 1938’de bu dünya hayatına veda etmesinden sonraki döneme damgasını basan Milli şefle ilgili şiirler yazacağı söylenebilir. Çünkü ona göre iktidara gelenler önemlidir.  Konuyla ilgili Necip Fazıl’ın yaşadığı bir olay, tıpkı Ziya Gökalp’ın şiirlerindeki dile getirdiği duruma benzemektedir.

Necip Fazıl, kırklı yıllarda İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’ne hoca olarak atanır. İşte Necip Fazıl’ın anlattıkları: “Akademide Hasan Ali Yücel’in reisliğinde profesörler toplantısı… Vekil (Bakan) şimdiye kadar seleflerinden hiç birinin bu makamda kendisi kadar kalmadığını, Köy Enstitüleri, klasiklerden tercümeler, ansiklopedi gibi büyük hamlelere girişileceğini, akademiden de sanat planında büyük işler beklendiğini anlatmakta ve sözü o zaman birdenbire modalaşan ve göze girme vasıtası haline getirilen “Milli Şef” (İsmet İnönü) heykellerine gelmektedir.

İnönü heykeli… At üstünde Milli Şef… Akademinin bir pavyonunda yapılmaya başlanmış ve yüksekliği damı aştığı için çatıyı delmek zoru doğmuştur. Akademiye girerken sol taraftaki hangar biçimi binanın tepesine garip bir manzara… İnönü’nün denizden başını çıkarması be “ce” demesi gibi, çatının içinden fırlama kafası… Gövdesi ve atı içerde kalıyor.

Anlattıklarına göre, yerini aldığı zata ait (Mustafa Kemal), nerde ve ne şekilde heykel varsa o da aynını istiyor. Meramı, Taksim âbidesinin arka planındaki ikinci, üçüncü adamlar kadrosundan çıkmak, başı doldurmak… Nitekim işte banknotların üzerindeki eski resim de kaldırılmış ve yerine onun kellesi oturtulmuştur. Selefine “Ebedi Şef” unvanının yakıştırılmasına karşılık olan “Milli Şef” yaftası uygun görülmüş, fakat bu az gelmiştir.

Profesörler meclisinde heykel meselesi konuşulurken Mistik Şair (Necip Fazıl’ın kendisi), önündeki kâğıt üzerine bir takım sıkıntı karalamaları döküyor ve bu hareketi vekil Beyefendinin dikkatini çekiyor:

-Ne karalıyorsun kâğıda, şair?

-Sıkıntımı karalıyorum!

Bu bahis sana sıkıntı mı veriyor?

 -Bir şey veriyor ama sıkıntı mı, yıkıntı mı, bilemem!

-Söyle açıkça fikrini, çekinme!

-Birazdan müdür odasında arz ederim.

Hasan Âli, Mistik Şair’in, fikrini bildirmesi için mahremlik aradığını sezdi ve toplantı bitince müdür odasında, beraberlerinde yalnız Burhan Toprak, onu konuşmaya davet etti.

-Söyle bakalım!

-Efendim, yabancılar arasında siz bir Maarif Vekilisiniz (Milli Eğitim Bakanı)  ve bu sıfatla pek dik çıkacak olan sesime tahammül edemeyebilirsiniz. Fakat aramızda bir arkadaşlık tarafı olduğu için, tenhada müsamahanıza güvenerek size fikrimi söyleyebilirim.

-Dinliyorum.

-Şu heykel işini şöyle yapsak: Avrupa’ya, ayakta at sırtında, şu veya bu biçimde şanlı gövdeler ısmarlasak, boyun yerlerini de burgulu yapıp, ölen ölünce kafasını çıkarsak ve yenisinin başını oraya burgulayıversek, nasıl olur?

Burhan toprak kahkahadan kırılmamak için ağzını eline gömmüş, sarsılırken, Hasan Âli yücel kıpkırmızı yüzünün sol tarafıyla resmi, sağ tarafıyla da hususi olarak, ağlamaklı ve gülümsemeli!…

Ziya Gökalp’ın şiirlerindeki özel isimleri, iktidar değiştikçe kaldırılıp yerine gelen yenilerin ismi konulursa, değişen bir şey olmayacaktır… Aynı özellikler ve aynı övgüler sürüp gidecektir aslında…

 Ziya Gökalp’in Mustafa Kemal’den “Dahi Kurtarıcı”, II. Abdülhamit’ten “Kızıl Sultan”, Vahdettin’den ise “Kara Sultan” diye söz ettiği “İstida” (Dilekçe) adlı şiirde:

“Sen dâhisin, buna çoktan inandık.

Mefkûresiz rehberlerden pek yandık.

Garpta şarklı yaşayıştan usandık;

Kurtar bizi bu karanlık zindandan!”

Diyerek Doğuya özgü yaşam biçiminden şikâyet etmekte ve dert yanmaktadır. (SÜRECEK)

 

Kaynak:Farklı Bakış