Bildiğiniz gibi Tunus’ta Cumhurbaşkanı Kays Said’in yönetiminde bir darbe oldu.
Raşid Gannuşi liderliğindeki İslami Nahda Hareketi parlamentonun birinci partisi olmasına rağmen ülkedeki liberal ve sol partilerle uzlaşarak laik seküler Kays Said’i cumhurbaşkanı yapmış, İhvan-ı Müslimin’in Mısır’daki deneyiminden ders çıkararak iktidarı paylaşmıştı.
Buna rağmen Cumhurbaşkanı yetkilerini aşarak askerlerin desteği ile meclisi kapattı ve hükümeti azletti. Meclis Başkanı Gannuşi’nin meclise girmesini de engelledi.
Cumhurbaşkanının yönetiminde darbe mi olur?’ derseniz, kimse sizin darbe beğenip beğenmemenize bakmıyor! İster beğenin ister beğenmeyin, bu da işte böyle bir darbe!
Tunus’ta yaşananlar tarihe 28 Şubat Darbesi olarak geçen bizdeki 28 Şubat ‘Müdahalesi’ne benziyor.
1997’de Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in de baş rollerde yer aldığı operasyonda askerler Başbakan Necmeddin Erbakan’ı kendilerince eften püften sebeplerle ‘yasal’ yollardan tasfiye etmişlerdi.
Etmişlerdi de tıpkı Tunus’ta olduğu gibi ‘Demokrat’ dünyanın kılı kıpırdamamıştı.
‘Kendine demokrat’ Batı Dünyası’nın çifte standardı artık en aymazların bile görebilecekleri kadar açık ve net.
Suudi Arabistan, Kuveyt, B.A.E. ve Mısır gibi diktatörlüklerle ekonomik ve siyasi büyük çıkar ilişkisi içinde olan Batı, söz konusu bu ülkeler olduğu zaman demokrasiyi unutuyor!
İslamcıların (Müslümanların) yönetime geldikleri veya yönetime ortak oldukları ülkelerde ise kıyametleri koparıyor; Mısır, Türkiye, Cezayir ve Tunus’ta darbeleri destekliyor, daha açık bir ifade ile bizzat organize ediyor.
Son birkaç yüzyıldır Batı’nın İslam ülkelerindeki politikaları farklılıklar gösterse de hep aynı hedefe hizmet ediyor.
Bu Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra da aynı çizgide sürüyor.
2. Dünya Savaşı sonrası başını ABD’nin çektiği Kapitalist blok ‘Yeşil Kuşak’ olarak adlandırılan proje çerçevesinde İslam ülkelerinde Komünizme karşı geleneksel İslami tarikat ve cemaatleri destekledi.
Afganistan’ın işgali ile birlikte yeni bir döneme girildi. Suudi destekli El-Kaide ve Deaş benzeri ‘Cihadist’ Neo Selefi-Harici silahlı radikal gruplar devreye sokuldu.’
Bir müddet sonra ise Küresel sistemin çıkarları doğrultusunda Gülen Cemaati eliyle Türkiye merkezli ‘cihatsız ve Şeriatsız’ matruş (sakalsız) ve kravatlı ‘Ilımlı İslam’ projesi ileri sürüldü.
Her dönem ihtiyaca göre siyaset revize edildi.
Son olarak geldiğimiz noktada;
1. Geleneksel İslam (Tarikat ve cemaatler)
2. Radikal İslam
3. Ilımlı İslam
Ve bunların tüm türevleri toptan tasfiye sürecindeler.
Anlaşıldığı kadarıyla İslam ve Müslümanlar ciddi bir çizik yemiş durumdalar.
İslamcıların İran, Pakistan, Sudan, Türkiye, Mısır, Tunus…gibi ülkelerdeki iktidar ve siyaset deneyimleri; eksiklikleri, yanlışlıkları, başarısızlıkları ayrı bir inceleme konusu.
Bunlar mutlaka objektif bir değerlendirme ile irdelenmesi gereken çok önemli konular.
Ciddi bir özeleştiri yapılmadan tüm suçu karşıya yüklemek en hafif ifadesi ile ahlaksızlık olur.
Ancak işin aslı ve esası çok daha derinlerde.
Arap Baharı’nın başlangıç noktası olan Tunus deneyimi liderleri Gannuşi’nin öngörülü siyaseti ile en az hata yapan örnek olmasına rağmen yine de Batı tarafından onaylanmadı.
İslamcı Nahda Hareketi program ve siyasetinde çok önemli revizyonlara gitmesine ve iktidarı laik-seküler-sol partilerle paylaşmasına rağmen ülkedeki kötü yönetim ve toplumu rahatsız eden tüm başarısızlıkların faturası kendine kesildi.
‘Kuzuyu yemeyi kafasına koyan kurt’ bir şekilde ‘kuzuyu’ yedi.
Mevzu derin.
Anlaşıldığı kadarıyla bundan sonrası Müslümanlar için çok daha zor ve zahmetli.
Uzun ince bir yol var önümüzde.
Müslüman kadroların düşünce sistematiklerinden, paradigmalarına; yönetimdeki program ve deneyim eksikliklerinden, ahlaki davranış zafiyetlerine kadar üzerinde kafa yoracakları çok şey var.
Allah bize de Tunus’taki kardeşlerimize de yardım etsin.
Kaynak: Farklı Bakış