Türk ve Yunan devletleri, NATO üyesi iki devlettir. Buna rağmen Türk ve Yunan devletleri arasındaki ilişkiler, Kıbrıs’ın ikiye bölünmesini getiren gelişmelerin ortaya çıktığı günden sonra (1974), epeyce kötüye gitmeye başladı. Tabi ki bunun arka planında da 20. yüzyılın başlarında Türk-Yunan devletleri arasındaki savaş var. Son zamanlarda iki devlet arasındaki gerilim, üç alanda yoğunlaştı. Bu alanlar, Kıbrıs, Ege Denizi ve Doğu Akdeniz’dir. Bu alanlarda iki devlet arasındaki gerilim, iki komşu ülke hukuku ve NATO üyesi olma hukuku dışından tezahür ediyor.
Türk ve Yunan devletinin Kıbrıs, Ege Denizi ve Doğu Akdeniz’deki taleplerine karşı çıktığından dolayı son bir yılda gerilim daha da artmaya başladı. Özellikle de ABD’nin Rusya’ya karşı Yunanistan’da üs kurma girişimlerini, Türk devletinin kendisine karşı bir girişim ve kuşatma hareketi olarak değerlendirmeye başlamasından sonra, iki devlet arasındaki sular daha da ısınmaya başladı. Gerilime yol açan ve Türk devletinin kendisine karşı bir hareketinin olduğunu ifade etmesine yol açan önemli sorun, Lozan Antlaşmasına aykırı gördüğü Yunan adalarının silahlanması olayı olarak görülüyor.
Son günlerde Türk uçaklarına Yunanistan tarafından yapılan “taciz” hareketlerinin yoğunlaşmasıyla birlikte problem daha büyümeye başladı. Bu gerilim, Erdoğan’ın Yunanistan’a karşı bir operasyon yapacağını yüksek sesle ifade etmesinden sonra, daha önce diplomasi boyutunda devam eden çatışma ve mücadele, askeri bir boyut kazandı. Bu da Türk ve Yunan devletleri arasında bir savaş olur mu olmaz mı sorularını gündeme getirdi.
Türk - Yunan savaşının çıkması halinde hangi senaryoların gündeme geleceği de askeri, diplomasi, siyasetçiler, hükümetler tarafından ifade edilmeye başlandı. Rus-Ukrayna savaşının devam ettiği bir dönemde bir Türk-Yunan savaşının dünyaya, bölgeye, NATO’ya, Avrupa’ya maliyetinin de çok büyük olacağı göz önünde tutulan, bundan dolayı bu savaşın engellenmesi gerektiği de ağırlık verilen konuların başından gelmektedir.
Savaş senaryoları konuşulurken, mevcut denklemde Yunanistan Silahlı Kuvvetleri (HAF), elbette ki askeri kabiliyet ve teknoloji açısından azımsanmayacak boyutta. Son dönemlerde silahlanmaya, hava savunma sistemine de büyük bir yatırım yaptı. Askeri uzmanlara göre bu yatırımlar Yunanistan gibi ekonomik olarak zayıf olan, nüfusu az olan bir devlet için olağanüstü boyuttadır. Bu da hayra yorumlanmıyor. Bir savaş hazırlığı gibi hislere kapılmaya yol açıyor. Bunun yanında ABD’nin Yunanistan’da üs kurmasının bir destek anlamına gelmesi, AB’nin Yunanistan’dan yana genel bir tutuma sahip olması, Fransa’nın Yunanistan’ın yanında açık turum takınması, Yunanistan’ı cesaretlendiren tehlikeli askeri ve siyasi boyut olarak yorumlanıyor.
Buna karşılık böyle bir savaş senaryosunda Türk devletinin, son dönemde kara, hava ve deniz gücünde gerçekleştirdiği atılımın yanı sıra nüfus bakımından avantajlı konumuyla birlikte, herhangi bir çatışma durumunda Yunanistan karşısında kesin favori olarak ön plana çıkabileceği ileri sürülmektedir.
Çok açık olan bir konu var ki son dönemlerde, 1974 yılındaki Kıbrıs Harekâtı ve bölünmesi sonrasında Türk-Yunan ilişkileri tartışmasız en kötü dönemini yaşıyor. Batı ve Yunan basını, Türkiye'nin hem piyade birlikleriyle karadan Yunan topraklarını, hem de havadan savaş uçaklarıyla Yunan hava sahasını sürekli ihlal ettiğini öne sürüyorlar.
Türk devleti Libya’da Trablus hükümeti (UMH) ile imzaladığı deniz yetki alanları anlaşması, Doğu Akdeniz'deki deniz sınırlarını genişleterek adaların herhangi bir karasuları hakkı oluşturmasını da geçersiz kıldı. Bu yeni sınırlar, Trablus hükümetinin Birleşmiş Milletler tarafından tanınmasına rağmen uluslararası toplum tarafından kabul edilmedi. Erdoğan liderliğindeki Türkiye, Libya’daki meşru hükümet ile Halife Hafter arasında süren çatışmada TSK'yı denkleme dâhil ederek dengeleri değiştiren bir güç olmayı başarmış görünüyor.
Yunanistan, AB ve ABD'ye yönelik sürekli olarak destek çağrıları yaparak Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki ilerleyişini durdurmaya çalışıyor, ancak bu konuda çoğunlukla başarısız oldu. Yunanistan Başbakanı Kriyakos Miçotakis, Erdoğan ile yaptığı doğrudan ikili görüşmelerde de ilerleme kaydedemedi. , Miçotakis, Temmuz 2020’de Türkiye'nin Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile yaptığı deniz yetki anlaşmasını da uluslararası hukuka aykırı ve "tamamen yasadışı bir mutabakat zaptı" ilan etmişti. Buna karşılık Yunanistan da Mısır'la bir deniz yetki alanları anlaşması imzaladı. Türkiye ise bu anlaşmanın 'yok hükmünde' olduğunu duyurdu.
Erdoğan, Türkiye'nin ulusal çıkarlarını gözeten stratejik hedeflerine ulaşmak için gerekirse askeri gücü kullanacağını açıkça ifade ediyor. Türk devleti, Suriye'de gerçekleştirdiği operasyonlar gibi bir operasyonu Yunanistan’a karşı da gerçekleştirebileceğini açıkça ifade diyor.
Türk devletiyle ilişki sahibi olmasına rağmen Filistin meselesinden dolayı çok da olumlu bir bakışa sahip olmayan İsrail, bu konuda Yunanistan'a destek verebilir. Yunanistan, hava sahasını eğitim amacıyla kullanma ve yeni teknolojileri geliştirme konusunda İsrail’den yardımcı olmasını isteyebileceği çok uzak bir ihtimal değil. Bunun karşılığında Meis, Sakız, Midilli gibi stratejik adalarda İsrail’in füze savunma sistemi konuşlandırmasına izin verebileceği de ileri sürülmektedir. Meis’in çevresindeki adalarda konuşlandırılacak gemi savaş füze sistemlerini de İsrail’den satın alabileceği de ciddi bir alternatif. Yunanistan, Türkiye karşısında zora düştükçe Avrupa ve Amerika’dan daha çok destek arayışına gidecek, ABD’nin üslerinin yanında onunla diplomatik, askeri ve mali ilişkilerini daha da güçlendirmek de isteyeceği açık görünmektedir.
Sonuç olarak diyebilinir ki, savaşın ayak sesleri duyuluyor. Ama dünyanın bugünkü koşullarında, iki devletin NATO üyesi olmasından dolayı kolay kolay savaşa tutuşmayacakları da bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. Buna karşılık, öyle görünüyor ki Türk devleti için, Meis, Fener ve Kara adalarını ele geçirmek kolay bir sorun görülüyor. Türk devleti, 2. Dünya Savaşı'nın nazik şartlarında “hakkıyla değil ve fırsat kollarcasına adalara konmasının” Yunanistan’ı haklı çıkarmadığını, tarihi gerçeklikler ve uluslararası hukuk normlarınca adaların asıl sahibi olduğunu savunabilir.
Belki de Meis Adası'na bağlı olarak, Türk devletinin Lozan’da kaybettiği Misak-ı Milli doktrini çerçevesinde (Irak’ta Musul-Kerkük, Suriye’de Halep, Gürcistan’da Batum, Batı Trakya’da İskece, Gümülcine ve Dedeağaç bölgesi, Ege’de adalar) tekrardan masaya getirmesine kapı açacak bir gelişme olabileceği de hayal edilmektedir.
Yunanistan’ın silahlandırdığı Ege adalarında tartışma söz konusu olabilir mi, bu da çok uzak bir ihtimal.