Cumhuriyet gazetesinde bir süre önce yönetim değişikliği oldu. Genel intiba ve yorumlar, gazetenin Atatürkçü çizgide yayınlar yapacağı ve yazar kadrosunun da bu yönde şekilleneceği üzerineydi.
Yazarlar büyük ölçüde yenilendi. Önemli isimler de transfer edildi.
Yeni gelen isimlerden biri de Bartu Soral´dı.
Cumhuriyet´te yazmaya başlamasından itibaren yazılarını daha yakından takip etme imkânım oldu. Özellikle Türkiye´deki birtakım sivil toplum kuruluşlarının dışarıdan aldıkları fonlar üzerinden imza attıkları işleri irdelemesi, terörle mücadele noktasındaki devletçi bakışı önemliydi.
Soral, 25 Kasım 2018 tarihli "Çizgi nedir?" başlıklı yazısında, gazetenin Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala konusunda yapmış olduğu yayınlardan rahatsızlığını şu sözlerle belirtti:
"Bir süredir gazetedeki yayın çizgisi dikkatimi çekiyor. Basılı gazetenin bir yerlerinde, internet sayfasında, sık sık; ya Kavala, ya "Başkan Apo´nun heykelini dikeceğiz" diyen Selahattin Demirtaş, ya üst perdeden bir HDP haberi/röportajı, ya bir köşe yazısına rastlıyorum. Gazetenin bu konudaki genel yayın tutumu ve kimi yazarların köşelerinde yargı kararları ile Demirtaş, Kavala, HDP´yi bir arada, sürekli işlemeleri beni düşündürdü..."
Hemen ardından müthiş bir eleştiri yağmuru başladı. Özellikle Cumhuriyet yazarlarından bazıları sözleri üzerine alarak Soral´a yüklenmeye başladı. Son yıllarda pek alışık olmadığımız, ama özlenen bir tartışma ortamına ramak kalmıştı. Ancak bazı ifadelerde açıkça Soral´a ve yazılarına hakaret edilmesi seviyeyi düşürdü, olayları başka yöne çekti.
Eleştiriler sonrasında Soral, yazdığı ikinci yazısında sözlerinin arkasında olduğu mesajını vererek, eleştirilerini biraz daha derinleştirdi ve Soros´un Türkiye faaliyetlerinin masumlaştırılamayacağını ifade etti.
Yazıdan sonra gazete yazarlarından gelen eleştiriler etik ihlallerle doluydu. Hakaretler daha üst bir noktaya taşındı.
Bu arada CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağababa da "Biz Bartu Soral´ı ekonomi yazarı sanıyorduk. Tabii ekonominin kötü gidişatında yazacak birşey bulamayınca AKP´nin kurduğu hukuksuz düzenin savunuculuğuna soyunmuş. Ergenekon da Balyoz da hukuksuzdu Osman Kavala davası da hukuksuzdur." mesajıyla Soral´ı açıkça hedef gösterdi.
Soral açık bir linç kampanyasına uğruyordu. PKK´ya yakın bir gazeteciye hapis cezası verildiğinde "Basına sansür uygulanıyor, gazetecilik susturulamaz" açıklamaları yapan basın kuruluşlarından ise tek bir açıklama duyulmadı.
Geçtiğimiz Pazar günü ise Soral yazmış olduğu son köşe yazısının sansüre uğradığını ileri sürüp, "Asıl metin budur" diyerek kesilen yazısının tamamını sosyal medyadan yayınladı.
Bu yazı Soral´ın son yazısı oldu. Cumhuriyet Vakfı, Bartu Soral´ın gazetedeki köşe yazılarına son verildiğini açıkladı.
Hemen ardından da hiçbir meslek etiğine yakışmayacak şekilde "Soral bu yazıları yazmadan önce ücret artırılmasını istedi, bizimle pazarlık yaptı" anlamına gelen bir açıklama yayınlamayı da ihmal etmediler.
***
Bartu Soral´ı şahsen tanımam, çok yakından takip etme fırsatım da olmadı. Ama bu son yaşananların hangi gazetecilikte, hangi iş ahlakında yeri var?
HDP´yi eleştirme, Demirtaş´ın serbest kalmasını savun, Kavala´ya laf getirme! O zaman senden iyisi yok. Böyle bir şey olabilir mi!
Velev ki Soral haksız, velev ki Soral´ın dedikleri doğruyu yansıtmıyor. Ortalama bir tartışma ortamı içerisinde bunları eritirsiniz. Ama önce linç edip, sonra hedef gösterip, en nihayetinde de itibar suiskasti yapıyorsanız siz gazeteciliği öldürüyorsunuz demektir!
CIA´nın eski ajanlarından Henri Barkey, "Giderek Yeniçağ´a benziyorsunuz" diyerek gazetenin bir başka yazarı Barış Doster´i açıkça hedef göstermişti. O günlerde kimsenin sesi duyulmadı.
***
Bartu Soral hadisesi, Türk solunun aslında yıllardır içine saplandığı kısır döngüyü ve ideolojik sapmaları göstermesi bakımından özet niteliğinde bir olay.
Siyasal İslamcılar, "çözüm süreci" adı altında PKK ile masaya otururken, CHP bu sürece ortaklık etmemişti. Siyasi iktidar ise binden fazla şehide neden olan süreçte, vatandaşın da tepkisiyle birden dümen kırdı. Kamuoyunda HDP´ye yönelik haklı tepki katlanmıştı.
Ne hikmetse PKK ile masaya oturmayan CHP´den HDP´yi aklamaya çalışan birçok açıklama geldi. AİHM´in Demirtaş kararı sonrasında da "Türkiye hukuk devletidir, Demirtaş serbest kalmalıdır" açıklamaları akıl alacak gibi değil.
Evet, hukuksuzluk varsa üzerine gidilmelidir, kişiler ideolojileri doğrultusunda hapsedilmemelidir. Ancak insan öldürmenin, eline silah almanın ve bunların propagandasını yapmanın nasıl bir ideolojisi olabilir?
Çözüm sürecinin hesabını soracak yerde, sanki masanın diğer ucunda oturan sizmişsiniz gibi davranmanın ne mantığı var?
Bırakın, ayrılmayan ortaklar kendi aralarında hesaplaşsın, size ne oluyor?
________________
(*) Yazar, kendi zaviyesinden olaylar ve olgulara ışık tutmuş. Yazının bütünlüğü içerisinde kendi açısından haklı, tutarlı ve ?mantıklı´ bir yol takip ettiği görülüyor. Ama yazının içeriğinde, Türk solu bağlamında ideolojik açıdan değil, pratik ve pragmatik açılardan sapmalar olduğu kanaatindeyiz?
Bir defa CHP bir sol parti değil, İlk dönem Türkiye şartlarında kendini Kemalizm´in umdeleri ile tanımlamış bir parti. Böyle bir mantalite ve yapıdan sol düşünce ve hele parti ise hiç çıkmazdı.
CHP´yi sol olarak adlandırmak süregelen bir moda olduğu kadar, aynı zamanda ideoloji mevzuunda çıkara göre ?istediğini al, istediğini dışarıda bırak, bir araya gelmesi pek mümkün görülmeye, hatta olmayan ideolojik durumları bağdaştır! Ama yanlış sonuçlar duğururdu böyle davranmak?
Birde, nasıl bir yapı çıkacak olsa da, maksat bu ülkenin ve insanının acısını dindirmek, artı kan akmasını önlemek ve hep birlikte, ama herkesi kendi ?kültürel, sosyal, mezhebi, hatta dini´ değerleri içerisinde değerlendirme yoluyla hep birlikte yeni bir ülke ve yeni bir toplum oluşturma düşüncesi ?eğer bazı sebepleri bahane kılmayacak ise- başta iktidar(lar)ın ve bizzat devletin esaslı görevi olmalıydı.
Ama oyun bozanlık yapan yıkıcı tarafın oluşturduğu görülen bahanelere sığınmak ise devlete pek uymazdı, uymamalıydı. Kaldı ki devlet o süreçte karşı aktörleri bir tarafa koyup doğrudan Kürt halkı ile bu işi çok rahatlıkla çözebilirdi, ama değerler ve emekler boşa gidiyordu.
Sonuçta hakim bir düşünce sahibi olunabilirdi, ama bu düşünce ve yol beraberinde müstağnilik değil de, kalıcı ve eşit bir birliktelik getirebilirdi. Henüz daha imkânlarımız elimizde ve umudumuzu diri tutuyoruz; kardeşlik ve insanlık adına!