Miçotakis’in ABD Kongresi’nde yapmış olduğu konuşma ve orada neredeyse tam takım mevcût olan temsilcilerin bu konuşmaya verdiği hararetli desteğin târihî bir kırılmaya işâret ettiğini yazmıştım. Bu konuşmanın akabinde yaşanan gerilimli gidişâtı tabiî karşılamak gerekiyor.
1922, yâni Anadolu’daki Yunan bozgunu sonrasında başlayan ve on senelerce devâm eden Türk-Yunan dostluğu, nasıl olduysa 1950’lerden başlayarak tam tersine evrilmiş ve iki devlet zaman zaman savaşın eşiğine kadar gelmiştir. Kıbrıs, silâhlandırılmış adalar, kıt’a sahanlığı, hava sahası vb. hususlarda, yarım asrı aşan; artık habisleşmiş olduğunu rahatlıkla söyleyebileceğimiz bir dizi meselemiz olduğunu biliyoruz. Bu zaman zarfında, tehlikeli tırmanışlara da şâhit olduk. Ama son yaşananlar, bu tırmanış zincirinin halkalarından birisi olarak değerlendiriliyor ve her zaman olduğu gibi parlayıp sönümleneceği düşünülüyorsa bunun vahim bir hatâ olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Daha evvelki tecrübelerde Yunanistan bu kadar proaktif, bu kadar kışkırtıcı olmadı. Bir iki adım attıysa da hemen geri çekildi. Bir defâ şunu görelim: Bu defâ, kendi tezlerini hayâta geçirmek için daha kararlı bir çizgide her zaman olduğundan daha tahrikkâr bir konumda hareket ediyorlar. Hesapları şu: Türkiye, gerek AB, gerek NATO içinde ABD tarafından iyiden iyiye itilmiş durumda. Buna ilâveten, henüz içinden çıkamadığı ekonomik bunalımdan muzdarip… Kendilerinin AB ve ABD’yi tam mânâsıyla arkalarına aldıklarını, Türkiye’yi ise en zayıf hâlinde yakalamış olduklarını düşünüp, sanki “gün bugündür” diyorlar.
Hep şu söylenir: Mesele siyâset sınıflarının arasındadır. Halkların arasında ise bu meseleler yoktur. Bu tespiti doğrulayan, kültürel yakınlıklara dayalı çok sayıda hikâye anlatılır. Bunları doğrulayan somut hâdiseler de yok değildir. Almanya’da kader birliği yapan Türk ve Yunanlı Gas Arbeiter dayanışması, kaynaşmasını biliyoruz. 1999 Depremi’nde Yunanlıların kan vermek için kuyruğa girdiklerini, Ege Denizi’nin karşı kıyısından “Dayan Mehmet, biz burdayız” dediklerini hatırlıyorum. Buna mukâbil, kısa zaman sonra Yunanistan’ı vuran depremde de, biz Türkler aynı şeyi yaptık. “Dayan Yorgo, biz buradayız” dedik. Yorgo Papandreu- İsmâil Cem dostluğunu, berâber sirtaki oynamalarını da unutmuyoruz. Kültürel alışverişler, Zülfü-Livaneli- Maria Farountori -Theodorakis konserleri, Konstantin Kavafis’ler-Yannis Ritsos’lar, Nâzım Hikmet’ler, Yaşar Kemâl’ler, iki memleket halklarının entelektüelleri ve halkları arasında köprü meydana getirmek için az mı kullanıldı? Sayısız konser, çeviri, gösteri… Ama netice koca bir sıfır oldu. Doğrusu halkların kardeşliği tezine hiç bel bağlamam. Şundan eminim ki, vasat insanların dünyâsında hisler karmaşıktır. Türkler Yunanlıları hem sever hem de sevmez. Yunanlılar niçin de aynı durum vârittir. Kolektif hâfızada sevmeyi de, nefret etmeyi de haklı çıkaracak sayısız gerekçe vardır. Siyasal konjonktür bu duyguların hangisinin baskılanacağına, hangisinin baskınlaştırılacağına hükmeder. Olan da budur zâten.
Zihnimdeki diğer bir soru da şu: Mâdem halklar birbirlerini seviyor, neden tercih yaparken siyâsal sınıf veyâ liderlere Türk-Yunan dostluğunu sormuyor? Artık Yunan siyâsal arenasının dışında kalan aşırı sağcı ve Türk düşmanı Altın Şafak Partisi bir ara %7 oy almıştı. 2019 seçiminde ise Kiriakos Velapulos liderliğindeki Yunan Çözümü Partisi, daha ılımlı bir söylem üzerinden %4 oy aldı ve parlamentoya girdi. (Fark Baba-Kız Le Pen farkı). Siyâsetteki gücü Syriza sonrası eriyen, Yorgo Papandreu’yu tasfiye eden Nikos Androulakis liderliğindeki KINAL-PASOK ise %8’de kaldı. Unutmayalım bu parti “Panhelenik” sosyalizmi savunuyor. Panhelenizm ister istemez bir doz Türk düşmanlığını ihtivâ ediyor. Miçotakis’in Yeni Demokrasi Hareketi ise seçmenlerin %40’ının desteğini aldı. İcraatları ortada. Buna göre toplamda bakıldığında, Yunan seçmeninin yaklaşık %60’ı Türk-Yunan barışını istemeyen partilere oy verdi. Syriza ve Yunan Komünist Partisi ise azınlığa düşüyor.
İnsanlar oy verirken, ne Türkiye’de ne de Yunanistan’da, evvelâ geçimini düşünüyor; “Halkların Kardeşliğini” değil. Kim gelirse gelsin, çelişik hisleri taşıyan kamuoyunu, konjonktürün gerektirdiği istikâmette kullanıyor. Konjonktürün ne olduğuna bakmak gerekiyor. İçinde bulunduğumuz konjonktür dar mânâda Türk-Yunan ilişkilerine indirgenemez. Bu defâ durum çok daha ciddî. Bağlam, Batı-Avrasya hesaplaşmasına karşılık geliyor. Avrasya’nın, başta Türkiye ve Rusya olmak üzere Batı tarafından itildiği bir nitelik taşıyor. Putin Rusya’sı, Ukrayna üzerinden zora sokulurken, Erdoğan Türkiyesi de Yunanistan üzerinden benzer bir muameleye mâruz bırakılıyor. Zelenski’ye bakın Miçotakis’i görün. Zelenski Batı’nın itmesiyle Putin Rusya’sını ne kadar kışkırttı ise, şimdi de Miçotakis Erdoğan Türkiye’sini o şekilde kışkırtıyor. İnşaallah âkıbet Ukrayna’daki gibi olmaz…