Ziya Gökalp’ın göklere çıkardığı Enver ve Talat Paşa ile birlikte hareket eden ve devleti idare eden Cemal Paşa, Osmanlı’yı 10 yıl içinde dağıttıktan sonra Yurt dışına bir Alman Torpidosu ile kaçarlar.
Osmanlı İmparatorluğu’nu I. Dünya Savaşı’na sokan ve yenilginin baş sorumluları olarak görülen Enver, Talat ve Cemal Paşaların İstanbul’dan kaçışlarının hazin bir hikâyesi vardır.
Savaşın yenilgiyle sonuçlanmasının ardından iktidardan düşürülen İttihatçı liderlerle ilgili olarak İstanbul’da “Galata Köprüsü üzerindeki sokak feneri direklerine asılacakları” yolundaki söylentilerin ortalığı kapladığı sırada, İstanbul’daki Alman Akdeniz Filosu Karargâhı’nda paşaların kaçırılmasına karar verilir ve bu iş için genç Alman Yüzbaşı Baltzer, görevlendirilir.
Kaçırma operasyonuna akşam saat 21.00 sularında başladığını anlatan yüzbaşı, askeri demiryollarına ait bir motorla Eminönü’nden denize açıldıklarını, önce Moda iskelesinde, bir yanlışlığa meydan vermemek için daha önce kararlaştırılan parolayı sorduklarında “Enver” yanıtını aldıktan sonra Talat Paşa, eski İstanbul Valisi Bedri Bey ve beş kişiyi aldıklarını, ardından Arnavutköy’den yanında birkaç kişiyle birlikte Enver Paşa’yı, son olarak da Boyacıköy’den Cemal Paşa’yı alarak, Tarabya açıklarında duran Alman torpidosuna götürdüklerini, ayrıntılarıyla anlatır. Tüm yolcuların ellerinde küçük birer valizle geldiklerini, motora biner binmez feslerini çıkarıp, birer şapka taktıklarını yazar Yüzbaşı Baltzer…
Paşalarla vedalaşmasını, “Geminin kaptan kamarasındaki yuvarlak masa etrafında toplanmış, sessizce oturan Türk konuklarımızın ellerini sıktım. Bu kişiler kendilerini belirsiz bir geleceğin beklediğini biliyorlardı. Fakat bir zamanlar Türkiye’nin en güçlü üç kişisinin sonunun, bir kaç yıl sonra yabancı diyarlarda feci bir şekilde olacağını kimse bilemezdi” sözleriyle anlatan yüzbaşı, geminin 2 Kasım 1918’de gönderdiği telsiz mesajında, paşalar ve beraberindeki kişilerin Türk karasularını terk ettiklerini ve açık denizde olduklarını bildirdiğini belirtir.
Paşaları, Sivastapol limanında deniz trafiğinden sorumlu kişi olan Amiral Albert Hopman teslim alır. Hopman’ın anılarına göre Enver Paşa, burada Almanlardan Kafkasya’ya gidebilmek için araç istediğini, olumsuz yanıt alınca da bir Tatar yelkenlisiyle Karadeniz’e açıldığını ve maceralı bir yolculuk sonunda hedefine ulaştığını açıklıyor.
Bilineceği gibi Sıvastopol’da 3 Kasım’da ulaşan paşalar, İstanbul’u bir daha göremezler. Enver’den burada ayrılan Talat ve Cemal paşalarla, arkadaşları Almanya’ya giderler.
Talat Paşa, 1921’de Berlin’de ve Cemal Paşa 1922’de Tiflis’te Ermeniler tarafından, Enver Paşa’da 1922’de Ruslarla girdiği bir çatışma vurularak öldürülür.
İttihatçıların yenilgisi üzerine hayatında yeni bir sayfa açan Gökalp, şiirlerinde be defa Mustafa Kemal’e Tanrı’nın sıfatlarını nispet eder. Çünkü I. Dünya Savaşı esnasında Çanakkale Savaşı’ndaki başarısıyla ön plana çıkan komutan Mustafa Kemal yükselişe geçmiştir. Daha sonra, Kurtuluş Savaşı sırasında kazandığı askerî zaferler ve Ankara’da kurulan yeni meclisle karizmatik lider olma yolunda ilerleyecektir.
Gelecek günlerde, Mustafa Kemal’in kurucusu olacağı cumhuriyet rejimi, Osmanlı’nın ideolojik ve epistemolojik mirasının üzerine, Batılı anlamda modern bir ulus devlet inşasına girişecektir. Böyle bir siyasal ve sosyal bağlamda yazılan politik övgülerde Gökalp’in “Türk Kahramanı” tasavvuru ve şiir öznesinin ideolojik söylemleri yeniden yazılır.
Ziya Gökalp’in sosyal ve politik olaylarla süslediği şiirlerini, idari bağlamda bunları güncel duruma uygun şekilde kaleme aldığı söylenebilir. Batılı araştırmacılar, bu konuda Ziya’yı şair olarak değil de Müteşair (Şair geçinenler) kategorisine koyar ve sayarlar…
1922’ye gelindiğine yükselen yeni rejimle, siyasal iktidarda güçlü konumda olan kişi Mustafa Kemal olur. Böyle bir bağlamda, yalnızca Ziya Gökalp tarafından değil, başka şairler tarafından Mustafa Kemal’i öven şiirler hızla yazılmaya başlanır.
Ziya Gökalp, Anadolu’daki savaş fiilen bittikten, yani Mustafa Kemal’in öncüsü olduğu hareket, zafer sağlandıktan kısa bir süre sonra, Ekim – Aralık 1922 tarihleri arasındaki üç aylık sürede, üç şiir yayımlar: “İstida,” “İkinci İstida” ve “Niçin?”
Bu şiirlerde Ziya Gökalp’in “Türk Kahramanı” modeli, Mustafa Kemal üzerinden yeni bir kimliğe bürünür. Daha önce Enver Paşa ve Talat Paşa üzerinden kurgulanan kahraman imgesi, Mustafa Kemal’le birlikte yeniden yazılır ve yapılan değişiklikler veya korunan özellikler, kendince anlamlı hale gelir.
Gökalp, daha önce “Talat Paşa” hakkında yazdığı şiirde, Paşa için “O nûr senin zekândır ki fark eder” diyerek, onu zekâsı ve dâhiliği üzerinden tanımlar ve halka millî ışık saçan, üstün bir birleştirici olarak görür. Şiirde, Talat Paşa akli üstünlüğüyle birbirinden kopuk, Alman felsefecinin tekil monadlardaki zıtlığı ahenkle bütünleştiren bir aktör olarak tanımlamıştı. Bu defa Gökalp, “İstida” adlı şiirde dâhiliği Mustafa Kemal’le yeniden tanımlar:
“Sen dâhisin, buna çoktan inandık..
Mefkûresiz rehberlerden pek yandık….
Tekâmülün zenbereği dehândır,
Talihimiz sende etmiş tecelli..
Arttıkça bu dâhi Türk’ün şöhreti
Dağılan milletin arttı vahdeti
O, millî dehânın tam Kemâl’idir:
Türkün hem Celâl’i, hem Cemâl’idir
Mefkûre görünmez, o timsalidir
Mefkûreye çattın söyle, sen niçin?
Allah’ın Celal ve Cemal sıfatlarını Mustafa Kemal’e nispet etmekte bir sakınca görmeyen Gökalp, onun dâhi olduğunu tekrar tekrar vurgulamakla yetinmez, aynı zamanda eski rehber ve liderlerin, mefkûresiz ve idealsiz olduğu için başarısız olduğunu söyler.
Mustafa Kemal’i kendi sosyal sisteminde önemli bir konuma sahip dâhilikle bütünleştirir Gökalp. Onun dehâsıyla döner talihimiz… Mefkûrenin de artık sembol haline gelmiş olduğunu vurgular. Alman Felsefeciden aktararak şiirde kullandığı halk/monadlar bu sefer mefkûreli, dâhi rehber Mustafa Kemal’in yolunda birliğe erişir, bütünleşir. Aynı şiirin ilerleyen bölümünde Gökalp benzer bir şekilde, Mustafa Kemal’in milletin öncü kahramanı olduğunu belirtir:
“Tepesinde kahramanlar olunca,
Bu memleket daim gitmiş ileri..
İlk sıraya haris fertler dolunca
Paslı kalmış kalbindeki cevheri..
Bu milletin hâli olur pek yaman,
Kulağuzu olmazsa bir kahraman…”
Gökalp’in Enver Paşa için yazdığı şiirde tekrarlanarak vurgulanan bir müjdecilik motifi vardı. Enver Paşa, Tanrı’nın kurtuluş müjdecisi olarak görülüyordu. Çünkü o, halkın duyamadığı, Arş’tan gelen gizli ve kutsal fermanı duymuş ilahî kurtarıcıydı. Yeni şiirlerle beraber, kurtarıcı kimlik, Mustafa Kemal’in karakteri üzerinden yeniden yazılır:
“Ey kurtaran bizi zalim Yunan’dan!
Kurtar bizi daha birçok düşmandan!
Medeniyet gerçi bize uzaktır;
Mefkûremiz güneş kadar parlaktır..
Bütün millet yükselmeğe müştaktır:
Kurtar bizi cehaletten, noksandan!”
Kurtarıcının kimliği değişirken, görevi de yeniden tanımlanmış olur. Enver Paşa, Yedi Çar’a meydan okuyup kaybedilen toprakları geri alma, Turan imparatorluğu kurma idealleriyle kurtarıcı olarak kurgulanıyordu. 1922’de savaş fiilî olarak bittiği için Mustafa Kemal’le kurgulanan kurtarıcının görevleri, halkı cehaletten kurtarmak, devletin eksiklerini kapatmak ve milleti medeni bir seviyeye yükseltmek olur. Bu noktada, kurtarıcının kimliğinin ve anlamının değişmesinin, o dönemde gelişmeye başlayacak olan cumhuriyet ideolojisinin söylemleriyle paralel olduğunu belirtir. Artık, Osmanlı’yı çöküşten kurtarmak değil, yükselen rejimi yeniden yapılandırmak gereklidir. Bu nedenle, hayal edilen kurtarıcı ve onun işlevleri değişir.
İdeolojik söylemlerin kurgulanışında ve kavramların kökeninde “ben ve öteki” ayrımına dayanan ve çoğunlukla birbiriyle çatışan bir ikilik yer alır. Bu ikilik, farklı bağlam modellerinin kahramanlarının, birbirine tezat şekillerde kurgulanmasının altında yatan nedenlerden biridir.
Belki uzun uzun açıklanması gerek Ziya Gökalp’ın bu ruh hali, dar bir kafa ve psikoloji içinde sürüp gider. Şeyh Said hareketinin bir numaralı ismi Hanili Salih Bey, onu tavsif ederken:
“İttihad’ın oğluyum
Gayri anam babam yok
Cemiyet âmâlini
Yürütmeye borçluyum
Ne buyursa yaparım
Haklı haksız emrine
Körü körüne taparım”
Diyordu. Bu buyruklar, Cumhuriyet döneminde “İttihatçılar” artık olmadığı için yine iyi bir İttihatçı olan “Mustafa Kemal” tarafından verilir. (SÜRECEK)
Kaynak: Farklı Bakış