Tarih: 17.12.2023 08:58

Türk komünistlerinin Şeyh Said ile imtihanı

Facebook Twitter Linked-in

Bu ara sağcı, milliyetçi, ulusalcı, ulusolcu ve ırkçı olarak bilinen siyasi partiler bayağı hareketli ve hararetli. Resmi ideoloji nizamını savunmakta öteden beri birbirleriyle rekabet halindeki bu partiler, peş peşe yaptıkları açıklamalarla bu kez Şeyh Said’e hakaret yarışına girdiler. Bilmeyen de 28 Haziranı 29 Hazirana (1925) bağlayan bir gece vakti Diyarbakır Dağkapı Meydanında asılarak öldürülen Şeyh Said ve 46 arkadaşının, bilinmeyen mezarlarından dirilerek yine “devletin ve milletin bölünmez bütünlüğünü” tehdit ettiklerini filan sanır... Oysa ki mesele, kayyım yönetimindeki Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinin, şehirdeki yeni bir yola “Şeyh Said” ismini vermesi sadecMesela ne dediler, kısaca hatırlatmış olayım; mümkündür ki hayat gaileleri nedeniyle gözünden kaçmış okurlar vardır.

 

Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ, “...Hangi devlet kendisine karşı isyan etmiş, yüzlerce subayı, askeri ve sivil memuru katletmiş ve sonunda idama mahkum edilen bir vatan haininin ismini asıldığı şehirde inşa ettiği bulvara verir? Madem Şeyh Sait bulvarı yapacaktınız neden kayyum atadınız? (...) Biz zamanı gelince o bulvarın adını Diyarbakır'ın yiğit evladı Ziya Gökalp'in adını vereceğiz” dedi. (Gerçi adını andığı Ziya Gökalp aslında Kürttür ama olsun, Türkçülük ideolojisinin mimarlarından olması sebebiyle Kürtlüğünün görmezden gelinmesi gayet makul.)

27. Dönem İyi Parti Adana Milletvekili İsmail Koncuk da hayli hiddetlenmiş bu işe. Koncuk Bey, sosyal medya hesabından İçişleri Bakanına çağrıda bulunarak, “Devlete isyanı açık, ihaneti belgeli, Şeyh Sait gibi bir hainin adını, bir bulvara vermek, alenen ihanetin tarafı olmaktır. Bu rezil durumu seyretmeyiniz” dedi. (Bu vesileyle İyi Parti İstanbul Milletvekili olduğunu öğrendiğimiz Diyarbakır Piranlı Salim Ensarioğlu, “Şeyh Said’e yönelik ithamları şiddetle reddediyorum” şeklinde bir çıkış yapınca partisi tarafından “derhal” ihraç istemiyle disipline sevk edildi.)

MHP Tokat Milletvekili Yücel Bulut, liderinden ilhamla “şiirsi” bir tepki gösterdi ve “Şeyh Said Bulvarı olmaz, olsa olsa, Şeyh Said Çıkmazı olur… Oraya da girersen; Ya duvara çarpar telef olursun, ya geri geri çıkar, girdiğine pişman olursun!” dedi.

(Arada belirtmemek eksiklik olur: CHP Genel Başkanı Özgür Özel, konuyla ilgili bir soru üzerine, katıldığı TV programında gayet serinkanlı bir açıklama yaptı ve “İnsanların acılarına saygılı olmak gerektiğini” söyledi. Ümit Özdağ’la gizli kanka çıkan Sayın Kemal Kılıçdaroğlu Özel’in Kürtlerle ilgili bu “anlayışlı” tutumuna partide bayrak açar mı, bilmiyorum.)

Milliyetçi partilerdeki Şeyh Said harareti bazılarının nedense hala “solcu” sandığı Vatan Partisi’ni de harekete geçirdi tabii. Bu partinin ezeli ve ebedi duçe’si Doğu Perinçek, hemen partisinin TV kanalına çıkarak taraftarlarına seslendi: “Şeyh Said’i övmekle PeKaKa’yı övmek arasında bir fark yoktur. Şeyh Said PeKaKa’nın dedesidir.” (“Dinci, irticacı” denilen Şeyh Said ile PKK’li olmakla suçlanan insanlar hakkında düzenlenen iddianamelerde “Marksist Leninist bölücü terör örgütü” olarak tarif edilen örgüt arasında bu tür bir benzerlik kurmak pek tutarlı görünmüyor ama olsun! Mühim olan sallamak.)

Bu partinin Genel Başkan Yardımcısı ve Diyarbakır İl başkanı Ferdi Tarhan da şefinden ilhamla, “İngiliz altınlarıyla vatanımızı bölmek isteyen, karanlıklarda bırakmak isteyen güçler bizim kahramanımız olamaz. PKK ne ise Şeyh Sait odur. Şeyh Sait'in adı yollara verilirse, yoldan çıkılır. Bölücülük hortlar” açıklaması yaptı. (Bu “İngiliz parmağı” sallaması üzerinde yazı çok uzamazsa ayrıca duracağım. Bu vesileyle Vatan Partisi’nin Diyarbakır’da bir örgütü olduğunu öğrendim ve doğrusu şaşırdım. Herhalde emekli asker ve devlet memurlarından oluşturmuşlardır. Çok düşündüm ve hayal etmeye çalıştım, Perinçekçi bir Amedli... Olmuyor canlandıramadım gözümde bir türlü...)

Bu “İngiliz parmağı”, Fatih Altaylı’nın hakaretler sıraladığı sözleri arasında da vardı: “Sözde yerli ve milli bir iktidarımız var. Türkiye’ye karşı İngilizlerle işbirliği yaparak daha Türkiye kuruluş aşamasındayken isyan etmiş, bu ülkeyi yıkmaya, bölmeye çalışmış bir haysiyetsiz, bir şerefsizin adını bir rezilin adını siz bir bulvara veriyorsunuz.” (Diyarbakır Baro Başkanı Nahit Eren sosyal medya hesabından yaptığı açıklama ile Altaylı’nın hakaretiyle ilgili suç duyurusunda bulunacaklarını söyledi. Bravo.)

“Eksik kalmayayım” dercesine konuyla ilgili kimseler TV programına filan davet etmeyince sosyal medya hesabından açıklama yapan Muharrem İnce de, “Şeyh Sait haindir. Bu konuda çok netim. Ben, Mustafa Kemal Atatürk'ün tarafındayım!” dedi.

En sert çıkışlardan biri de Türkiye Komünist Partisi (TKP) Diyarbakır İl Örgütü adına geldi (Bu partinin de Diyarbakır İl Örgütü varmış?). İmla hatalarıyla beraber aynen şöyle: “Diyarbakır’ın Kayyum yönetimindeki Büyükşehir Belediyesi sosyal medya hesabından yaptığı duyuruda Silvan yolunu Elazığ yoluna bağlamak üzere yapılacak yeni yolun isminin Şeyh Sait Bulvarı olacağını duyurdu. AKP'nin kayyum Belediyesi'nin adını vermeyi düşündüğü kişiyi yakından tanıyalım. Şeyh Sait, Cumhuriyet'e karşı saltanatı Laikliğe karşı hilafeti savunmuş, bu nedenle de 'isyan' etmiştir. Şeyh Sait Kürtler adına değil, halifelik adına, yurttan kovulmuş saray adına, Vahdettin adına, İngiliz emperyalizmi yararına 'isyan' etmiş bir figürdür. Bugün AKP'li kayyumun yeni yapılacak olan yola Şeyh Sait'in ismini vermesi AKP'nin gerici ve Cumhuriyet düşmanı karakterini gözler önüne sermektedir. Bizler Diyarbakır'ın Komünist Kürtleri olarak kentimizin yollarında, sokaklarında, caddelerinde Cumhuriyet düşmanı, ağalık ve aşiret yanlısı hilafetçilerin isimlerinin değil, aydınlıktan, eşitlikten, bağımsızlıktan, ilerlemeden yana olan Cîgerxwînlerin, Musa Anterlerin, Yılmaz Güneylerin isimlerini yaşatmak için mücadele edeceğiz.”

Ve TKP!

Burada duralım ve bu partiyi Kürt sorunuyla ilgili politikaları bakımından biraz “yakından” hatırlayalım... Çünkü diğerleri açısından beklenmedik bir şey yok. Bana sorarsanız TKP’nin bu tutumu da sürpriz değil. Fakat adında K geçiyor diye bunları olduklarından “başka” bir şey zanneden gençler olduğunu biliyorum. O yüzden burada durdum. Yazının sınırlarını biraz zorlamak pahasına...

Demesem eksiklik olur. Aslında bu “komünist” arkadaşların Türk milliyetçisi, pardon ulusalcısı hassasiyetleriyle ilgili hayli zamandır Kürt hareketi saflarında kalem oynatan, söz söyleyen, kendilerince akıldanelik yapan eski tüfek komünistlerin benden önce bir şeyler demeleri lazım. Ama onlar bir zamanlar “gerici, feodal, cahil” dedikleri Kürtlere akıl vermekten fırsat ve zaman bulamıyorlar herhalde. Yoksa niye konuşmasınlar...

Şeyh Said ayaklanması, evet, bir isyandır ve bu isyanı Kemalistler ve TKP gibi salt Şeyh Said’in dini kimliği üzerinden değerlendirmek, yargılamak, yaftalamak eğer bilerek yapılan bir tahrifat değilse, apaçık cehalettir. Şeyh Said ayaklanmasıyla ilgili yığınla belgenin ve mahkeme tutanaklarının da ortaya koyduğu gibi hareketin fikrî öncüsü Azadi örgütü ve liderleri Miralay Cibranlı Halit Bey (Şeyh Said’in bacanağı) ve Yusuf Ziya Beydir. Hareketin örgütlenmesinde, kısa sürede yayılmasında Şeyh Said’in dini kimliği ve otoritesinin payı büyüktür, dini referanslar da kullanılmıştır. Dönemin Genelkurmay karargahı raporları ve İstiklal Mahkemesi savcılarının mütalaalarında, “Şeriat usulleriyle yönetilen bağımsız Kürdistan devleti kurmak istiyorlar” denilir. Yani işin içinde Kürdistan da vardır ve Şeyh Said, “Türklerle din üzerinden bağımız vardı, onu da kopardılar” kanısındadır.

Ayaklanma hazırlıklarından devlet haberdardı. Şeyh Said’in yeğeni Binbaşı Kasım, ayaklanmadan çok önce hazırlıkların istihbaratını 7. Kolorduya bildiriyordu. Nitekim 1924 yılı sonlarına doğru Azadi’ye yönelik operasyon ve tutuklamalar olmuştur. (14 Nisan 1925’te, Şeyh Said’in yargılaması devam ederken Cibranlı Halid ve Yusuf Ziya, Yusuf Ziya’nın kardeşi Teğmen Ali Rıza, damadı Faik ve Molla Abdurrahman sabaha karşı saat 5’te kurşuna dizilerek öldürülürler.)

Kemalist çevreler ile TKP ve TKP kafasındaki solcuların dilinden düşürmediği “İngiliz parmağı” hikayesinin “tevatür” olmanın ötesinde bir anlamı yok. İddianamenin böyle bir iddiası yok. Şeyh Said’in sorgu ve savunmasında bunu düşündürecek en ufak bir şey yok. Dönemin başbakanı İsmet İnönü de hatıralarında, “Şeyh Said harekat esnasında dini kurtarmak davasını açıktan ortaya atmış bulunuyor. ‘Hilafet kalkmıştır, din tehlikededir, dini kurtarmak lazımdır’. Davaları bu. Şeyh Said isyanını İngilizlerin hazırladığı veya meydana çıkardığı ile ilgili hiçbir delil bulunmuyor” diyor. İngilizler –ve Fransızlar- bırakalım Şeyh Said’e destek vermeyi aksine ayaklanmanın Güney ve Doğu Kürdistan’a yayılmasını önlemek amacıyla Ankara’ya destek veriyorlar.

İngilizlerin Lozan’dan sonra bölgede bir Kürt oluşumuna ihtiyaçları yok. 1924’te Musul’da İngiliz mandasına boyun eğmediği için, Şeyh Mahmut Berzenci’nin 1922’de ilan ettiği Kürt krallığının İngiliz uçaklarının bombardımanıyla yıkıldığını da ayrıca not düşmek lazım. Kaldı ki İngilizler Sovyetler Birliği’ne karşı bir “ileri karakol” haline getirmek istedikleri yeni Türkiye Cumhuriyeti devletini ne diye bölmek istesinlerdi? Egemenliği altındaki Irak’ın bölünmesini de istemeyecekleri gibi...

Ayaklanma patlak verdikten iki hafta sonra (26 Şubat 1925) TKP’nin yayın organı Orak-Çekiç gazetesinde olay şu şekilde değerlendirilmiş: “İrticanın başında Şeyh Said var. İrticaya karşı mücadelede halkımız hükümetle beraberdir. Kahrolsun irtica! Ankara Büyük Millet Meclisinde müfrit (aşırı) solun tırnakları, kafasını kurun-u vustaya (ortaçağ zihniyeti) dolamış olan yobazların, gericilerin gırtlağına yapıştı. Mürtecilerin, yobazların sarıkları, kendilerine kefen olacak! Yobazlarıyla, şeyhleriyle, halifeleriyle, sultanlarıyla, kahrolsun irtica ve derebeylik!”

5 Mart 1925 tarihinde yayınlanan Orak-Çekiç’in manşeti daha da coşkulu: “Yobazların Sarıkları Yobaz Zümresine Beyaz Kefen Olmalı! Yobazlarıyla, Ağalarıyla, Şeyhleriyle, Halifeleriyle, Sultanlarıyla Birlikte Kahrolsun Derebeylik!”

Dahası da var: TKP, bu “emperyalistlerin kışkırttığı gerici kışkırtmanın” bastırılmasında tıpkı Mustafa Kemal gibi Fethi Bey hükümetini “yumuşak” görüyor, daha sert tedbirler alınmasını istiyor. TKP’ye göre “Şark vilayetlerimizdeki derebeylik ve irticayı” sadece “boğmak” değil tamamen “yok etmek” gerekir... Takrir-i Sükun kanunu ile Türkiye’nin bir baskıcı cendere içine sokulması, ayaklanmanın kana boğularak bastırılması, Şeyh Said ve arkadaşlarının asılması, Terakkiperver Fırka’nın kapatılması, izleyen süreçte bütün muhalif veya olası muhaliflerin tasfiye edilmesi, koyu bir Kürt inkar ve asimilasyonu politikasının benimsenmesi, Dersim 38’e  varan kanlı süreç TKP kurmaylarının “yok edelim bunları” beklentisini karşılamış mıdır, bilmiyorum...

TKP’nin o yıllarda Komintern’deki temsilcisi ve ölene değin “Genel Sekreter” görevini ifa eden “efsanevi” lideri İsmail Bilen’in Rasim Davas kod ismiyle yayınlanan bir yazısında Dersim’e dair görüşleri fikir veriyor aslında: “…İki ayı aşkın bir zamandan beri Ankara Hükümeti, Dersim bölgesindeki Kürt aşiretlerinin yeni bir gerici ayaklanmasını bastırmakla uğraşıyor. Feodal unsurlar, Kemalist parti tarafından gerçekleştirilen reformlara rağmen, bugüne kadar ülkenin bu sapa bölgesindeki barınmayı başarmışlardır. Bu bölgeye geçtiğimiz yıl Tunceli adı verilmiştir. Dersim'in hakim katmanları, yürürlükteki yasalara rağmen, kendi yasadışı ayrıcalıklarını koruyabilmişlerdir... Dersim'de devlet otoritesi sadece kağıt üzerine kalıyordu. Feodal aşiret reisleri her fırsatta devleti hiçe sayarlardı...Bugün, Kemalist hükümetin enerjik reformları yüzünden kendi iktidarlarını tehdit altında hisseden feodal unsurların ümitsiz bir direnişi ile karşı karşıya bulunuyoruz.” (29 Temmuz 1937)

Hale bakın ki, TKP’nin “olaylara” bakışı o günlerden bugünlere değişmiş değil. Muhasebe yapma gereği de duymuyorlar. “Öncülük” yapmak iddiasında oldukları halkların tarihine, değerlerine, hafızasına saygıları yok. Özgür Özel kadar olamıyorlar...

Tek parti diktatörlüğünün kafasından sopayı eksik etmediği TKP’nin bu platonik Kemalizm hayranlığını analiz etmek uzun sürer. Şu kadarı söylenebilir: Kürt sorunuyla ilgili bu sosyal şoven ve bazen de direkt şoven görüş ve tutumların “sosyalizm”, “komünizm” adına sergilenmiş olması utanç vericidir. Ne var ki o geleneği sürdürenler utanmak şöyle dursun hala aynı kafada siyaset yapmayı sürdürüyorlar...

Diyarbakır’a yolum düştüğünde mutlaka bu TKP Diyarbakır İl Örgütünü ziyaret edeceğim. Vatan Partisi örgütü kuvvetle muhtemeldir ki emekli veya muvazzaf devlet memurlarından oluşmaktadır. Peki bu TKP örgütü kimlerden müteşekkildir; merak ettim...

 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —